Güleç
Bir Yiğidin Rutin Kahramanlık Hikayesi
nikos
romanos
Jerome
Roos
Nikos
Romanos’un açlık grevi ve sokaklara yansıyan tepki, 1944 yılından bu yana
Yunanistan toplumunda var olan uzun soluklu çatışmaları bugünlerde yeniden
alevlendiriyor.
Yunanistan
sokakları bir süredir nispeten sakindi. Dört yıl süren yıkıcı ekonomik kriz ve
süregelen devlet baskısından sonra ortaya çıkan ve krizin ilk yıllarında
muazzam kalkışmalara can veren devrimci coşku,
o dönemden bugüne yerini yaygın bir umutsuzluğa bıraktı. Ama durum şu
ara değişiyor olabilir. Öğrenciler ve anarşistler, 10 Kasım’dan beri açlık
grevini sürdürmekte olan anarşist tutsak Nikos Romanos’la dayanışma göstermek
için son haftalarda güçlü bir biçimde harekete geçti.
Hem
Nikos’un mücadelesi hem de sokakların tepkisi, sembolik bir önem ve tarihsel
çağrışımlarla dolu. Yunanlıların direniş tarihinin en iyi örnekleri de Aralık
aylarına tesadüf edegelmiştir, keza devletin tepkisinin en kötü örnekleri de.
Bundan altı yıl önce, 6 Aralık 2008’de iki özel kuvvet polisi –Atina’da
anarşistlerin yoğunlukta olmasıyla bilinen- Exarchia mahallesine girerek, bir
grup gençle kısa süren münakaşa sonrasında 15 yaşındaki Alexis Grigoropoulos’u,
ölümcül bir yara açacak şekilde, kalbine hedef alarak ateş ederek katletti. O esnada
Nikos da orada bulunuyordu. Alexis onun en iyi arkadaşıydı ve kollarında öldü.
Alexis’in katledilişi, Yunanistan sokaklarında bir ay sürecek yoğun bir isyanı
tetikledi. Bir yandan ülkenin en beklenmedik yerlerinde halkın eylemleri ardı
ardına sürerken, okullar, üniversiteler ve terk edilmiş binalar ülkenin her
yerinde işgal edildi. Merkez medyanın Kathimerini gazetesi, Aralık 2008
isyanlarından “1974’te demokrasinin yeniden inşasından sonra Yunanistan’ın
başına gelen en kötü şey” olarak bahsediyordu. Meşum bir kehanet olarak
Atina’da bir duvar yazısı, 2010-2012 borç krizi esnasında zuhur edecek olan
yoğun toplumsal huzursuzluğu ve toplu gösterileri kast edercesine açık açık
şunu diyordu: “biz gelecekten geldik”.
O
distopik gelecek, işte bugün geldi çattı. Bu Cumartesi (6 Aralık 2014),
Alexis’in öldürülmesinin altıncı yıldönümü. Alexis’in en iyi arkadaşı Nikos
Romanos bugünü, tabii eğer şanslıysa, hastanede geçiriyor olacak. Nikos, resmi
makamların yasal hakkı olan eğitim iznini vermemesini protesto etmek için, 10
Kasım’da açlık grevine başladı. Doktorları durumunun kritik olduğunu, kalbinin
veya böbreklerinin her an iflas edebileceğini ifade ediyor. Hükümet hastane
çalışanlarına zorla besleme emri vermişti ama doktorları bu emre uymadı.
Nikos’un sağlık durumu günden güne kötüleşirken, özellikle Cumartesi günü (6
Aralık) yapılacak olan Alexis’i anma yürüyüşüyle de birlikte düşünüldüğünde,
sokakların harareti de giderek artıyor.
Salı
gününün akşamı, Atina’nın kenar mahallelerinde patlak veren şiddetli isyanlarda,
yaklaşık on bin kişi Nikos’la ve onunla birlikte açlık grevine katılan diğer
dört anarşist yoldaşıyla dayanışma için kentin her yerinde sokaklara indi.
Exarchia’da yakılan arabaların görüntüleri, eğer devlet Nikos’un taleplerini
yakın zamanda karşılamazsa 2008’in tekerrür edeceği izlenimini yaratıyor. Çevik
kuvvet polisi isyanlara bilinen biber gazı ve cop yöntemleriyle karşılık
verirken müdahalenin asıl endişe verici tarafı, gelen haberlere göre gözaltına
alınan en az on kişinin ağır yaralanarak hastaneye kaldırılması oldu ve hatta
şiddete uğrayanlardan bazılarında kaburga ve kemik kırıklarının da oluştuğu
söyleniyor. Destek için çok geçmeden polis merkezine ulaşan Syriza partisine
mensup iki milletvekili de, binanın altıncı katının “kan gölüne döndüğünü”
gördüklerini söylüyor.
Yine
tarihsel döngüye işaret eden bir biçimde, Salı günkü çatışmalar bir kez daha
Stournari Caddesi’ndeki Atina Politeknik Üniversitesi kapısında gerçekleşti.
1973’te askeri cuntanın düşmesiyle sonuçlanan öğrenci ayaklanması da aynı yerde
gerçekleşmişti. O tarihteki isyanda diktatörlük üniversite kapısını tutmak için
tank yürütüp çatılara keskin nişancılar yerleştirmişti ve nişancılar
protestoculara ateş açınca onlarca insan hayatını kaybetmişti. Bugünün öğrenci
ve işsiz gençlerinin çoğunun ebeveyni o zamanki Politeknik ayaklanmasına
katılmış. Bugünkü yaygın düşünceye göre de bu yeni neslin 1970’lerde anne
babalarının yaptığı gibi “zamanın mücadelesine katılması” gerekiyor.
Günümüzdeki
devlet baskısının ve sinsi faşizmin tarihsel kökenleri daha da eskiye dayanıyor
hatta: örneğin, yine bir Aralık ayı — 1944 Dekemvriana çatışması. 70 yıl önce,
Aralık ayının ilk haftasında, İngiliz komutan Ronald Scobie ve geçici hükümet
başkanı (eski başbakan Andreas Papandreou’nun babası ve yine eski başbakan
Georgios Papandreou’nun dedesi olan) Georgios Papandreou’nun, ülkeyi Alman
işgalinden henüz kurtarmış olan Yunanistan Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELAS)
partizanlarının silahsızlandırılmasına yönelik emrinden sonra Atina’da bir
isyan patlak verdi.
İngilizler,
ELAS’ın en önemli unsuru olan ve taşrada en az elli bin silahlı mensubu bulunan
Yunanistan Komünist Partisinin yardımıyla (KKE), komünistlerin Atina’ya
yürüyerek devleti ele geçirip Yunanistan’ı Sovyetler Birliğine bağlama (bu da
Akdeniz’deki sömürgeci İngiliz çıkarlarını tehdit eden bir şeydi) ihtimalinden
korkuyordu. Hal böyleyken, partizanların silahsızlandırılması emrine karşı iki
yüz bin yurttaş sokaklara döküldüğünde, İngiliz silahlı birlikleri Nazi
sempatizanlarıyla işbirliği yaparak barışçıl gösteri yapan kitlenin üzerine
ateş açtı ve en az yirmi sekiz kişiyi katletti. Sonraki ay boyunca yüzlerce
solcu öldürüldü ve on iki bin solcu da Yunan Adaları ve Ortadoğu’daki bazı
yerlerdeki enterne kamplarına sürgün edildi.
Elbette
2014 yılındayız. İşlerin seyri ne 2008, ne 1973 ne de 1944’teki gibi olacak.
Ama geçmişin yankıları bugüne ulaşıyor ve bir kez daha “gelecekten gelen o
meşum kehaneti” akla getiriyor. Avrupa’daki seyrin aksine, savaş sonrasında
Yunanistan devleti hiçbir zaman kendini Nazi sempatizanlarından
arındıramamıştır. Bu da, 1949’a dek süren, bir nesil sonrasında askeri cuntanın
temellerini atan kanlı bir iç savaşın hazırlayıcısı olmuştur. Cuntanın ve sivil
savaşın açtığı yaraların izleri Yunan toplumunda hâlâ yaygın ve bu kapanmayan
yara, sol ve sağ arasındaki husumeti devam ettiren siyasi çatışmanın fay
hattını oluşturuyor.
Bugün
bile Metaxas’ın, Nazi sempatizanlarının ve generallerin artıkları, bitemeyen
bir derin devlet üzerinde denetimlerini sürdürüyor; poliste, orduda ve yargıda
da faşistlerin ağırlığı bulunuyor. The Observer’da Ed Vulliamy ve Helena
Smith’in işaret ettiği gibi, buradan bakarsak 2008’in genç isyancıları
hakikaten de 1973’teki öğrencilerin çocukları ve 1944’teki partizanların
torunlarıdır. Bu böyle olunca, devlet baskısı ve sinsi faşizme karşı yürütülen
aynı uzun soluklu mücadele, krizin yıkıp geçtiği 2014 Yunanistan’ına taşınmış
oluyor. Çatışmanın fay hattının bir kez daha kırılıp büyük bir sosyal
patlamayla sonuçlanıp sonuçlanmayacağını kimse kestiremiyor. Yine de bir işgal
dalgası ülke genelinde yayılmaya başladı bile. Hükümet de, — yangına körükle
gidercesine— Cuma ve Cumartesi gününün bir kısmını kapsayacak şekilde eylem
yasağı getirdi. *
Bu
haftasonu (6-7 Aralık 2014) kalkışmanın ne kadar ilerleyebileceğini bize
gösterecek ama şu da açık ki Yunanistan sokaklarındaki bu nispi sükunet sonsuza
dek sürmeyecek.
*
Çevirmen notu: Eylem yasakları, aynı tarihlerde dokuz bakanı ve çok sayıda iş
adamı ile beraber Atina ziyaretinde bulunan Davutoğlu heyetinin dönüşüyle
kaldırlmış, çatışmalar başlamış, bu yazı yayınlanırken de devam etmektedir.
Çeviri: Bilge Güler
No comments:
Post a Comment