Zaman, var
olmak ile yok olmak arasında geçen bir olgu.
Zaman
yaşadığımız fakat yaşadığımızı hissetmediğimiz, bize teğet geçen, geçtikten
sonra geçtiğinin farkına vardığımız şey, zaman…
Zaman, ya
da gelecek bir vakte ertelediklerimizle varlığını duyumsadığımız, çoğu kez,
terk ettiği için ardından çaresiz gözlerle bakılan, ya da tekrar
kavuşulamayacağı için ağıtlar yakılan, şu sevgili zaman.
Zamana
karşı duruşu ben yazmakta buldum.
Oldukça
naif, bir tür yeldeğirmeni şövalyeciliği bu.
Ne önemi
var. Bu benim kendi yolum. Kişisel tercihim.
***
Sıkılmadınız
mı saraylar üzerine konuşmaktan?
Sıkılmadınız
mı Yavuz Bingöl, Alev Alatlı üzerine konuşmaktan?
Sıkılmadınız
mı hırsız cumhurbaşkanları ve şürekası üzerine konuşmaktan?
Sıkılmadınız
mı insan ruhunu kirleten, yaralayan ucuz televizyon dizileri izlemekten?
Sıkılmadınız
mı kadınların peşinden koşmaktan?
Sıkılmadınız
mı erkeklerin peşinden koşmaktan?
Sıkılmadınız
mı sevgisizlikten?
Sıkılmadınız
mı kendi yalanlarınızdan?
Sıkılmadınız
mı yalan dünyalar üzerinden kurduğunuz sırça köşklerde, ahkamlar kesmekten?
Sıkılmadınız
mı koca bir hayatı böyle harcıyor olmaktan?
***
Başkaldırı,
önce başkalarının sizin için biçtikleri ve kurguladıkları hayatı kabul
etmemekle başlar.
Başkaldırı
önce ”ne yapıyorum ben, nasıl bir hayat istiyorum ben?” sorusunu kendine
sormakla başlar.
***
Öykü
insanı anlatır, öykü insanı insana anlatır. Okurken ya da yaşarken.
Fark
etmez. Öyküde kendimizi, öyküde karşıtımızı, öyküde varoluşu, yokoluşu, yeniden
dirilişleri, ya da tekrar tekrar yenilişleri okuruz, ya da yaşarız.
***
Brezilya’da
1964 yılında CIA gizli desteği ile askeri bir darbe yapılır. Sol muhalefet
bastırılır ve siyaset sahnesinde yer alan 300 siyasetçiye siyaset yapma yasağı
getirilir.
1965
yılında getirilen yeni yasal düzenlemelerle özgürlükler kısıtlanır, faşist
ulusal cunta bu düzenlemelerle iktidarını güçlendirir.
1968
yılında öğrenci ayaklanmaları ve grevler başlar. İktidar derhal siyasi bir
temizlik hareketine girişir, sansür gelir.
1985
yılına kadar süren askeri diktatörlük boyunca Brezilya’da, devletin ölüm
mangaları tarafından komünistlerin, tüm muhaliflerin, demokratların, insan
hakları savunucularının cinayetlerle öldürülmeleri, işkence ve kaybedilmeler
günlük alışılmış olaylar olur.
Brezilya
faşist diktatörlüğü, CIA destekli CONDOR OPERASYONLARI’nda, Latin Amerika
ülkelerinde, sağ diktatörlüklerin yaygınlaşması ve yerleşmesinde aktif olarak
yer aldı.
***
Tuz,
maddenin çözülümü sonrasındaki, tozlaşmış halidir. Örneğin insan cesedinin
yakılmasından sonra geride kalan kül, insanı oluşturan tuzdan başka bir şey
değildir. Binlerce yıl önce yaşamış atalarımız, herhangi bir yerde buldukları
tuzu, değerli bir hazine olarak en iyi şekilde saklarlardı.
***
Toprağın
Tuzu (Das Salz der Erde) Wim Wenders’in, Brezilyalı sosyal-fotoğrafçı Sebastiáo
Salgado üzerine biyografik-belgesel çalışmasıdır. Bir kaç hafta önce
Frankfurt’ta sadece bir küçük sinemada gösterime giren filmi, mutlaka izlemem
gerektiği üzerine gelen, şiddetli ısrarlar nedeni ile programıma almama rağmen,
izlemeye zaman bulamadım. Kızımla izleme şansına sahip olduğum için, daha sonra
”bu gecikme aslında iyi oldu” diye de düşünmedim değil.
Sekiz
çocuklu Brezilyalı bir çiftçinin, ekonomi eğitimi almış tek erkek çocuğu olan,
sol eylemci Sebastiáo Salgado, sevgilisi Lelia ile birlikte öğrenci
ayaklanmalarında ve cunta karşıtı gösterilerde yer almıştır. Daha sonra ise
kurtuluşu, 1969 yılında sevgilisi Lelia ile Paris’e gitmekte bulur. Lelia
mimarlık eğitimine başlar, Sebastiao ise Dünya Bankası’nda çalışmaktadır. Bir
süre sonra Lelia’nın fotoğraf merakı nedeni ile aldığı Leica marka fotoğraf
makinası Sebastiáo’nun ilgi alanına girer ve yaptığı fotoğraf çekimlerinin
ardından bu alet, Sebastiáo’nun yürek ve akıl gözü olur.
Sebastiáo
Salgado bir süre sonra, babasının arzusu ile yaptığı ekonomi öğreniminin
ardından çalışmaya başladığı Dünya Bankası’ndaki işinden ayrılır.
Artık o,
bir sosyal-fotoğrafçıdır. Yıllara yayılan çalışmaları boyunca sırası ile
Workers-
İşçiler
Terra-Toprak
Migranten-Göçmenler
Kinder der
Migration- Göçmen çocuklar
The and
Polio- Çocuk felcine karşı kampanya
Photo
Pocket
Afrika
Genesis,
albümleri gelir.
***
Altın
madeninde binlerce insan, zenginliğe ulaşma hayalleri ile, günde 60 defayı
bulan tırmanışlarla karıncalar gibi, madeni yukarıdan aşağıya, aşağıdan
yukarıya inip çıkmaktadırlar. Salgado, orada çektiği fotoğraflarla bir karınca
yuvasındaki çalışkan karıncaların yoğun ama meşakkatli çalışmasını izlediğiniz
hissine kapılmanıza neden olacak kadar derin bir göz izi bırakan görüntüler
sunar size.
***
Ruanda’da
katliamdan kaçanların uzun yürüyüşleri esnasında objektife yakalanan
görüntülerde tek tek insanı, yollara dökülen insanı, yollarda kalan insanı,
yolda bir kepçenin dişlilerinden sarkan son nefesi gösterir size Salgado.
***
Kamplarda
ölüme giden hayatları gösterir size. Kamplarda ölüme giden insanlardan dolar
satın alma telaşı içindeki bir Afrikalı tefecinin hesap makinası ve yeşil dolar
tomarında, ucuza kapattığı hayatları görürsünüz.
***
Etopya’da
kuraklık ve açlıktan ölen insan yığınları, Kuveyt’teki petrol rafinelerinin
ateşe verilmesi sonrası çıkan cehennemi yangınlarda çektiği fotoğraflar, prensin
cennet bahçesini, yangından kaçarken, bahçedeki hayvanları serbest bırakmak ve
onlara kaçma şansı tanımak, hayatta kalma şansı tanımak yerine, çitler içinde
bırakmasının ve ölüme terk etmesinin ardında yatan kirli ruhu anlamaya
çalışırsınız. Kanatları gökten yağan yağ ile yapışmış, bu yüzden uçamayan yağ
tabakasının gerisinden bakan o nadide kuş için gözyağı dökersiniz.
***
Bir
biyografik çalışma olan ”Toprağın Tuzu”nda Wenders, Salgado’nun hayat
hikayesini anlatırken, aslında Salgado, size “Hayatın Öyküsü”nü anlatır. Film
boyunca fotoğraf tekniğinin en güzelini
merakla izlemeye ve yakalamaya çalışırken, bana anlatılan bu “Hayatın Öyküsü”nü
anlamaya çalıştıkça acı çektim, kendi adıma ve zavallı, iflah olmaz insanlık
adına acı çektim.
***
“Hayatın Öyküsü”nde
yani TOPRAĞIN TUZU’ndaki, Ruanda fotoğrafları,
1915’te
yollara dökülen insanlarımın hikayesi değil mi idi,
daha üç
beş ay önce kalkışılan Ezidi katliamı değil mi idi?
***
Yüzde 80’i
siyah beyaz olan film boyunca ölen milyonlarca insana daha nice milyonlar
eklenmişti son yıllarda ve daha niceleri eklenecekti. İnsanın var oluşu boyunca
hiç bitmeyecek bir kıyam ve elem olarak sürecek bir durumdu bu.
***
Yıllar
sonra, Salgado, dünya üzerinde gördüğü, insanın insana yaptığı onca eziyetten
dolayı artık bir yürek yorgunu, ruhu hastalanmış birisi olmuştu. Kendisi
yeryüzü üzerinde gördüğü onca acımasız insan ve doğa katliamından sonra
yorgundu ve artık hayatı sürdürmek için ayak sürümekte idi.
Filmin bir
kaç aralığında Salgado’nun artık elleri titremekte olan oldukça yaşlı babasını
da dinleriz. Varlıklı bir çiftçi olan ve oğluna kendi adını vermiş olan baba
Salgado, eskiden bir yağmur ormanı olan, yıllar boyu yapılan ağaç kesimi ve
erozyon sonucu, artık her tarafı kuru bir çöle dönüşmüş geniş arazi üzerinde
bakışlarını gezdirirken, “buralar bir zamanlar zengin bitki örtüsüne sahip
yemyeşil yerlerdi” der, hüzünle.
İşte tam
da burada, devreye yine kadın, eş, sevgili, gönül yoldaşı girer.
Lelia’nın
yani Salgado’nun sevgilisinin, eşinin, gönül yoldaşının aklına gelen bir fikir
ile Salgado’nun hayat damarları tekrar açılır.
Lelia,
baba Salgado’nun artık yaşlanmasından dolayı kendilerinin ilgilenmek zorunda
oldukları çiftlik arazilerini çöl olmaktan kurtarabileceklerini, tekrar bir
ormana dönüştürebileceklerini söyler.
Bir süre
sonra ise hızla işe girişirler. Kurdukları enstitü ile çöle dönüşmüş araziye,
bölgenin faunasına uygun fidanları, ilk yıl yüzde 60’ını kaybedeceklerini bile
bile, ikinci yıl yüzde 40’ını kaybedeceklerini bile bile dikerler.
Yıllardır
sertleşmiş ve çölleşmiş toprağın kendine gelmesi için zamana ihtiyacı vardır.
Toprak yavaş yavaş kendine gelmektedir.
Evet, bir
kaç yıl sonra artık, çiftlik arazisi önceden kupkuru iken, şu anda yeniden bir
amazon ormanına dönüşmüştür, artık orası bir nasyonal park olmuştur.
Gözünüzün
alabildiğine yeşillikler içinde 70 yaşında artık kendisi yaşlı bir adam olmuş
oğul Salgado uzun yürüyüşler yapmaktadır. Hatta çocukken hatırladığı arazideki,
kurumuş şelalenin kendisi öldükten tekrar oluşacağından da emindir.
***
Tuza
dönelim tekrar…
Tuz daha
sonraki zamanlarda ”beyaz altın” olarak adlandırılmış ve yapılan birçok iktidar
savaşının da nedeni olmuştu. Roma İmparatorluğu paralı askerlerinin maaşlarını
tuz olarak öderdi, bugün ”salary” olarak kullanılan, İngilizce aylık maaş
sözcüğü de Salt (tuz) sözcüğünden gelmektedir. İnsanın yaşaması için tuz,
altından daha önemli idi, Avrupa caddelerinde beyaz altın ”tuz” nakliyesinin
yapıldığı ”tuz caddeleri” vardı. Almancada birçok şehrin adı tuz, “salz”
(Salzburg, Salzgitter), Keltçe ”hall” (Hallein) ile başlar.
***
“Ulvi bir
inanç için yola çıkmadım, ulvi olmayan insanlarla hayatı, büyüsüz bir dünyayı,
şeyleşmiş bir dünyayı büyülemek istedim, o kadar.” Suphi Nejat Ağırnaslı –
Paramaz Kızılbaş
***
Paramaz’ın
ölümünden bu yana, hayatın anlamı ve ölüm üzerine yoğun olarak düşünüyorum. Bir
yanı ile kendimi yargılamalarım yoğun bir şekilde sürüyor ve ondan bu yana
yaptığım her harekette, aklıma gelen her düşüncede, yüreğime düşen her iyi ya
da kötü duyguda, ikinci bir temize çekiş yaşıyorum.
Bütün bu
yoğun düşünce girdaplarında, sürekli karşılaştığım şey insan ve “kötülüğümüz”
oluyor.
Paramaz
ile birlikte ben yeniden bir doğumu, yeniden bir varoluşu, kendimi yeniden inşa
sürecinin başladığını hissediyordum. Onun gidişi üzerine beni düşünsel olarak
oldukça yoran yazılar yazdım. Benim için kutsal olan gidişini anlatmaya
çalışmama rağmen, bu gidişi, bu ölümü kabul edemedim. Çocuklarımızı
kaybediyoruz ve kaybetmeye devam edeceğiz. Onun, onların acısı, gidişleri, yok
edilişleri, asla kabul edilemeyecek, içsel bir isyan ateşi ile yakıcı bir hal
olarak sürecek bir duruma dönüşmüştü.
***
Dün,
Salgado’nun fotoğrafları ve öyküsünü izledikçe Paramaz’a daha çok yürüdüm.
Varlığımızın
tuzdan oluştuğu, şu gelip geçici dünyada asla kaybolmayacak bir tozlaşmış varlık
olarak ve sürekli geri dönüşümlü maddeler olarak, ona hayatım boyunca
dokunacağımı, onun hayatım boyunca benimle olacağını gördüm.
Paramaz’ın
fiziksel olarak bitirdiğini düşündüğüm hayatının aslında, benden sonra da asla
bitmeyecek bir fiziksellikle, toprağın bütün devinimlerinde olması gereken
şekilde, toprağın ana maddesi olarak varlığını sürdüreceğini gördüm, hissettim.
Yeryüzü
cehennemlerini yaratan biz insanlar, yeryüzünün alevlerinde kavrulurken,
külleşen suretlerimizin aslında “ulvi inançlarla yola çıkmayan, ulvi olmayan
insanlarla hayatı, büyüsüz bir dünyayı, şeyleşmiş bir dünyayı büyülemek
isteyenlerin” olağanüstü bir sadelikle, başkaldırının temel unsuru olduklarını
elimle tutacak, hissedecek kadar canlı gördüm.
Son bir
şey; saf ve vahşi bir gerçekçilik sadeliğindeki Salgado fotoğraflarının her
biri ayrı ayrı çok değerli.
Özellikle
bir fotoğraf ise bana “işte bu benim fotoğrafım” dedirtti.
İzlerseniz
filmi eğer,
bir küçük
Afrikalı çocuk, üstünde yırtık bir gömlek, bedenin alt kısmı çıplak ve yüzü
ilerde görünmekte olan ufuk çizgisine dönük,
ellerinin
birinde sıkıca tuttuğu bir çanak var,
diğer
elinde onunla birlikte yürüyüşe katılmış olan kendisi gibi kaburga kemikleri
görünmekte olan köpeğinin tasmasını sıkıca tutuyor,
ve ufka
doğru kararlılıkla yürüyor.
Gidenler,
yürüyüşlerine devam ediyorlar.
Kararlılıkla…
14.12.2014
No comments:
Post a Comment