Thursday 30 October 2014

Başkalarının Acısına Bakmak - Susan Sontag

"Savaş, iç deşer; savaş, bağırsakları boşaltır. Savaş, teni yakıp kavurur. Savaş, organları bedenden koparır. Savaş, yıkıp yok eder. Ve savaş, insan türünün doğasından gelir." Böyle diyor Susan Sontag, 'tefekkür nesneleri olarak' savaş ve dehşet fotoğraflarından hareketle kaleme aldığı bu sarsıcı kitabında. Daha sonra da, Goya'nın "Savaşın Felaketleri" serisinden Amerikan İç Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Nazi ölüm kamplarının fotoğrafik belgelerine ve daha yakın tarihimizde Bosna, Sierra Leone, Ruanda, İsrail, Filistin ve 11 Eylül 2001 New York City trajedilerine, zaman içinde bir gezintiye çıkıp, asıl olarak şu soruyu yöneltiyor bizlere: "Savaşın ve dehşetin yüzünü sergileyen fotoğraflara bakmaya ne kadar dayanabilirsiniz?" Başkalarının Acısına Bakmak, kesintisiz görüntü bombardımanının tüm hayatımızı kuşattığı bir çağda, Susan Sontag'ın savaş fotoğrafçılığının misyonu ve başkalarının acılarıyla ıstıraplarına duyarlı olmak üzere bir insanlık dersi verdiği son başyapıtı.

(Tanıtım Yazısı'ndan Alıntı)


Robert Capa

1 Kasım’da tüm dünyada ‘Her yer Kobane her yer direniş’


30 Ekim 2014

Dünya Kobane günü ilan edilen 1 Kasım’da saat 14.00’da dünya çapında Kobane’yle dayanışma eylemleri düzenlenecek

Kobane’deki direnişe destek vermek için aralarında Nobel Barış Ödülü sahibi, insan hakları savunucusu Adolfo Perez Esquivel ve Amerikalı filozof ve dilbillimci Prof. Noam Chomsky’nin de aralarında olduğu dünya çapında tanınan çok sayıda kişinin çağrısı ile 1 Kasım Dünya Kobane günü ilan edildi.

Halk Savunma Birlikleri (YPG) / Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) güçlerinin Kobani’de, Irak Şam İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı verdiği direnişe destek olmak amacıyla Avrupa Birliği Türkiye Yurttaş Komisyonu (EUTCC) ve Peace Camping inisiyatifi tarafından yapılan “IŞİD’e karşı, Kobane ve insanlık için küresel seferberlik” çağrısıyla 1 Kasım “Dünya Kobane günü” olarak ilan edildi.

1 Kasım saat 14.00

130 tanınmış şahsiyet ve kuruluşun yaptığı çağrıda, 1 Kasım’da saat 14.00’da tüm dünya ülkelerinde Kobane’ye destek yürüyüşleri düzenlenmesi isteniyor.

Yapılan çağrı metninde şu ifadelere yer verildi:

“Artık tüm uluslararası aktörlere, ‘başka bir siyaset mümkündür’ mesajının verilmesi zamanı gelmiştir. Tüm dünya halklarını Kobane ile dayanışmalarını göstermelerini istiyoruz.

“Sizleri, ‘İmdat Kobane’ demek için düzenlenen eylem gününe katılmaya davet ediyoruz. IŞİD’e karşı direnişi destekleyiniz! Kobane’yi ve insanlığı destekleyin! Şimdi harekete geçme zamanı!”

1 Kasım’da yapılacak Kobane’ye destek eylemlerine katılım çağrısının ilk imzacıları arasında Nobel Barış Ödülü sahibi insan hakları savunucusu Arjantinli Adolfo Perez Esquivel, Amerikalı ünlü filozof ve dilbillimci Prof. Noam Chomsky, eski AP Milletvekili Luisa Morgantini, Britanya Avam ve Lordlar Kamarası üyeleri bulunuyor.

İmzacılar arasında ayrıca, Avrupa, Latin Amerika, Hindistan, Pakistan başta olmak üzere dünya genelinden bilim insanı, siyasetçi, sanatçı, gazeteci ve hukukçu ile birçok insan hakları kuruluşu, dernek ve kuruluş bulunuyor.


Kaynak: imc tv


Savaştan tiksinen şu yürek… / Robert Desnos


Savaştan tiksinen şu yürek bak çarpar olmuş harp için cenk için!
Medcezirle çarpardı şu yürek, uyardı mevsimlere, gündüz saatlerine ve gecenin,
Bak uğurlar olmuş damarlara kızgın bir kan barut dolu nefret dolu.
Gürültüsü sarmış beyni kulaklarda ıslık uğultusu
Sanma ki yankılanmaz şehirlerde köylerde
Bir çan sesi bu çağıran dövüşmeye savaşmaya.
Dinle ben duyuyorum cepheye dönüşümdür o çalan çanın her aksi fakat
Değil, başka yüreklerin gürültüsü bu duyduğum, milyonların gürültüsü yüreğimle bir çarpan Fransa’nın dört yanında.
Bir çarpar olmuş bu yürekler vazifeleri bir,
Kıyılara vuran denizin gürültüsü adımları
Aynı kan akıyor damarlarında ve tek bir emir:
Hitler’e ölüm ve ölüm yandaşlarına!
Tiksinirdi bu yürek oysa çarpardı uyup mevsimlere,
Şimdi tek bir sözcük: Özgürlük, yetermiş uyandırmaya mazinin gazabını,
Bekliyor milyonlarca Fransız gölgelerde doğacak şafağın emirlerini.
Savaştan tiksinen bu yüreklerdi çünkü çarpan özgürlük için, uyup mevsimlere medcezire, gündüze ve geceye.

Robert Desnos, 1943.

Çeviren: Ayberk Erkay



130 aydın Kobane için küresel eylem çağrısı yaptı


21 Ekim 2014

IŞİD çetelerinin Kobane’ye yönelik saldırıları nedeniyle 130 tanınmış kişi ve kuruluş acil eylem çağrısında bulundu. 1 Kasım saat 14’de tüm dünya ülkelerinde Kobane’ye destek eylemleri düzenlenecek

IŞİD çetelerinin Kobane ve diğer bölgelerdeki saldırılarına karşı dünyanın birçok ülkesinden siyasetçi, bilim insanı, aydın, filozof ile sivil toplum kuruluşundan eylem çağrısında bulundu. 130 tanınmış kişi ve kuruluşun yaptığı çağrıda, 1 Kasım’da saat 14’de tüm dünya ülkelerinde Kobane’ye destek yürüyüşleri düzenlenmesi isteniyor.

‘IŞİD’e karşı, Kobane ve insanlık için dünya çapında eylem” başlığıyla yayınlanan çağrı metninde, IŞİD’in 15 Eylül’de Kobane kentine karşı birçok cepheden bir saldırı hareketi başlattığı ve bunun Mart 2014’ten bu yana düzenlenen üçüncü büyük saldırı olduğu kaydedildi.

Kobane’ye yönelik ilk iki saldırının geri püskürtüldüğünün belirtildiği çağrı metninde, IŞİD’in şehri ele geçirmek amacıyla tüm güçlerini bir araya getirdiğine dikkat çekildi.

YPG ve YPJ savaşçılarının Kobane halkının tek umudu olduğuna vurgu yapılan çağrı metninde şöyle denildi: “Geçtiğimiz Ocak ayında Rojava Kürtleri, üç kanton halinde örgütlenen otonom idari sistemlerini hayata geçirdiler. Bu kantonlarda Kobane kuzeyden Türkiye ile sınır iken, diğer yönlerden IŞİD kontrolündeki bölgelerle çevrilidir.

IŞİD, Amerikan üretimi ağır silahları kullanarak Kobane’ye girdi. Yüzbinlerce sivil insan bir soykırım tehdidiyle karşı karşıya. Kobane’de halk ellerindeki hafif silahlarla bu çetelerin barbarca saldırılarına karşı direnirken, kendilerini kurtarmak için sadece YPG ve YPJ birliklerine güveniyorlar.”

Türkiye IŞİD’e yardım gönderiyor

“İşte bu nedenle Kobane’ye destek ve IŞİD’e karşı durmak için dünya çapında eyleme geçmek önemlidir” denilen çağrı metninde, IŞİD karşıtı koalisyonun sürmekte olan bir soykırıma tanık olmasına rağmen, Kürtlerin direnişine gerekli desteği vermediğinin altı çizildi.

Çağrı metninde şöyle devam edildi: “Koalisyon, uluslararası hukukun gereği olan yükümlülüklerini yerine getirmedi. Türkiye başta olmak üzere bu ittifaka üye birçok ülke IŞİD’e askeri ve mali destek verenler arasında yer alıyor; ihtiyacı olanlara değil.”

1 Kkasımda tüm dünya da Kobane için meydanlarda

Uluslararası topluma Kobane’deki Kürt direnişine destek verilmesinin istendiği çağrı metninde, bunun Ortadoğu’da demokrasinin kök salması için önemli olduğu vurgulandı. Metinde, “Rojava’daki demokratik özerk otonom idare modeli, Suriye’deki tüm halklar için örnek teşkil etmektedir. Bu model çoğulcu ve laik iken, farklılıklar içinde birliği gerçekleştirmeye imkan sağlıyor” denildi.

Kobane şahsında Kürt ve diğer halklara karşı gerçekleştirilmek istenen soykırımın engellenmesi için gecikmeden harekete geçilmesi istenen çağrı metninde, 1 Kasım günü saat 14:00’de tüm dünyada destek eylemleri yapılması istendi.

Çağrı metni şu sözlerle sonlandırıldı: “Artık tüm uluslararası aktörlere, ‘başka bir siyaset mümkündür’ mesajının verilmesi zamanı gelmiştir. Tüm dünya halklarını Kobane ile dayanışmalarını göstermelerini istiyoruz. Sizleri, ‘İmdat Kobane’ demek için düzenlenen eylem gününe katılmaya davet ediyoruz. IŞİD’e karşı direnişi destekleyiniz! Kobane’yi ve  insanlığı destekleyin! Şimdi harekete geçme zamanı!

1 Kasım’da yapılacak Kobane’ye destek eylemlerine katılım çağrısının ilk imzacıları arasında Nobel Barış Ödülü sahibi Arjantinli Adolfo Perez Esquivel, Amerikalı ünlü filozof ve dilbillimci Prof. Noam Chomsky, eski AP Milletvekili Luisa Morgantini, Britanya Avam ve Lordlar Kamarası üyeleri bulunuyor. İmzacılar arasında ayrıca, Avrupa, Latin Amerika, Hindistan, Pakistan başta olmak üzere dünya genelinden bilim insanı, siyasetçi, sanatçı, gazeteci ve hukukçu ile birçok insan hakları kuruluşu, dernek ve kuruluş bulunuyor.

Kaynak: ANF


 http://www.sendika.org/2014/10/130-aydin-kobane-icin-kuresel-eylem-cagrisi-yapti/

Dekadans ve Ölüm I Orçun Ünal

İç organlarına kadar donmuş bu hayvanın karnının içinde küçük, yumuşak ve kaygan şeyler var. Birini tiksintiyle kavrayıp karnından dışarı çıkarıyorum: Doğmak için can atan bir yavru. Feneri alıp ölü yavruyu yakından inceliyorum. Bütün uzuvları oluşmuş. Kapalı gözleri, siyah burnu ve küçücük patileriyle hâlâ yaşıyormuş gibi duruyor. Bütün aradığım bu muydu? Elimi tekrar kurdun karnına sokup aslında aramadığım bir şeyi arıyorum. Tostoparlak duran diğer yavrulara dokunuyorum.


Dört haneli bir köy, rüyada görülen atlıların, karla birlikte kendisini yok etmeye gelmesini bekliyor… Bir profesör, üniversite binasının sessizliği içinde kendisi ile yıllanmış eşyalar arasında bir fark görmüyor… Robin Hood ruhlu bir hikâye satıcısı, hikâye yoksunluğu çeken insanlara, başka insanlardan aldığı hikâyeleri satıyor… Abu Mihran, herkesten birkaç kat daha iri bir diktatör ve üstünde artık çocuk kalmayan diktatörlüğünde yaşıyor… Ölümü icat eden insanlar… Abisinden çaldığı karısının intiharıyla hesaplaşan yaşlı bir adam… Her biri sorularla dolu karakterler, öyküler. Güncelin gerçek sorunlarına fantastik öğeler katarak cevap arayan bir ilk kitap. 83 doğumlu Orçun Ünal, 2006 ve 2013 arasında öldüğünü ve bu öyküleri in morte yazdığını söylüyor.
                                                                                                   
                                                                                                   Orçun Ünal







Orçun Ünal 1983 yılında doğdu. Okumadı. Kendi isteğiyle dekadan oldu. 2006 yılında öldü, 2013 yılında dirildi. İlk öykü kitabı Dekadans ve Ölüm’deki bütün öyküleri in morte yazdı. Maalesef hâlen (tekrar öleceği güne kadar) yaşamaktadır.

Marx’ın Fahişeleri (2): “Komple Muamele” / Mehmet Mutlu


Ağu 2, 14 • Hariçten Gazel, Kör Kâtip

Savaşanların gündeminde sevişenler var! Memleket solu fuhşu münazara ediyor.
Hararetli tartışmanın odağında seks işçisi kavramı durmakta ve neredeyse her konuda olduğu gibi bu konuda da kafalar “orospu bohçası” gibi karmakarışık. Bazıları fahişeliği ağzına küfür diye alıyor ama “Çanakkaleli Melahat”i[1] kardeşi bilen devrimciler de yok değil. Meseleye “sermaye”nin kitabını yazmış olan Marx’ın penceresinden bakıldığı ise söylenemez.

Bu yazı mevcut kafa karışıklığını Marx’ın kavramları ve yöntemine başvurarak aşmayı öneriyor ve bu yolla gerçekleştirdiği çözümlemenin sonucu olarak da seks işçisi kavramsallaştırmasının geçerliliğini savunuyor.

Marx’ın emek süreci olarak tanımladığı güzergâhı takip ederek, herhangi bir uğraşın iş olup olmadığı sınanabilir. Bu sınama seks işçiliği için de mümkündür. Dolayısıyla, seks işçiliği bu yazıda, emek sürecinin güzergâhı üzerinde bulunan meta, emekgücü, kullanım ve değişim değeri, toplumsal emek, eşdeğer ve göreli biçim, para-meta kavramlarıyla tartışılıyor.


   (Harvey, 2012, s. 124)

Marx, emek sürecini (daha da önemlisi bütün kapitalizm çözümlemesini) meta kavramıyla başlatır. Kapitalizm koşullarındaki her türlü ticari muamelatta olduğu gibi, ticari seks piyasası da metaların alım satımına dayalıdır. Bu nedenle, fuhuşla ilgili çözümlemeye de buradan başlanabilir, başlanmalıdır.

Seks İşçisi Ne Satar?
Gündelik dilde, fahişenin, bedenini sattığı söylenir. Benzer bir biçimde, “solcular” da fuhuş konusu açıldığında, çoğunlukla kadın bedeninin metalaşmasından dem vururlar.
Peki, gerçekten böyle midir? Fahişe bedenini mi satar? Bir başka biçimde sorarsak, ticari sekste meta, beden midir? Bu soruya verilen yanıtlar, solun fuhuş karşısındaki konumlanmasını belirleyen ayrım noktasıdır.
Yanıtlardan biri, yukarıda da anıldığı gibi metanın “kadın bedeni” olduğunu öne sürer. İki kelimelik bu yanıt, en az iki yanlışı içerir: Bunlardan ilki seks işçisinin kadın olduğunu, diğeri ise metanın beden olduğunu varsaymasıdır.
İkinci yanıt, ticari sekste metanın beden değil, cinsel hizmet olduğunu söyler. Bu noktada, seks işçileri Sevtap ve Yeşim’in içeriden gelen seslerine kulak verilmesinde fayda var. Bilhassa, bilinci belirleyenin yaşam olduğunu Marx’tan, her insanın bir entelektüel olduğunu Gramsci’den öğrenmiş olanlar tarafından…
Kimseye bir şey sattığım yok, gördüğün gibi bedenim bende duruyor. Ben müşterilerime cinsel zevk sunuyorum…

(Seks işçisi Sevtap, röp. Kemal Ördek, 2013)
… bu meslekte bedenimizi kimse bizden satın almıyor. Biz hizmet sunuyoruz, zevk sunuyoruz. Müşteri gelip hizmetini alır gider. Kimse kimseye bedenini kiralamıyor.
(Seks işçisi Yeşim, röp. Kemal Ördek, 2013)
Öznel anlatılara itibar etmeyenler ise Marx’a kulak kabartabilirler:
Tiyatro, konser, genelev vb. işletmecisi aktörün, müzisyenin, fahişenin vb. emek gücü üzerindeki geçici tasarrufu satın alır.
(Marx, 1998)

Fahişenin bedenini sattığını ya da kiraladığını söylemek, tıpkı işçinin emek sürecinde bedenini sattığı ya da kiraladığını zannetmek gibi yanıltıcı olacaktır. İşçi, bedenini (ya da emeğini) değil, emek gücünü[2] satar. Aynı şey seks işçisi için de geçerlidir. Bu nedenle, seks işçiliğinde meta, beden ya da bedenin geçici süreyle cinsel kullanımı değil, seks işçisinin emekgücü sayesinde üretilen, kullanım değeri ve değişim değeri olan belirli bir seks hizmetidir. Bir meta olarak seks hizmetinin kullanım değeri alıcının cinsel arzularını tatmin etmesi ve cinsel memnuniyet sağlaması, değişim değeri ise metada vücut bulan toplumsal emek, yani sunulan seks hizmetine içkin somut ve soyut emektir.[3]


“Vizite 45 TL”
Ticari seksin farklı biçim ve mekânlarında (genelevde, sokakta ya da sanal ortamda) mutlaka bir tarife geçerlidir. Bu tarife, ücreti belirlediği gibi hizmetin (“muamele”nin) kapsamını ve/ya sınırlarını da belirler. Örneğin, “vizite ücreti” sadece cinsel birleşmeyi kapsarken, ön sevişme yahut oral ya da anal ilişki için ayrı bir tarife geçerlidir. Umumhane lügatindeki “komple muamele” kavramı ise ön sevişme ya da oral ve/ya anal ilişkinin de dâhil olduğu tarifenin karşılığıdır.

Vizite 45 TL. Vizitenin yarısını patron, yarısını kız alır. Bahşiş de alırsın.
(Seks İşçisi Ahu, röp. Sibel A. Yengin, 2013)
150 TL. Anal ve kondomsuz ilişkiye girmiyorum. Fetiş ve kölelik için arayabilirsiniz.
(Seks işçisi Liza, bir eskort sitesindeki ilandan)

Seks hizmeti, başka mal ve hizmetlerin alım satımında olduğu gibi yaygın olarak para, kimi durumlarda ise çıkar[4] karşılığında sunulur. Bununla birlikte, telefon ya da internet vasıtasıyla gerçekleştirilen sanal sekste olduğu gibi, kontör ya da kredi olarak adlandırılan ve aslında kendisi de sanal bir değer olan paranın sanal biçimleriyle de ödenebilir. Burada çözümlememiz açısından önemli olan nokta, meta ile başlayan emek sürecinin para-meta biçimini alarak sonlanmasıdır.

Buraya kadar yazılanlar, seks işçiliğinin neden bir iş olarak adlandırılabileceğinin ya da adlandırılması gerektiğinin kuramsal dayanaklarını sunuyor. Yazının geri kalanında ise seks işçisi kavramına hücum edenlerin dillendirdiği belli başlı argümanlar tartışılacak.



Seks İşçisinin Cinsiyeti
Ticari sekste metanın “kadın bedeni” olduğunu iddia etmenin yanlış olacağı yukarıda belirtilmişti. Böylesi bir kabul, sektördeki cinsiyete dayalı farklılaşmayı göz ardı etmesi nedeniyle sorunludur. Ticari seks sektöründe sadece kadınlar değil, LGBTİ bireyler ve erkekler de (jigolo, rentboy) çalışmaktadır.

Benzer bir biçimde, seks işçisi kavramının sektörde fahişeliğin gölgesinde kalan işlerde çalışanları da kapsadığını belirtmekte fayda var. Sektörün ana hatlarını haritalamaya çalıştığımızda, fahişeliğin yanı sıra erotik ya da porno film oyuncularını[5], görüntülü ya da sesli sanal seks hatlarında çalışanları, erotik dansçıları, konsomatrisleri, sexshopları vb., kapsayan bir kroki beliriyor.


İşçinin Bedeni ve Benliği
Seks işçisi kavramının günah listesine yazılan bir diğer iddia, beden ile benlik arasındaki ayrıştırılamaz ilişkiyi göz ardı ettiğidir. Buna göre, fahişe sadece bedenini değil, aynı zamanda benliğini de satmakta, bu nedenle benliği de tecavüze uğramaktadır. Buradan yola çıkarak da, seks işçiliği kavramının, fahişeyi ruhsal ve fiziksel olarak insanlıktan çıkaran bu ilişkiyi görmezden geldiği öne sürülür.

Benlik ile beden arasında kurulan bu türden (özcü ve indirgemeci)[6] bir ilişki ayrıca tartışılabilir. Ancak bu haliyle kabul ettiğimizde dahi seks işçisi kavramına yönelen bir eleştiri olması anlamsızdır. Başka iş kollarında ve seksin ticari olmayan biçimlerinde de bedene ve benliğe yönelen benzer şiddet ve aşağılama pratikleri söz konusudur. Seks işçisinin maruz kaldığı şiddete evli bir kadının cinsel ilişki sırasında eşi tarafından uğramadığı ya da seks işçisinin yaşadığı aşağılanmayı temizlik işçisinin deneyimlemediği söylenemez.

Altını çizerek belirtmekte fayda var: Seks işçiliğinin neden bir iş olamayacağını kanıtlamak için, çoğunlukla seks işçilerinin emek süreçlerinde yaşadıkları şiddet ve aşağılanma deneyimleri delil gösterilmektedir. Oysa bunlar seks işçiliğinin bir iş olmadığını kanıtlamaz, aksine sınıfın hangi deneyimlerle oluştuğunu betimler.


Bir Fuhuş Yuvası: Aile
Cinselliği yatak odasından çıkartarak kapitalist piyasa ilişkileri alanına çektiği iddiası, fuhşun (dolayısıyla seks işçiliği kavramının) sırtına yüklenen günahlardan bir diğeridir.[7] Oysa kapitalizmde ve diğer sınıflı toplumlarda cinselliğin iktisadi ilişkiler alanına dâhil edilmesi fuhuş değil, öncelikle aile aracılığıyla gerçekleşmiştir. Kadının tek eşliliğine dayalı ailenin, özel mülkiyetin korunmasını amaçlayan bir sınıflı toplum kurumu olduğunu Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni isimli eserinden biliyoruz. “Fahişe” ya da “orospu” terimlerinin, ticari olmayan ve evlilik dışı cinsel ilişkilere giren kadınlar için de (ama sadece kadınlar için) kullanılması bu bağlamda oldukça manidardır.

Fuhuş, cinselliği iddia edilenin aksine özel alandan değil, özel mülkiyetin yeniden üretimi ve bekasını sağlayan aile kurumunun alanından çıkartmaktadır. Burada, Engels’in tekeşlilik ile fuhşu aynı toplumsal durumun birbirinden ayrıştırılamaz karşıtlıkları olarak tanımladığı hatırlanabilir. Ancak özellikle belirtmek gerekir ki, böyle olması fuhşun kapitalist toplumda oldukça büyük bir sektör halini aldığını ve bu sektördeki sömürü ilişkilerini inkâr etmez.


Fahişenin Sınıfı
Ticari seks endüstrisinde farklı çalışma biçimleri söz konusudur. Bu çalışma biçimleri, tekil olarak fahişenin, ürettiği ve satışa sunduğu metayla ilişkisine göre farklılaşmaktadır. Bu ilişki, seks işçisinin sadece sınıfsal konumuna işaret etmez, aynı zamanda farklı konum ve işlevleri ifade eden kavramsal sınırlara temas edebildiğini de gösterir.

Seks işçilerinin kapitalizm koşullarındaki en yaygın çalışma biçimi ücretli işçiliktir. Bir kuruluş (genelev, ajans) ya da kişi (pezevenk) tarafından çalıştırılan seks işçisi, çalıştığı saat ya da birlikte olduğu kişi sayısı üzerinden belirli bir yüzde ya da sabit bir miktar alır. Bir başka deyişle, patron artı-değere el koymaktadır. Bu çalışma biçiminde, kapitalizmin bütün karakteristiklerinin görüldüğü söylenebilir. Örneğin azami kar hırsı:
Bayramlar, asker sevkiyatı, maç günleri genelevin en yoğun olduğu günlerdir. Bir günde 70 kişiye satıldım.

(Seks İşçisi ve Bağımsız Milletvekili Adayı Ayşe Tükrükçü, röp. Selin Ongun, 2010)
Sektördeki bir diğer çalışma biçimi, kendi hesabına çalışmadır. Bu çalışma biçiminde seks hizmeti, aracı olmaksızın doğrudan satılır. Seks işçisinin bazı üretim araçlarına, örneğin kendine ait veya kiraladığı bir çalışma mekânına ya da iletişim araçlarına sahip olduğu varsayılırsa, küçük burjuva olduğu söylenebilir. Ancak, bu çalışma biçimi homojen bir karaktere sahip değildir, çeşitli toplumsal değişkenler ve güç ilişkileri tarafından belirlenerek farklılaşmaktadır. Örneğin, sadece beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını ya da bağımlığı olduğu keyif verici maddenin masraflarını karşılamak için kendi hesabına çalışan lümpen proleter seks işçilerinin sayısı oldukça fazladır.

Bilindiği gibi, sınıfın hayalleri ve ufku, içinde bulunduğu maddi pratikler tarafından belirlenir. Bir tekstil işçisinin hayali konfeksiyon atölyesi ya da terzi dükkanı açmak, geri dönüşüm işçisininki ise ardiye sahibi olmaktır. Benzer bir durum ticari seks endüstrisi açısından da geçerlidir. Seks işçilerinin kendi işlerini kurarak başka seks işçilerini istihdam etmeleri, yani patronluk yapmaları da söz konusudur.

Burjuva ahlakının sınırları gibi burjuva ekonomisinin kategorilerini de belirsiz kılan seks işçisi, esasen işçi, çoğunlukla küçük burjuva ya da lümpen proleter, kimi durumlarda da kapitalisttir.[8]


Ücretli Seks Köleliği vs. Ücretli Kölelik
Ticari seks sektöründe, özellikle insan ticaretiyle kesiştiği alanlarda, kölelik ya da köleliktekine benzer çalışma koşullarına da rastlanmaktadır. Bu koşullarda bedenin bir meta ya da üretim aracı gibi alınıp satıldığı kabul edilebilir. Ancak buradan yola çıkarak fahişeliğin seks köleliği, seks işçisi kavramının ise bunu gizleyen, süsleyerek sunan ya da meşrulaştırmaya çalışan bir kavram olduğunu iddia etmek birkaç nedenle yanlış olacaktır.
Yukarıdaki bütün satırların anlatmaya çalıştığı üzere, sektörde yaygın olan çalışma biçiminin kölelik değil, ücretli kölelik yani işçilik olmasıdır. Dolayısıyla, iddia edildiği gibi seks işçiliği kavramı köleliği gizlemeye değil, aksine kölelik iddiası açıkça görülebilir olan işçilik olgusunu bulanıklaştırmaya hizmet etmektedir.

Türkiye’de 2013 yılının rakamlarıyla 40 bin kadın vesika almayı bekliyor. Bu tablo, piyasaların ruhundaki doyumsuz arz(uy)a ve meselenin seks işçilerini mağdurlaştırıcı hikâyelere sığdırılamayacak yapısal temelleri olduğuna işaret ediyor.
Bunlarla birlikte, seks işçisi kavramının fuhuş sektöründeki kölelik olgusunu gizlediğini söylemek, köleliği işçilikten daha kötü bir hal varsayması nedeniyle de yanlıştır. Oysa Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da söylediği gibi işçi çalıştığı her an köleleşmektedir:
İşçiler, yalnız burjuvazinin ve burjuva devletinin köleleri olmakla kalmaz, her gün ve her saat, makinenin, postabaşının ve öncelikle de şahsen fabrikatör burjuvanın kendisinin kölesi durumuna düşerler.
(Marx ve Engels, 2011)


Erken Marx, Ergen “Marksist”
Van der Veen’in belirttiği üzere, seks işçisi kavramı etrafındaki bu tartışma, Althusser’in tanımladığı biçimiyle “Genç Marx” (1844 El Yazmaları ve öncesi ) ile “Olgun Marx” (özellikle Grundrisse, Kapital ve Artı-Değer Teorileri) arasındaki bir polemik olarak da okunabilir. Marx’ın erken dönem çalışmalarının odağında yer alan emek, metalaşma, yabancılaşma vb. kavramlar, yaşanan epistemolojik kopuş sonrasında yerini emek süreci, meta, kullanım ve değişim değeri, soyut ve somut emek, artı değer vb. kavramlara bırakmıştır. Bir başka deyişle, Marx’ın çalışmasının odağı metalaşmadan sınıfa kaymıştır.
Buradan yola çıkarak, seks işçisi kavramsallaştırmasına metalaşma ile yabancılaşma kavramlarına başvurarak ve ahlakçı bir konumdan hücum edenlerin “Genç Marx”ın okurları olduğu öne sürülebilir.


Zührevi Olmayan Bir Hastalık: Fahişefobi
Fahişefobi ya da orospufobi (whorephobia)[9] kavramı fahişelerden korkma ya da onlara nefret duyma durumunu tarif ediyor. Fahişefobinin sınırları, fahişe imgesiyle kodlanmış hal ve hareketlerin fahişe olmayan kadınlara da devredilerek genel bir kadın düşmanlığı halini almasına ya da kadınların bu kodlar nedeniyle kendilerini sınırlamalarına kadar genişleyebiliyor. (Örneğin, “Fahişe gibi giyinmek” ithamı, bu fobinin yaygın tezahürlerinden biri olarak kabul edilebilir.) Böylesi bir kavramın, seks işçiliğine yönelik memleketteki tutum ve davranışların anlaşılmasında işlevsel olabileceğini düşünüyorum.
Bilhassa belirtmek gerekir ki, fahişefobi çaresiz bir hastalık değil. Fuhuşla ilişkili birçok hastalığın aksine temas yoluyla bulaşmıyor, tam tersine temas yoluyla iyileşebiliyor.


Suç ve Ceza
Fahişeliğin bir meslek olmadığını savunanlar, aynı zamanda bir suç olduğunu da iddia ediyorlar. Mesele elbette Marksist kriminolojinin penceresinden de tartışılabilir ancak bu iddianın dayanaklarına yukarıdaki satırlarda zaten yanıt verildi. Kısaca tekrar etmek gerekirse, fuhuş suç değildir, aksine suçla ilişkilendirilmesine son verilmelidir.
Seks işçiliğinin bir iş olmadığını savunan argümanlarla tanımlanan suç ve ceza, öncelikle amele pazarlarında “bedenini satan” ya da vida sıktığı fabrikada ürettiğine yabancılaşan işçinin suçlanması ve cezalandırılmasını gerektirir. Aynı şekilde kadının tek eşliliğine dayalı ve kadına yönelik şiddetin sıradan bir gündelik pratik olarak devam ettiği ailenin de cezası kesilmelidir. Bilhassa, küçücük çocuklarına çıraklık yaptıranlar ya da öz çocuklarını para karşılığında çocuk gelin olarak satan ebeveynler en ağır cezayı almalıdır. İroni uzatılabilir ancak dikkat çekici bir gerçeğe dönmek daha faydalı olacak: Bugünlerde fuhşu tartışan memleket solunun önemli bir kısmının yayınlarında “çocuk gelin” kavramı bir kere dahi anılmış değil!

 Son söz: “Dünyanın bütün seks işçileri birleşin”

Şimdi seks işçiliği diyoruz; orospuluk yani. Seks işçiliği ismi birazcık da rahatlattı diye düşünüyorum ben. Aslında o işin de gerçekliğini öldürüyo. Orospu denmeli, fahişe denmeli, hoşuma gider benim. Seks işçiliği diyince içini boşaltmışsın gibi geliyo bana bi yerde. Ne zaman sendikalaşırız, ne zaman bu işten dolayı bi sigortamız olur, o zaman seks işçiliği derim ben buna.
(Seks İşçisi Burcu, röp. Necmi Erdoğan, Birgün, 2012)

Seks işçileri emek süreçlerinde karşılaştıkları sömürü ve şiddetle başa çıkabilmek, güvenlikli çalışma ve güvenceli gelecek mücadelesi vermek için dünyanın birçok yerinde sendika ya da dernekler altında örgütleniyor, sokağa çıkıyorlar.[10] Türkiye’de de bir sendika girişimi olan Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği’nde örgütlenen seks işçileri, seks işçiliğinin bir meslek olarak tanınmasını talep ediyorlar.
Türkiye devrimci hareketinin tarihinde seks işçileriyle kurulan temaslar yok değil. Buna ilişkin deneyimler henüz yazılmamış olsa da, örneğin Ankara genelevinde çalışan seks işçilerinin ‘70’li yıllar boyunca devrimciler tarafından örgütlendiğini, hatta bazı devrimcilerin 12 Eylül günlerinde burada saklandığını biliyoruz.

Seks işçiliği dâhil işçiliğin her türlüsünün ortadan kalkacağı, sömürünün ve eşitsizliklerin son bulacağı bir dünyanın mücadelesini verenler, seks işçilerinin örgütlenme mücadelelerine de omuz vermeli, onlarla dayanışmalı. Niye olmasın ki? Belki de tam zamanı!
Niye olmasın ki? Hatta şimdi tam da zamanı diye düşünüyorum böyle şeylerin. Kadın cinayetleri çoğaldı… Artık kadınların da gözleri açıldı; şimdi biçoğu erkeğe o kadar köle değiller eskisi gibi. Şimdi bu noktadalarsa demek ki bi beş yıl sonra daha güzel yerlerde olabiliriz. Ama bunu yapan onlardan biri olmalı ki onları anlasın. Ben içlerindeyim; onların beklentisinin ne olduğunu, onları nerden nası bağlıycamı çok iyi biliyorum. Ama vaktim yok ki. Vaktim olsa, bak nasıl olurmuş örgütlenmek.
(Seks İşçisi Burcu, röp. Necmi Erdoğan, Birgün, 2012)

01.08.2014

Not: Umumhane Teorisine Giriş alt başlıklı ilk yazıda belirtildiği üzere, bu dizi başlangıçta üç bölüm olarak planlanmıştı. Ancak yukarıdaki satırlardan oluşan ikinci bölüm, konuyla ilgili düşüncelerin neredeyse tamamını kapsıyor. Yazının başlığı biraz da bu yüzden “Komple Muamele”. Özetle, şimdilik noktayı koyuyorum.

—–

[1] Ece Ayhan’ın Melahat Geçilmez şiirine göndermeyle.
[2] “Emek-gücü ya da emek kapasitesi sözünden, insanın, kendisinde bulunan ve hangi türden olursa olsun bir kullanım-değeri üretirken harcadığı ussal ve fiziksel yeteneklerin bütünü anlaşılmalıdır.” (Marx, 2003, s. 157)
[3] (Van der Veen, 2001, s. 43) ve (Ward, 2007, s. 16)
[4] Bununla ilgili olarak, popüler kültür metinlerinde telaffuz edilen “tezgâh arkası” söylemi hatırlanabilir.
[5] Ticari seks endüstrisinin bir parçası olan porno ve erotik film sektöründeki çalışma koşulları hakkında fikir sahibi olmak için “9 to 5: Days in Porn” isimli belgesel filme göz atılabilir.
[6] (Van der Veen, 2001, s. 41)
[7] (Ward, 2007 s. 16)
[8] (Ward, 2007 s. 16 ve 18)
[9] İlişkili bir kavram da everyday whorephobia. Bu kavram da sıradan ya da gündelik fahişefobi biçiminde tercüme edilebilir. Fahişefobi kavramıyla ilgili bir blog makalesi için: http://www.theguardian.com/commentisfree/2010/jun/23/sex-workers-whorephobia
[10] (Gall, 2006)
—-
Kaynakça
Altan, E. (6 Mart 2014) Kırmızı Şemsiye: ‘Seks işçiliği meslek olarak tanınsın’, Sendika.org
Engels, F. (2012) Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, (çev. Kenan Somer), Ankara: Sol Yayınları.
Erdoğan, N. (26 Temmuz 2012) Seks işçisi Burcu: Vaktim olsa, bak nasıl olurmuş örgütlenmek!, Birgün Gazetesi.
Gall, G. (2006) Sex Worker Union Organising, London: Palgrave Macmillan.
Harvey, D. (2012) Marx’ın Kapital’i İçin Kılavuz, (çev. Bülent O. Doğan), İstanbul: Metis Yayınları.
Marx, K. (1988) Artı-Değer Teorileri 1, (çev. Yurdakul Fincancı), Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K. (2011) Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, (çev. Muzaffer Erdost), Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K. (2011) Kapital 1 (çev. Alattin Bilgi), Ankara: Sol Yayınları.
Ongun, S. (9 Mart 2010) Bir günde 70 kişiye satıldım, T24.
Ördek, K. (2013) Seks İşçiliği: Mitler ve Gerçekler, Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği.
Seks İşçileri Manifestosu (1997), Kalküta.
Tahaoğlu, Ç. (4 Ocak 2013) Zürafa Sokak’ta eylem var, Bianet.
Van der Veen, M. (2001) “Rethinking Commodification and Prostitution: An Effort at Peacemaking in the Battles over Prostitution”, Rethinking Marxism , 13 (2): 30-51.
Ward, H. (2007) Prostitution: Marxism versus Moralism

“Bu yazı dizisi umumhane.wordpress.com adresinde yayınlanmaktadır ve yazarının bilgisi dahilinde sitemize eklenmiştir.”

Wednesday 29 October 2014

Kürtler vahşidir öyle mi! FREDERIKE GEERDINK

29/10/2014 13:49
Sakallar mesela. Diyarbakır ve Türkiye’nin doğu güneydoğusundaki şehir ve kasabalarında birçok erkeğin, PKK yanlıları tarafından ‘islamcı’ ve ‘IŞİD destekçisi’ olarak algılanıp saldırıya uğramamak için kestiği sakallar…

Bu haber birçok gazetede yer aldı. Herkes hikayeyi kopyaladı ve hatta yurt dışı basınında bile yer verildi. Tabii hikayenin doğru olup olmadığını araştırmamak aptallık olurdu. Sonunda bir gazeteci yaptı bunu; Al Monitor’dan Pınar Tremblay…

Yazısında T24’ün Diyarbakır’da ikamet eden köşe yazarı Nurcan Baysal’ın yazısından bir kesit verdi: ‘Bu haberin doğru olduğuna inanmıyorum. Burada hala birçok adam sakallı geziyor. Kürt Hizbullahı veya IŞİD üyeleri, hiçbiri kimliğini saklamaya çalışmıyor.’ Tremblay eklemiş: ‘Al-Monitor’un irtibata geçtiği, Sünni İslamcı parti Hüda-Par’ın hiçbir üyesi de sakalını tıraş etmemiş.’

Haberin gör dediği gerçek: Nefret söylemi

Diyarbakır’da yaşayan biri olarak benim de bu haber hakkında şüphelerim vardı. Hayatlarını sakallı geçiren adamlar, öldürülme korkusuyla bir panik anında gidip hemen tıraş mı olacaktı? Sokaklarda sakallı adamları öldürmeye çalışan infaz timleri dolaşıyormuş gibi.

Maalesef, o esnada başka işlerle meşgul olduğumdan, haberin ayrıntılarını araştırma fırsatım olmadı. İş için hem İstanbul’a hem de Suruç’a seyahat ediyordum.

Peki, sakalını tıraş eden adamlar haberi gibi aslı astarı araştırılmayan haberler neye örnek teşkil ediyor? Medyanın yarattığı ‘nefret söylemi’ne…

Nefret söylemi genellikle insanları şiddete sevk eden ifadelerin adı… Geçen hafta İstanbul’da Hrant Dink Vakfı’nın bu meseleye dair düzenlediği kısa sempozyumda da medyada göze çarpan yönlendirici ve nefret dolu habercilik örnekleri paylaşıldı. Bu tip haberler, toplumumuzda var olan azınlıklar—özellikle halihazırda mimlenmiş gruplar—hakkında bariz biçimde olumsuz bir imaj çiziyor. Bir yalan ne kadar çok tekrarlanırsa, o kadar gerçek algılanmaya ve değerlendirilmeye başlar.

Peki, sakal haberinin mesajı nedir? Kürtler vahşe insanlardır, doğal olarak insan öldürmeye meyillidirler. Özellikle da dindar Müslümanları…

Dersim’de başladı

Kürtlerin vahşi insanlar olduğu mesajı, aslında son on yıllardın, hatta bir asırdır Kürtlerle ilgili anlatıya cuk oturuyor. Dersim katliamları buna güzel bir örnek mesela. Orada yaşayan medeniyetsiz, barbar Kürtler devlete karşı isyan başlattıklarından susturulmak zorundaydı.

Oysa Dersim Kürtlerinin lideri Seyit Rıza gerçekte bir isyan lideri değil direniş lideriydi. 1937 ve 1938’deki katliamlar aslında önceden titizlikle planlanmıştı. Seyit Rıza ve yandaşları, başlarına ne zaman neyin geleceğini çok iyi bildiklerinden, vargüçleriyle kaderlerine karşı direndi.

Ama asıl vahşi Türk devletiydi, Kürtlerden çok daha donanımlıydı Dersimlileri yeryüzünden silmeye kararlıydı. Sildi de…

Güçlükonak örneği

PKK’yi Kürtlerin haklarıyla alakasız bir terör örgütü olarak mimlemek de Kürtleri köşeye sıkıştırma planının bir parçasıydı. Bunun bir örneği 1996’daki Güçlükonak katliamadır; bir minibüse saldırılıp 11 kişi diri diri yakılmıştı.

Güvenlik güçlerine göre fail PKK’ydı. Herkes inanndırıldı buna, medya devlet kontrolündeydi ne de olsa. Oysa saldırıyı gerçekleştiren ve suçu da PKK’ya yükleyen Türk ordusundan başkası değildi.

Kürt algısı

PKK’yi terörist bir oluşum olarak gösterme çabası, sadece bu tip cinayetlerden ibaret değildi tabii. Kürt meselesi bütünüyle öyle bir bağlama oturtuldu ki sadece PKK değil Türkiye’de yaşayan tüm Kürtlerin cinayete meyilli teröristler olarak algılanmasına sebep oldu.

Bugün bile birçok Türk’e göre ülkelerinin güneydoğusu tehlikeli bir bölge; orada yaşayanlar doğuştan şiddete meyilli ve teröristler sizi her an öldürebilir.

Medya günahları

Şimdi sakal haberinin içinde yeşerip büyüdüğü ‘verimli zemin’i görebiliyor musunuz? Batı medyasında bu haber, gazetelerde ve haber sitelerinde genellikle ‘komik’ haberlerin yer verildiği dikkat çeken bölümlerde yayınlandı. Maalesef medya bu tip haberlerin ne kadar zararlı olduğundan haberdar değil.

Belki Türkiye dışındaki ülkelerde, masalarında oturmuş haber yapan medya çalışanlarını suçlayamazsınız ama Türkiye’deki medya camiasının bu dinamikleri çok iyi biliyor olması lazım. Kürtleri özellikle ve bilinçli olarak vahşi insanlar olarak sergilemeye çalışmıyorlar ama bu tip haberlerin sonucu bu; en azından bilinçaltınd. Medyayı takip edenlerin de bu dinamikleri göz önünde tutmaları gerekiyor.

Türk medyası, bu ‘verimli zemin’in oluşmasına katkıda bulunduğunu bilmeli.  Şu viral sakal haberi gibi hikayelerin Türkiye’de barışçıl bir ortal oluşmasına hiçbir faydasının dokunmadığını da. Sakal haberi fazlasıyla ‘cazip’ olabilir, ama yayınlamadan önce doğruluğunu teyit edin, değilse de yayınlamayın…

O saldırılar da aynı derecede zararlı

Bu noktada şunu da eklemeyelim; o tür haberler elbette ülkedeki barış sürecine katkıda bulunmuyor ama bu ay başında Kobani’de işler yoldan çıktığında Diyarbakır’daki İslamcı parti mensuplarına gerçekleştirilen saldırılar da öyle…

Bu saldırılarla ilgili videolar seyrettim, fotoğraflar gördüm ve kısmen de olsa otopsi raporlarını da okudum. Korkunçu ve mide bulandırıcıydı. Suçluların en kısa zamanda bulunup adalete teslim edilmesi lazım.


 http://www.diken.com.tr/kurtler-vahsidir-oyle-mi/

Thomas Dodd










 






















Yüreğin Pedagojisi I Paulo Freire

“Ben fizyolojik yaşam sistemi içerisinde bir varlık değilim. Ben dünya içinde, dünyayla birlikte ve diğerleriyle birlikte bir varlığım. Bir şeyler yapan, bilen, ihmal eden, konuşan, korkan, risk alan, düş kuran, aşık olan, sinirlenen ve kendinden geçen bir varlık. Yalnızca bir nesne olmayı reddeden bir varlığım. Teknoloji tarafından biriktirilen karşı çıkılamaz güç önünde, onun bir insan ürünü olduğunu bilerek, baş eğmeyen bir varlığım."

Farklı yüreklerdeki benzer yaşanmışlıkları ve ortak istemleri, Ezilenlerin Pedagojisi'nin yazarı Paulo Freire'nin yüreğinden; kendi yaşamına dair anekdotlarla anlatan felsefeden siyasete, eğitimden sosyolojiye okunası bir deneme.


İsyan etmenin, sorgulamanın, bilmenin ve yitirilmeyen umutların içten anlatısı.

(Arka Kapak)

Reyhaneh Jabbari-ler unutulmasın diye…


BEN GİDİYORUM ANNE - Reyhaneh Jabbari

Sevgili Sholeh,

Öğrendim ki bugün kısasla tanışma sırası benimmiş. Yaşam kitabımın son sayfasına geldiğimi senden öğrenemediğim için kırgınım. Bilmem gerektiğini düşünmüyor muydun? Üzgün olduğun için ne kadar mahcup olduğumu biliyorsun. Neden senin ve babamın elini öpme şansını bana vermedin?


Dünya bana yaşamak için 19 yıl verdi. O uğursuz gecede ölmeliydim. Bedenim şehrin bir köşesine atılmalı ve birkaç gün sonra polis beni teşhis etmen için seni tecavüze uğradığımı da orada öğreneceğin adli tıp doktorunun ofisine götürmeliydi. Biz onların gücü ve servetine sahip olmadığımız için, katilim asla bulunamayacaktı. Hayatına utanç ve ızdırapla devam edecek, birkaç yıl sonra da bu ızdırap seni öldürecekti.

Her nasılsa bu lanetlenmiş hikaye değişti. Bedenim bir köşeye atılmadı, ama Evin Hapishanesi ve onun tek kişilik hücresine gömüldü, şimdi de mezarlığa benzeyen Şehr-e Ray hapishanesine. Ama kaderim buymuş, şikayet etme. Sen benden iyi bilirsin ki ölüm yaşamın sonu değildir.

Sen bizlere okula giderken bir kavga ya da şikayet karşısında bir hanımefendi gibi olmamızı öğretmiştin. Nasıl davranmamız gerektiğinin altını ne kadar çok çizdiğini hatırlıyor musun? Senin deneyimlerin yanlıştı. O kaza başıma geldiğinde, öğrendiklerimin bana yardımı olmadı. Mahkemede beni soğukkanlı ve zalim bir suçlu gibi anlattılar. Hiç gözyaşı dökmedim. Hiç yalvarmadım. Kanunlara güvendiğim için ağlamadım.

Ama kayıtsız olmakla suçlandım. İşte, sivrisinek bile öldüremez, hamam böceklerini antenlerinden yakalayıp dışarı atardım. Taammüden cinayetle suçlanıyorum. Hayvanlara yaptığım muamele bir erkeğe eğilim olarak yorumlandı ve hakim kazanın yaşandığı sırada tırnaklarımın uzun ve ojeli olduğu gerçeğine bile bakma zahmetine katlanmadı.

Kendisinden adalet beklenen bir hakim için ne kadar da iyimser! Ellerimin sporcu kadınlar gibi, özellikle de boksörler gibi, iri olmadığını sorgulamadı. Ve içime sevgisini ektiğin bu ülke beni hiçbir zaman istemedi, beni sorgulayanların hakaretleri yüzünden ağlarken, en adi sözlerini dinlerken hiç kimse bana destek olmadı. Güzelliğimin son işareti saçlarımı kazıdığımda 11 gün hücre cezasıyla ödüllendirildim.


Sevgili Sholeh,

Duydukların yüzünden ağlama. Karakoldaki ilk günümde, yaşlı bekar bir görevli canımı yakmak için tırnaklarımı kullandığında, güzelliğin burada aranan bir şey olmadığını anlamıştım. Güzel görünmek, güzel düşünce ve dilekler, güzel el yazısı, güzel gözler ve görüş, hatta hoş bir sesin güzelliği…

Anneciğim, düşüncelerim değişti ve bunun sorumlusu sen değilsin. Sözlerimin sonu gelmeyecek; onları, senin yokluğunda ve senden habersiz beni infaz ederken sana ulaştırması için birine veriyorum. Sana miras olarak pek çok el yazımı bırakıyorum.

Yine de ölmeden önce senden bir şey istiyorum. Aslında bu dünyadan ve bu ülkeden bir tek isteğim var. Biliyorum bunun için zaman lazım. Ama lütfen ağlama ve dinle…

Senden mahkemeye gidip bu arzumu anlatmanı istiyorum, hapisteyken böyle bir mektup yazamazdım. Bir kez daha benim yüzümden acı çekeceksin. Eğer yalvarman gerekirse, bunun için sana kızmam. Gerçi sana yapmamanı söylememe rağmen infaz edilmemen için onlarca kez yalvarmıştın.

İyi kalpli annem, sevgili Sholeh, canımdan daha çok sevdiğim, toprağın altında çürümek istemiyorum. Gözlerimin, genç kalbimin toza dönüşmesini istemiyorum. Ben asılır asılmaz bunu ayarlamanı; kalbimin, böbreğimin, gözlerimin, kemiklerimin, vücudumdan ne nakledilebilirse onları ihtiyacı olanlara hediye etmeni istiyorum. Organlarımı alanların ismimi bilmesini, bana bir buket çiçek almalarını hatta benim için dua etmelerini bile istemiyorum.

Şunu çok içten söylüyorum, gelip yas tutarak acı çekeceğin bir mezar istemiyorum. Benim için siyahlar giymeni istemiyorum. Zor günlerimi unutmak için elinden geleni yap. Rüzgar beni alıp götürsün.

Dünya bizi sevmedi. Kaderimi istemiyorum. Ve şimdi ölümü kucaklayarak buna bir son veriyorum. Çünkü Allah'ın mahkemesinden, beni sorgulayanlardan ben davacı olacağım. Hakimden; beni taciz etmekten geri durmayan Yüksek Mahkeme'nin hakimlerinden davacı olacağım.

Yaratıcının mahkemesinde Dr. Farvandi ve Kasım Şabani'den davacı olacağım; tüm o bilgisizlerden, yalanlarıyla bana haksızlık eden, benim haklarımı çiğneyen ve gerçeğin bazen görünenden farklı olduğuna dikkat etmeyenlerden davacı olacağım.

Sevgili iyi kalpli Sholeh, diğer bir değişle sen ve ben suçlayanlar, diğerleri ise sanık. Bekleyip Allah'ın ne istediğini görelim. Ölene dek seni kucaklamak isterdim. Seni seviyorum.


Reyhaneh
ULUSLARARASI KAMPANYAYA RAĞMEN İDAM EDİLDİ

26 yaşındaki Reyhaneh Jabbari 2007 yılında, İstihbarat Bakanlığı'nın eski bir çalışanı olan Murteza Abdolali Sarbandi'yi öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanmıştı. Jabbari ifadesinde, Sarbandi'yi sırtından bir kez bıçakladığını kabul etse de, tecavüz girişimine maruz kaldığını ve Sarbandi'nin öldüğü sırada evde bir başkasının daha olduğunu vurguladı.
AİLESİYLE GÖRÜŞTÜRÜLMEDİ

Ancak Uluslararası Af Örgütü'ne göre mahkeme bu iddiaları yeterince araştırmadı; Jabbari iki yıllık bir yargı sürecinin ardından idam cezasına çarptırıldı. Af Örgütü'ne göre, yargılama sürecinde iki aylığına hücre cezasına çarptırılan genç kadın, bu süre boyunca avukatı ve ailesiyle de görüştürülmedi.
'ANNESİ AÇIKLADI'

Fakat Jabbari'nin idam edilmemesi için Uluslararası Af Örgütü'nün öncülüğünde yürütülen sosyal medya kampanyaları sonuç vermedi. İran idamı bir süre ertelese de, Jabbari asılarak idam edildi. Haberi, Jabbari'nin annesi duyurdu.

Bugüne dek onlarca kadının tartışmalı biçimde idam ediliği İran'da, kadın mahkumlardan işkence altında ifade alındığı ve yalnızca kendi verdikleri ifadelere dayandırılarak suçlu bulundukları iddia ediliyor.

27.10.2014