Sunday 26 April 2015

Oleg Oprisco























Yoldaş Pançuni’nin Yazarı ve Çizeri Üzerine


Osmanlı, devrimci ve sosyalist fikirlerle, daha çok Ermeni siyasal partileri yoluyla tanışmıştır. Ermeni Hınçak ve Taşnaksutyun partileri Avrupa’daki fikir ve siyasal hareketlerin yakın takipçileridir.

Ermeniler üzerine biraz araştırma yapınca, Osmanlı Ermeni milletinde ciddi bir entelektüel kesimin olduğu görülür. Edebiyatta, sanatta, tıpta, siyasette dönemine göre gelişmiş, yabancı dillere vakıf, uluslararası matbuatı bilen, çeviriler yapan yetkin bir aydınlar kitlesine sahip olan Ermeni milletinin, bu gelişmişliğin paralelinde basın-yayın organlarına ve okuyucu kitlesine de sahiptir.

Bu konuda Zakarya Mildanoğlu’nun Aras Yayınları tarafından 2014 yılında yayınlanan “Ermenice Süreli Yayınlar 1794-2000” adlı kitabı çok iyi bir belgesel kaynaktır. İlk Ermenice gazete Aztarar’ın yayım tarihi olan 1794 yılından 2000’lere dek yayımlanan 3.650’ye yakın Ermenice süreli yayını bir araya getiren bu kaynak kitap, Mildanoğlu’nun 30 yıllık emeğinin ürünüdür. Kitap, Murat Bardakçı tarafından 29 Kasım 2014 tarihinde televizyonda tanıtılmıştır.
1900’lü yıllarda taşradaki bazı vilayetlerde birden fazla Ermenice günlük gazete yayınlanıyor.
Sonra!
Sonrası varın bu ülkenin ne kadar kültürel ve entelektüel sığlığa mahkûm edildiğini siz hesap edin!
“Yoldaş Pançuni” kitabına bir dizi karikatür çizen Aleksandr Saruhan, kitabın ana konusu için şöyle diyor: “Yoldaş Pançuni, doğru ilke ve tasarıların bile, demagog, hayalperest ve sorumsuz okumuş cahiller tarafından, mevcut şartlar dikkate alınmadan uygulandıklarında nasıl yıkıcı olabileceklerini göstermekte.”
Saruhan’ın karikatürleri öyle canlı, öyle güçlü çizgilere sahip ki, kitaptan yazıları çıkarın, karikatür sayfalarını kitap gibi okuyabilirsiniz. Öneririm, her bir karikatürü ‘okuyun’. Suratlardaki derin anlamları o çizgilerde görebilirsiniz. Detaylara önem verilmiş. Kişilerin elbiselerinden mekânların şekillerine ve kullanılan eşyaların yapısına değin, çok güçlü ifadeler var. Dönemin giysileri, köylüleri, köy evleri, elbiselerdeki yamalar öyle güzel çizilmiş ki, bir toplumsal hayatı betimleyecek düzeydeler.
Peki, kim bu grafik sanatçısı, yazar ve güçlü karikatürist Aleksandr Saruhan?
1898 yılında Ardanuç’ta doğmuş!
Hani şu Artvin’in Ardanuç’u.
1977’de de Kahire’de ölmüş.
Kitabın yazarı Odyan’da 1869 yılında İstanbul’da doğuyor, ama 1926 yılında Mısır Kahire’de ölüyor.
Bu mekânsal farklılıklar bir rastlantı değil.
Neden böyle?
Çünkü bu, bir halkın kırım ve sürgün yolculuğunun sonucudur; tarihin o acımasız sapaklarıdır bu halkın çocuklarının bir ülkede doğup da, bir başka ülkede ölmesi!
Yervant Odyan, sosyalist fikirlerin 1900’ün başlarında, Osmanlı kır hayatında neler ifade ettiğini, daha doğrusu etmediğini o günlerde görmüş ve bu uzak görüşlülüğünü de mizahi olarak anlatmıştır. Yani Odyan’ı değerli kılan da bu körlüğü yaşamayıp tersine, gerçeğin bir yanını, acı da olsa bize gösterebilmesidir. Malatya taraflarında 20 hanelik bir Ermeni köyü olan Dzabılvar’da sosyalist çalışma yapmanın absürtlüğü, romandaki ana temayı oluşturur.  Eseri güçlü kılan edebi değer ise, müthiş bir ironi ve taşlamadan oluşmasıdır.
Osmanlı, devrimci ve sosyalist fikirlerle, daha çok Ermeni siyasal partileri yoluyla tanışmıştır. Ermeni Hınçak ve Taşnaksutyun partileri Avrupa’daki fikir ve siyasal hareketlerin yakın takipçileridir. Dönemin Osmanlı ve özellikle Çarlık Rusya’sı Ermeni aydınlarının (Çarlık Rusyası, Osmanlı entelijansiyasının beslendiği ana damarlardan biridir) yeni literatürlerle tanışmalarında eğitim, dil, matbuat ve dolaşım avantajlarının payı da büyüktür. Öyle ki, Ermeni aydınları, Jöntürkleri ve hatta İttihatçıları bile etkilemişlerdir. Ancak İttihatçılar bu etkilenmeleri, hançerlerinin bileyi taşı olarak kullandılar. Sonra o hançerlerle Ermenileri ve Rumları boğazladılar! 
Yervant Odyan, bu Ermeni aydınlardan biridir. Ancak muhafazakâr bir yapısı olduğu, eserinden de bellidir. İyi bir gözlemcidir. Öyle ki, kitabında Dzabılvar’a komşu olan Kürt köyü Komraş ve köyün baş eşkıyası Haso üzerinden, dönemin Kürt-Ermeni ilişkilerine dair aydınlatıcı tespitlerde (iğnemelerde) bulunur. Pançuni ile Haso ilişkisine güleriz, ama Ermeni siyasi partileriyle Kürtler ve özellikle Hamidiye Alayları arasında neler yaşandığını tam bilemesek bile, Ermeni köylülerinin Hasolar tarafından yoğun bir zor alım sürecine tabi tutulduğunu biliyoruz. Bu konuda Abdülhamit’in 1896 yılında Van’a müfettiş olarak gönderdiği “Saadettin Paşa’nın Anıları” kitabı (Sami Önal’ın derlemesi, İnkilap Yayınları), iyi bir kaynaktır.
Abdülhamit’in Paşası, devletin Van’daki jandarması için katiller, soyguncular, alçaklar, kan emiciler diyor. Kimi Kürtlerin Ermeni köylerini basarak malını gasp ettiklerinden ve bazen de kadınlara tecavüz ettiklerinden söz ediyor. Devletin görevli bir paşası olarak Ermeni köylerine giderek onlara tembihnamelerde bulunduğundan, onların kulaklarını çektiğinden söz ederek tipik bir bürokrat davranışı sergiliyor. Paşa’nın anıları bir hayli samimi havada kaleme alınmış. Bu anılar (1896) ile Odyan’ın (1910) kitabında örtüşen yanlar var.
Ermeni aydınlarının başına gelenler, Odyan’ın da başına gelir. Ancak diğer Ermeni aydınların çok büyük bir kesimi katledilmiştir! 1915 yılında tutuklanıp Suriye içlerine, halkının da ölüme yollandığı Der Zor çöllerine sürülür. Odyan, sağ kurtulan bir kısım Ermenilerden biridir. 1918’de İstanbul’a gelir. 1922’de Bükreş’e gider. 1924 yılında Lübnan’a, oradan da Mısır’a geçen Odyan, 1926 yılında Kahire’de ölür.
1878, 1896, 1908, 1909 tarihleri,  Osmanlı Ermenilerinin ‘kaderindeki’ önemli noktalarıdır. Ancak1915, öyle bir dönüm noktasıdır ki, büyük felaketin, tehcirin, soykırımın, adına ne derseniz deyin otokton bir halkın yok edilişinin tarihidir.

1918, savaşın sonu ve İttihatçıların kaçışı, İstanbul’un ‘günah çıkarma’ dönemidir

1922, İttihatçı etkinliğindeki Ankara Hükümeti’nin kesin başarısının ve İstanbul üzerindeki belirleyiciliğinin tarihidir. Ve azınlıkların tasfiyesinin Cumhuriyet’le birlikte devam etmesinin tarihi…  
Odyan’ın bu harika eseri 1970’ler Türkiyesinde yayınlanabilmiş olsaydı, dönemin siyasi ortamına ve sol figürlerine büyük ihtimalle olumlu katkıları olurdu.
Ekleyelim ki, Odyan’ın diğer eserleri SSCB’de yayınlanırken “Yoldaş Pançuni” eseri ancak 1989 yılında Sovyet Ermenistan’ında yayınlanabilmiş.
Kitabın sonunda Mete Tunçay’ın çevirisiyle İletişim Yayınları tarafından 1992 yılında yayınlanan Anaide Ter Minassian’ın “Ermeni Devrimci Hareketi’nde Milliyetçilik ve Sosyalizm” çalışmasından derlenen kısa bir özet yer almakta. (HŞ/HK)
Pançuni yazıları:
1- Yoldaş Pançuni
2- Pançuni'nin Yazarı ve Çizeri
3- Türkiye Solunda Pançuniler

 
Hüseyin Şengül 
İstanbul - BİA Haber Merkezi
27 Nisan 2015, Pazartesi



Baltimore’da ırkçılık isyanı


26 Nisan 2015

ABD’nin Baltimore şehrinde bir siyah adamın gözaltında öldürülmesinin ardından başlayan protestolar devam ediyor. Önceki gün yapılan eylemlerin şiddete dönüşmesi sonunda polis müdahale etti. Müdahalede iki kişi yaralandı; onlarca insan da gözaltına alındı.

Freddy Gray adlı 25 yaşındaki siyah genç, 12 Nisan tarihinde gözaltına alınmıştı. Altı gün önce gözaltında iken yaşamını yitiren Gray’in ölümü Baltimore şehrinde protestolara yol açtı. Gray’in gözaltına alındığı yerde dün eylem yapan göstericiler daha sonra belediye başkanlığı binasına doğru yürüyüşe geçti. Yaklaşık iki bin kişi ile başlayan eyleme daha sonra katılım arttı. Polisin eylemlere saldırması üzerine iki kişi yaralandı, onlarca kişi gözaltına alındı.

Protesto eylemine katılanlar, gösterinin son derece barışçıl olduğu ancak aralarına giren bazı provakatörlerin bu ortamı bozduğunu dile getirdi.

IRKÇILIK TARTIŞMASI YENİDEN

Gray’in şüpheli ölümü, siyahların tutuklandıktan sonra güvenlik güçlerinin gözetimi altında oldukları sırada yaşamlarını yitirmelerindeki şüpheleri yeniden gündeme getirdi. Geçen yıl, St. Louis şehrinin Ferguson semtinde silahsız 18 yaşındaki Michael Brown ve New York şehrinde yine silahsız Eric Garner’ın polis tarafından öldürülmesi, polis kurumunda ırkçılık tartışmasına yol açmıştı.

Baltimore Belediye Başkanı Stephanie Rawlings Blake,, olayda sorumluluğu olan polislerin bulunması yolunda soruşturmanın sürdüğünü dile getirdi. Baltimore Emniyeti, yapılan soruşturmanın sonuçlarının gelecek hafta sonunda açıklanacağını bildirdi.

Gray’in aile avukatı ise, Gray’in polis nezaretinde olduğunda omuriliğinin zedelendiğine dikkat çekti. Gray’in ölümü ile olduğu düşünülen polisler açığa alındı. Gray’in gözaltına alındığı Sandtown semti sakinleri, polisin kendilerine sürekli kötü muamelede bulunduğunu söylüyor. Olay Adalet Bakanlığı tarafından da incelemeye alındı. (CİHAN)
 
(Evrensel)

Thousands in Gaza plan int'l protest: It's impossible to live here

Palestinians drive through a destroyed quarter of Al Shaaf neighborhood, in Al Tuffah, east of Gaza City, March 21, 2015.


Published April 19, 2015
 
A group of young activists in Gaza are organizing an international day of solidarity to protest against the impossible conditions and human rights violations created by Israel’s and Egypt’s siege, the occupation, internal Palestinian conflicts and poverty.
By Yael Marom
“Life in Gaza has always been hard. But after Israel’s last attack it became impossible to live here. The problems became worse and the conditions deteriorated to the point that it is no longer possible to live humanely — and nobody cares,” Sajida Alhaj, 21, says in a Skype interview.
Alhaj is part of a group of young activists in Gaza that last month published a call for a mass protest in the Strip on April 29, demanding an end to the siege, the occupation and the human and civil rights abuses that accompany them.
 
The activists are calling on anyone who believes in freedom, justice and equality, the world over, to join them and organize parallel protests in their own countries, to express solidarity and to recognize their suffering.
“The situation in Gaza is disastrous,” she says. “We are calling on people to support Gaza by demonstrating in front of the Israeli and Egyptian embassies in every country, and force them to open the borders and break the siege — let building materials in to allow rebuilding, and let sick people out for medical treatment.”
Alhaj is a student and Palestinian refugee who lives in the central Gaza Nusirat Camp. In the past, the activist group she is a part of has mostly worked with women, children and the wounded in Gaza. Now, they are trying to unite the entire Strip.
 
“This action is our answer to the siege under which we live,” she explains. There are more and more human rights violations each year, and there is no sign that anything is getting better, she adds.
When you walk down the street, she explains, you see one house standing and one house in rubble, one after another, on and on. In order to reach her university every morning, Alhaj says she must “walk between homes damaged in the war, to walk through places where people were killed.”
“And all that to reach my damaged university just to meet with my professors who haven’t been paid for political reasons,” she adds.
The idea behind the protest in Gaza is to get everyone onto the streets, to fill the central squares, with people of all affiliations and ages, decrying the problems from which Gaza suffers: the occupation, the siege, internal conflicts, the lack of electricity, poverty, holdups in rebuilding after the war, unemployment and a deteriorating education system.
The activists say they have gotten the various Palestinian factions on board and received permission from the authorities in Gaza. So far, over 12,000 people have joined their Facebook page.
 
Elizabeth Tanboura stands with three of her daughters: Sundos, Malak, and Marwa (right), in front of their destroyed home in Beit Lahiya, Gaza Strip, March 19, 2015. Elizabth’s husband, Radad, and their children Ahmed (15) and Amna (13), were killed during an Israeli attack on August 25, 2014. Two other boys survived because they were not in the house at the time of the attack.
A group of Israeli women has already answered the call to action and is organizing a solidarity demonstration in Tel Aviv on the same day as the Gaza protest.
“It is important that there is a protest in Israel,” Alhaj says. “It is important that people in Gaza know that there are people in Israel who care about us and who oppose the occupation, who are calling to lift the siege and open the borders.” Such solidarity gives hope, she adds.
 
A Palestinian walks during a storm in one of the destroyed quarter of Shujayea, east of Gaza city, February 11, 2015. Anne Paq / Activestills.org
Activists from Costa Rica and Chile have also organized similar events. The Palestinian organizers in Gaza are calling on people in the United States and Europe to join them and organize events in additional cities.
Israelis — and people worldwide — are only interested in Gaza when rockets are flying, says Esther Rapoport one of the organizers of the protest in Tel Aviv.
To Rapoport, the young activists and organizers in Gaza are inspiring. “They are not giving up their belief in humanity, including the humanity of Israelis who care about them. They are willing to work in cooperation with us — something that shouldn’t be taken for granted — and to call on us to act. Let’s not disappoint them.”
Yael Marom is Just Vision’s public engagement manager in Israel and a co-editor of Local Call, where this article was originally published in Hebrew.
For additional original analysis and breaking news, visit +972 Magazine's Facebook page or follow us on Twitter. Our newsletter features a comprehensive round-up of the week's events. Sign up here.
 
 
 

 
 
 
 
 
 
 
 
 

İktidar Girdabı / Uğur Aydemir


Elimizde avucumuzda kalan mümkünleri döke saça gelip dayandığımız yerde utangaç sıkılgan yorgun umutganlıkla, külrengi bir ufka gözlerimizi dikmiş, zindanımsı bir dünyanın içinde bekliyoruz.  Sinsiyetin zerresini barındırmayan bir iktidarın bizi içeride, içeriden sarıp sarmalayacak iç güvenlik yasasını tüm içerlikliğimizle kötülemekteyiz ama iktidarın bizi nedenli düşündüğünün, bizim için iyilikler tasarladığının farkında dahi değiliz. Ancak; kötülüğün, vahşetin handiyse bilinç düzeyine çıkarak, sanki bir gerçeği tüm acımasızlığıyla haykırdığı, simgesel bir düello sahnesinde çalımla gezindiği, çalkanan bir zaman kesitinde yere çalınıp yerden kazınmaktayız. Kimimiz son bir gayretle bağırmakta ya da sorgusuz sualsiz sonunu beklemekte: minibüs, ev, sokak içlerinde. Sözgelimi bir fırıncı ya da bir esnaf kapısının önünden kar kürenir gibi kazınmaktayız.

İçeridekiler ve dışarıdakiler

Deniz Aktaş, belki de yok sanan duyulmayan benliğine inat, öldürülmeden önce son kez “beni kurtarın,” diye haykırdı kapının ardında bekleyenlere.  Belki de sözlerimsiz kalmasın bir anafora tutulduk da bunca üzerimizden aşıp gidiyor her şey. Keşke şu desinlerci tutumların hafifliğinden sıyrılabilsek, bizi zincirlere bağlayan sosyal ağların, haber akışlarının, gerçekliği imgesel olarak yoğuşturup buharlaştırarak acıklı bir melodrama dönüştüren, her şeyin içini boşaltan, bir an için teskin eden ama özünde hiçbir yaraya merhem olmayan televizyonun da içinden çıkabilsek. Belki böylelikle, daha fazla suça bulaştıkça eş anlı olarak toplumsal adlı dizgede suçun artışına neden olan bir iktidarın kapı kullarının umarsız kulaklarında çınlamak zorunda kalmazdı o son sözler.

Ancak, despotun sesi her yerde yankılanıyor, her yerden duyuluyor. Daha fazla disiplin, daha fazla yetki istiyor; iç güvenlik yasası istiyor. Tüm babacıllığı ile sigaranın zararlarından bahsederek mahalle baskısının uygulanmasını talep ediyor. Evet, her yere ulaşan sesi diyar diyar gezerek, daha yenilerde, bir sokak arasında kartopu oynayan Nuh Köklü ve arkadaşlarının o cıvıl cıvıl seslerini bastırmaya yetiyor. Anlaşılan o ki, iktidarın doğası gereği, kendi sesinden başkasına tahammülü olmayan despota tüm bunlar yetmiyor ve tüm bir toplumu bir aileye çevirip ev içlerine hapsederek bir baba gibi yönetmek istiyor. Oysa, ilmik ilmik çözülen bir toplumsalda suç oranlarındaki artışın iktidar ile nasıl sıkı sıkıya ilişkili olduğuna, şiddetin nasıl sarmallaştığına yakından baktığımızda, suçun iktidar tarafından üretilen bir olgu olduğu görülecektir. İktidar bir yandan suç üretirken, bir yandan da suçun önlenmesine dair önlemler ile daha fazla iktidar üretmektedir. Michel Foucault’nun “iktidar ekonomisi” adını verdiği bu süreç esas olarak hapishanenin simgeselliği ve suçun kişiselleştirilmesi üzerinden disiplinin yaygınlaşmasını amaçlar.

İktidar ekonomisi

Foucault, disiplinel toplum inşasını ekonomik, hukuki –siyasal, bilimsel süreçler olmak üzere üç aşamaya ayırır. İktidar adlı aygıt öncelikle beden ve mekan üretme makinesi olarak işler; iktidarın görünmez bir hale geldiği hapishaneler, okullar, adliyeler, kışlalar gibi kurumlar bu iktidarın uzamını oluşturur, ki bu uzam aynı zamanda toplumsalı oluşturur. Bu uzama yayılan hapishanenin kapatma ve gözetim altına alma yöntemleriyle, insan bir yandan görülmeden gören bir göz tarafında gözetim altına alınırken bir yandan da bu gözetim boyunca devasa bir bilgi nesnesi haline gelerek iktidara hizmet eder. Foucault, “Suç adaleti diğer parçaları (onun altında değil de, yanında olan parçaları) polis, hapishane ve suçluluk olan, genel bir yasadışılıklar ekonomisinin menzilidir,” der. (Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yay.)

İşte bu toplumsalın içindeki bireyler, görmedikleri, karşısına dikilemedikleri iktidarın egemen sınıfsal yapılara tanımış olduğu suç işleme özgürlüğünü, bir anlamda bilinçdışı bir itkiyle, elinden almaya, suçu çalmaya yönelirler.  Her gün bir yenisi işlenen kadın cinayetlerinin, artan şiddetin ve artık patlama noktasına gelen bir memleket için verilebilecek en yerinde örneklerden biri 17-25 Aralık yolsuzlukları olacaktır. Böylesi bir olgu karşısında suç ve otoriterleşme aynı oranda artış gösterecek, bireyler canavarlaştırılacak, idam edilmeleri dahi önerilecek; ancak iktidar genelleşen bu kötülüğü, kendini bir iyilik timsali olarak sunarak alttan alta iç güvenlik yasasının zemini oluşturulacak.

Kafka’nın, Yasa Önünde adlı öyküsünde taşralı bir adam herkese açık olmasını beklediği yasadan içeri girmek ister; ancak yasanın önünde dikilen bir kapıcı tarafından engellenir. Adam daha sonra girip giremeyeceğini sorduğunda ise muğlak bir cevap alır. Her daim açık duran kapıdan içeride başka kapıların ve kapıcıların da olduğunu fark eden adamın merakı karşısında kapıcı; “madem bu kadar istiyorsun, olmaz dememe aldırma, bir dene bakalım,” der; ama böylesi bir girişimi göze alamayan adam beklemeye devam eder. Artık ömrünün sonunda, iki büklüm bir halde: “Niçin benden başkası bu kapıdan girmeyi denemedi?”diye sorar ve o kapının sadece kendisi için olduğunu öğrenir. Yine, Robert Walser’ın kısa öykülerinde birinde, Schwendimann adlı bir adam doğruluğu aramaktadır. Hastane kapısından adliye kapısına, oradan hapishanelere, düşkünler yurduna, bir balo salonuna ya da doğumhaneye kadar her yere bakar; ama aradığı şeyi hiçbir yerde bulamaz.

Her iki anlatının bize sezdirmeye çalıştığı şey, bir bakıma ortak iki zemin olan, yasa ya da doğruluğun, herkes için geçerli olup olamayacağı ve iktidar adlı aygıtın örgütlenmiş biçimi olan devletin kurum ve kurallarıyla insanı nasıl ürettiği; devletin varlık nedeninin insanın özgürleşmesi olduğunu öne süren modern devlet anlayışının bir yanılsama ile insanı nasıl bir cendereye aldığı ve yok saydığıdır.

http://www.futuristika.org/ugur-aydemir-iktidar-girdabi/

Çernobil’in 29’uncu yıldönümünde nükleere isyan: İnandıramayacaklar



26/04/2015 18:19

Çernobil faciasının 29’uncu yıldönümü dolayısıyla Kadıköy’de düzenlenen yürüyüşte, Sinop ve Mersin’de yapılmak istenen nükleer santraller protesto edilerek, “Bu ülkede yeterince insanımızı kansere teslim ettik, artık yeter!” denildi.

‘Nükleere inat, yaşasın hayat’

Çevrede bulunan yurttaşların da alkışlarıyla destek verdiği yürüyüş, İskele Meydanı’nda sonlandırıldı.
Platform adına basın açıklaması yapan Gizem Akman, “Dağı, taşı, gökyüzünü bile reklamlarla döşeseler insanlarımızı radyoaktif ölümün iyi bir şey olduğuna inandıramayacaklar. Bu ülkede yeterince insanımızı kansere teslim ettik, artık yeter!” dedi.
Dün de Sinop’ta binlerce insan nükleer santral projesini protesto etmek için sokaklara dökülmüştü.
 
 
 
 

Nepal earthquake: rescue continues as death toll exceeds 2,500 - live updates

  A child is carried from the rubble of collapsed buildings in Kathmandu on Sunday. Photograph: Narendra Shrestha/EPA

A woman mourns the death of a family member in Bhaktapur on Sunday. Photograph: Navesh Chitrakar/Reuters
The death toll from the 7.9 magnitude earthquake that struck Nepal on Saturday has risen to more than 2,500. More than 5,000 people have been injured. Powerful aftershocks today between Kathmandu and Everest unleashed more avalanches in the Himalayas and caused panic in the capital, where hospital workers stretchered patients out into the street as it was too dangerous treat them indoors.

At least 17 people believed to have been killed on Everest, and 61 injured, by an avalanche which left mountaineers calling for helicopter assistance to evacuate the most badly wounded.

The UK government has announced that it will donate £5m to help the rescue effort in Nepal.

A state of emergency has been declared Many historic landmarks, including the Dharahara tower, have been reduced to rubble following the quake.

Governments are scrambling to locate thousands of their nationals and relatives took to social media to find their loved ones.

The international community has also pledged support and aid packages to Nepal. The US secretary of state, John Kerry, has said the US will pledge $1m to the aid effort and will also assist with a disaster response team. Australia has also pledged a Aus$5m aid package, while India, Sri Lanka, the UK, China and others are all sending disaster response teams to assist in search and rescue.

Pope Francis led prayers in St Peter’s Square for the dead, displaced and injured in Nepal and surrounding areas.

Weather reports suggested that survivors of the quake - who are sleeping outside because of fear of unsafe building - will face heavy downpours in the next week.

The quakes caused widespread damage to Nepal’s infrastructure which has further hampered search and rescue operations. Injured climbers at Mount Everest, where an avalanche struck following the quake, have been flown by helicopter to receive medical treatment.



A Buddha statue is surrounded by debris from a collapsed temple in the UNESCO world heritage site of Bhaktapur on April 26, 2015 in Bhaktapur, Nepal. Photograph: Omar Havana/Getty Images