Sanatçı
kooperatifler üstüne yazmasın ama, başkalarının katlandığı acılan da
uyuşturmasın içinde. Madem kendi düşüncemi soruyorsunuz bana, elimden
geldiğince açık konuşacağım. Zamanımızda olup biten işlere sanatçı olarak
karışmak zorunda değiliz ama, insan olarak karışacağız elbet.
Sömürülen
ya da kurşuna dizilen madenci, kamplarda, sömürgelerde yaşayan köleler, ezilen,
cam çıkarılan dünya dolusu insan sürüleri sustuğu sürece konuşabilenlerin
onların yerine konuşması, onlardan yana olması gerek. Ben, günler günü
gazetelerde, kitaplarda bunca kavga yazılan yazdıysam, ortak savaşımlara
katıldıysam, dünyayı Yunan heykelleriyle, ana-yapıtlarla doldurmak isteği
değildi beni dürten. İçimde bunu isteyen bir insan yok değil, var. Düşüncemin yarattıklarını
yaşatmaya çalışmak yapabileceğim en iyi iş de onun için. Ama, ilk yazılarımdan
son kitabıma değin en çok, hatta belki gereğinden çok sürüklendiğim şey,
yaşadığımız günler, nerde olursa olsun ezilen, alçaltılan insanlar oldu. Bu
insanlar umutsuz yaşayamaz, herkes susar ve onlara iki türlü alçalmadan birini
seçmek kalırsa, bütün umutlan yok olur, bizimki de birlikte. İnsan böyle bir
duruma düşmeyi istemez, istemeyince de kulesine çekilip uyuklayamaz. İyi insan
olduğu için değil, salt yaşadığı için istemez bunu. İçinden, kendiliğinden bir
tepki duyar buna karşı, ya da duymaz. Duymayanları çok biliyorum ama, rahat
uykularında hiç de gözüm yok.
Ama,
bu demek değildir ki, sanatçı yanımızı toplumsal bir çeşit din dersi vermekle
harcayacağız. Sanatçıya neden her zamankinden çok gereksinmemiz olduğunu başka
yerde söylemiştim. Ama, toplum işlerine insan yanımızla katılırsak, yaşadığımız
gerçek ister istemez söz söyleyişimizi etkiler. Söyleyişte de sanatçı değilsek,
neyin sanatçısıyız? Yaşarken savaşçı olduktan sonra, yapıtlarımızda ıssız
çöllerden, bencil sevişmelerden de söz etsek, yaşadığımız savaş içten içe bir
titreşimle o çölü,o sevişmeyi insan sesleriyle doldurur. Her şeyi hiçe
saymacılıktan kurtulduğumuz şu sırada, ne insanlık değerleri için sanat
değerlerini budalaca hiçe sayarım, ne de sanat değerleri için insanlık
değerlerini. Bence bu değerler birbirinden hiç ayrılmaz ve bir sanatçının
(Moliere'in, Tolstoy'un, Melville'in) büyüklüğünü bu iki değeri dengede
tutmasıyla ölçerim. Bugün, olayların baskısı altında bu iki değer arasında
gergin bir durumda yaşamak zorunda kalıyoruz. Onun için nice sanatçılar bu
gerginliğe katlanamayarak ya fildişi kuleye sığınıyorlar, ya da toplum
dinciliğine. Ben, her iki türlüsünü de kaçamak sayıyorum. însan acılarına ve
güzelliğe aynı zamanda hizmet etmeliyiz. Bunun gerektirdiği sabır, güç ve
sessiz, gösterişsiz başarı beklediğimiz yeniden-doğuşun dayanacağı değerlerdir.
Bir
söz daha. Bu çabanın ne tehlikeli, ne acı yanları olduğunu biliyorum.
Tehlikelere göğüs germekten başka çaremiz yok : Köşesinde oturan sanatçılar
çağı geçti. Kırılmak, dünyaya küsmek de yok. Sanatçının kolayca düşeceği
durumlardan biri kendini yalnız sanmaktır. Ona yalnız olduğunu bağıra bağıra
söylemekten oldukça pis bir zevk alanlar da çıkıyor. Ama, aslında hiç de öyle
değil; Sanatçı herkesin ortasında, bütün çalışan ve savaşanların ne üstünde, ne
altında, onların tam hizasındadır. Yapmaya geldiği iş, baskı karşısında
zindanları açmak, herkesin derdini ve sevincini dile getirmektir. Bu işte
sanat,düşmanlarına karşı, kendinin kimseye düşman olmadığını göstererek haklı
çıkar. Elbette sanat tek başına doğruluk ve özgürlük getirecek bir dirilişi
sağlayamaz ama, sanat olmadıkça bu diriliş biçimini bulamaz, bulamayınca da
hiçbir şeye benzemez. Kültür ve onun gerektirdiği bağıntılı özgürlüğün
bulunmadığı toplum ne kadar düzenli olursa olsun bir vahşi ormandır. Onun için
de her gerçek sanat yaratışı yarın için bir muştudur.
No comments:
Post a Comment