24.12.2014
KCK
Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu’nun tekrar dillendirdiği ‘Ermeni Lobisi’
söyleminin ardından başlayan polemik devam ediyor. Son mektuba Karin Karakaşlı
ve Rober Koptaş’tan cevap var.
Karasu’nun
‘Fethullahçılar, bu Ermeni Lobisi ve Hristiyanlarla daha fazla ilişkidedirler’
açıklaması üzerine Agos Gazete’sinde ‘Yine Ermeni Lobisi’ başlıklı bir yazı
yayımlanmış, Rober Koptaş ve Karin Karakaşlı’nın eleştirilerine yanıt Musatafa
Karasu’dan gelmişti. Karasu, Özgür
Gündem’de kaleme aldığı yazıda ‘tespitimi ortaya koydum, kastım yoktu’ demiş ve
kendisinin ‘töhmet altında bırakıldığını’ ifade etmişti.
Karin
Karakaşlı ve Rober Koptaş, Karasu’ya bir cevap daha hazırladı. Karakaşlı, ‘Lobi
sözünün Ermeniler için tüyler ürpertici bir kavram olduğunu’ hatırlatıp, sözün
kullanımında geri adım atılmamasını anlamlandıramadığını belirtirken; Rober
Koptaş ‘ısrarla ve art arda gelen “lobi” imaları, “Bizim pratiğimiz ortada,
bunu doğru anlayın!” çıkışları, ağızda acı bir tat bırakıyor’ diyor.
Karin
Karakaşlı: Bu söylemde ısrar neden?
Söze
öncelikle Kürt özgürlük ve halk hareketinin farklı lider isimleri ile polemikte
görülmenin, bu şekilde sunulmanın rahatsızlığını dile getirerek başlamak
isterim. Siyaseten durduğum çizgi, bu mücadeleyi Kürt halkı dışında ifade
ettiği geniş muhalefet etme zemini ve hali hazırdaki düzene yegane karşı koyma
ihtimali olarak görme şeklindedir ve konuya dair sayısız yazım bu yaklaşımın
ifadesidir. Dolayısıyla en küçük bir eleştiri ya da söylemsel uyarıda
bulunulduğunda sürekli olarak ideolojinin Ermeni Soykırımı’na yaklaşımının
hatırlatılmasına hacet yok. Gazetemiz bu konuda Kürt hareketinin her siyasi
adımını yakından izlemiş, izlemeye de devam edecektir. Parti içerisinde de pek
çok Ermeni arkadaşımız aktif olarak görev yapmaktadır.
O
kısacık eleştiri ile Mustafa Karasu’nun ifade ettiği gibi bir zorlama yaptığım
ya da kimseyi töhmet altında bıraktığım kanaatinde değilim. Mesele aslında çok
basit: Lobi sözü Ermeniler için tüyler
ürpertici bir kavram ve bütün hatırlatma, açıklama ve söylemsel eleştirilere
rağmen halen bu sözün kullanımında geri adım atılmamasını anlamak bizler için
hiç de kolay değil.
Ermeni
toplumu için ‘lobi’ kavramı, devlet tarafından bilinçli olarak ‘hain işbirlikçi’
yaftası ile birlikte, ihanet etme, devlet aleyhine çalışma anlamlarında
kullanılagelmiş, bu kullanımla da yerleşmiştir.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bese Hozat’ın, sonradan düzelttiği
“Türkiye’de resmî devletin dışında, bir de paralel devletler vardır. Mesela
Gülen Cemaati paralel bir devlettir. İsrail lobisi, yine milliyetçi Ermeni ve
Rum lobileri, paralel birer devlettir” sözlerinden başlayarak KCK Yürütme
Konseyi Üyesi Mustafa Karasu’nun
“Fethullahçılar, bu Ermeni Lobisi ve Hristiyanlarla daha fazla
ilişkidedirler. Ama ilginçtir, en fazla da Fethullahçılar, Alp-Eren ocaklarıyla
bu Hıristiyanlara ve Ermenilere karşı yönelim içerisine girdiler” şeklindeki
açıklamalarına uzanan çizgi, bu hedef gösteren yaklaşımın tekrarından ibaret.
Son
örnekte, Karasu’nun çözüm süreci konusunda düşman ilan ettiği Gülen hareketini
‘Ermeni lobisi ve Hristiyanlarla daha fazla ilişkide’ gösteren söylemini, benim
başka türlü okuma şansım yok. “‘Taraf gazetesinin Fetullahçı çevrelerin
Ermenilere karşı görünüşte olumsuz bir yaklaşım içinde olmamaları, hatta
Ermenilerle iyi ilişki içinde görünür olma durumları” şeklindeki ilave
açıklamasında da bu sorunlu vurgu devam
ediyor.
Madem
‘hassasiyet’ anlaşılmaktadır, gereği yerine getirilip artık bu kavramın
kullanımından imtina edilebilir. Ancak Karasu’nun eleştirilere cevaben yaptığı
açıklamada “Lobilerin eleştirdiğimiz yanları olsa da o söyleşide buna da bir
olumsuz anlam yüklemedim. Lobilerin tabii ki Ermeniler açısından olumlu
işlevleri vardır. Lobi yapmak, lobiye sahip olmak kötülenecek, eleştirilecek
bir durum değildir” sözlerinden bu kavramın kullanımında ısrar edileceği
görülüyor.
O
zaman ‘lobi’den neyin kastedildiğini açıklıkla ifade etmek gerek. Kimdir bu
lobiler? Neden her bir sözü incelikle tartılarak söylenmiş Gülen cemaati ile
ilgili bir siyasi analizde Ermeni, lobi, Hıristiyan sözlerini bu kadar rahat ve
muğlak kullanabilmekte, bunun yarattığı rahatsızlık kerelerdir ifade edilirken
aynı söylem neden ve ısrarla tekrar edilmektedir?
Karasu’nun
açıklamalarında maalesef bu en temeldeki sorulara dair bir yanıt bulamadım. Söz
konusu eleştirilerimize yönelik “Sadece Özgürlük Hareketi’ni doğru anlama ve
yorumlama içinde olunmasını öneriyorum” yaklaşımını da yukarda bahsettiğim
yaklaşım ve birikimim açısından yalnızca üstten ve kırıcı bir ifade olarak
algılıyorum.
Ve
nihayet, ayrıntılar mühimdir; büyük söylemler küçük adımlarla sınanır. Mustafa
Karasu’nun söz konusu açıklamada Agos yayın yönetmeni Rober Koptaş’ın
ismini “Robert Kopbaş” olarak yazması
bile ve yazması dahi bize hassasiyetin ta nerelerden başlaması gerektiğine dair
çok şey söylemektedir.
Rober
Koptaş: ‘Lobi’ tarih ders kitaplarındaki ‘Zararlı cemiyetler’in bugünkü
versiyonu gibi
Mustafa
Karasu’nun, Fethullah Gülen cemaatinin Ermeni ve Hıristiyan lobileriyle
bağlantılarına dikkat çektiği ve geçen haftaki Agos’ta eleştirdiğimiz sözlerine
açıklık getirme ihtiyacı duyması şüphesiz ki değerli. Değerli, çünkü Kürt
hareketinin, bugün Türkiye ve Mezopotamya coğrafyasında “teferruat, bakiye,
küsurat” düzeyine inmiş Ermeniler ve Hıristiyanlarla kurmaya çalıştığı ilişkiye
önem verdiğini gösteriyor. Bu hassasiyet, kanın oluk oluk aktığı bu cangılda
elbette ki hor görülemez.
Ancak
açıklamanın içeriğinin aynı ölçüde tatmin edici olduğunu söylemek mümkün değil.
Değil, çünkü Karasu, Özgür Gündem’de yayımlanan bu açıklamasında sıkça, Kürt
siyasi hareketinin temsilcisi olan PKK-KCK-HDP-DBP çizgisinin, “halklar,
Hıristiyanlar, Ermenilerle ilgili” “pratiğine” bakmamız gerektiğine vurgu yapsa
da, söylemin de pratiğe pekâlâ dahil, ona içkin olduğunu unutuyor.
Karin
Karakaşlı’yla birlikte, bir halkın temsilcileri olarak değil (haşa!), ama
memleket meseleleri üzerine kafa yoran iki bağımsız birey olarak Mustafa
Karasu’ya yönelttiğimiz eleştiriler, daha önce çeşitli PKK yöneticileri
tarafından defaten tekrarlanmasına ve defaten düzeltilmeye çalışılmasına
rağmen, “Ermeniler, Hıristiyanlar, lobi” kavramlarının yine ve yeniden negatif
bir bağlamda (bugünün ötekileri olan “Fethullahçılarla bağlantı”)
dillendirilmesine dairdi.
Evet,
Kürt siyasi güçlerinin ağırlıklı olduğu coğrafyada, ‘Kürdistan’ın güneyinde
(Irak Kürdistanı, Başûr), kuzeyinde (Türkiye Kürdistanı, Bakur) ve batısında
(Suriye Kürdistanı, Rojava), bugün çok az sayıda kalmış olsalar da
Hıristiyanlar ve Ermeniler, görece daha olumlu şartlar altında yaşıyorlar.
Evet, Kürt hareketinin Abdullah Öcalan’ın şekillendirdiği ideolojisi, bütün
bölge halkların eşit, özgür, demokratik özyönetimini savunuyor. Evet, misal
Diyarbakır’da Surp Giragos Kilisesi’nin yok olup gitmekten Diyarbakır
Belediyesi’nin çabaları sayesinde kurtulması; misal Rojava’daki özerk yönetime
Ermeni, Asuri, Arap Hıristiyan topluluklarının temsilcilerinin de katılması
gibi yüz ağartan örnekler var bu coğrafyada. Ancak, bu olumlu tablonun yanında,
bugün hâlâ bölgede Ermeni ve Hıristiyan kimliğini açıklamaktan korkan
insanların varlığı, geçmişte yok edilen birlikte yaşamı yeniden kurmanın aslen
imkânsız düzeyine varması, bu hale nasıl varıldığı üzerine hakkıyla
durulmaması, talan edilen malın mülkün üzerinde oturmaya devam eden geniş bir
nüfüs, Türkiye’nin soykırım gerçeğiyle yüzleşmesi için Kürtlerin payına düşen
yükün Kürt hareketi tarafından ne kadar sırtlanıldığı, bu konudaki
özeleştirinin ne kadar sahici bir politik ve yaşamsal zemine, “pratiğe”
oturtulabildiği gibi çok derin sorular, aslen derin yaralar da var unutulmaması
gereken.
Madem
Surp Giragos Kilisesi’ni örnek verdik, daha 1980’lere kadar cemaati olan ve
sapasağlam ayakta olan bu kilisenin 20 yıl içinde hangi şartlarda harabeye
döndüğünün kısa ve öz tarihi üzerine düşünmek bile, bu yaralara ve geçmişe
eleştirel, hareketin pek sevdiği tabirle ve daha geçenlerde bizzat Öcalan’ın da
yaptığı gibi “özeleştirel” gözlerle bakma gereğini açık eder. Ben diyorum ki,
bu özeleştiri hakkıyla yapılmadan, “Bizim pratiğimiz ortada, bundan tatmin
olmamak şımarıklıktır” anlamına gelen tepkiler, eşitler arasındaki bir ilişkiyi
değil, astla üst arasındaki hiyerarşik bir ilişkiyi işaret eder. Ve biz
Türkiye’nin azınlıkları, azaltılmışları, bu söylem ve ilişki kurma biçimine
Türkiye’nin geçmişteki ve bugünkü iktidarlarından dolayı fazlasıyla
aşinayız.
Hal
böyleyken, Türk ve Kürt halkları ve tüm insanlık adına onurlu bir barışla
sonuçlanmasını canı gönülden dilediğimiz çözüm sürecinin türlü aşamalarında,
türlü güncel tartışmalarda, akla her ne hikmetse hemen “Ermeni ve Hıristiyan
lobilerinin” gelmesini eleştirmek de gayet doğal. Kürt hareketi açısından,
müzakere yürütülen AK Parti hükümetiyle bugün ortak hasım konumunda olan Gülen
cemaatinin “sinsi planlarını” açık etmek amacıyla verilmiş bir demeçte,
cemaatin Ermenilerle, Ermeni lobileriyle ilişkisine dikkat çekmek ve bu
iddianın altını doldurmamak doğal olarak tepki çekecektir.
Misal,
bu sözler karşısında, tam da 2015 öncesinde, soykırımın yüzüncü yıldönümünde,
“lobi” tabirini ısrarla bu negatif bağlam içinde kullanmak neye hizmet ediyor
diye sormak gerekmez mi? Ya da, yine misal, bu “lobi”lerin içinde tahayyül
edilebilecek, misal, Taşnaktsutyun Partisi Amerika’da bizzat HDP eşbaşkanıyla
temasta bulunurken “lobi” olmuyor da, Gülen cemaatinin birtakım mülahazalarla
diyalog kurduğu Ermeni dernekleri mi lobi oluyor diye sormak anlamsız mı? Bu
bakımdan “lobi”, İnkilap Tarihi ders kitaplarında kafamıza zorla sokulan
“Kurtuluş Savaşı sırasındaki zararlı cemiyetler: 1. Kürt Teali Cemiyeti, 2.
İngiliz Muhipleri Cemiyeti, 3. Mavri Mira Cemiyeti, 4. Patrik Zaven Efendi’nin
çalışmaları” saçma sapan tekerlemesindeki “Zararlı cemiyetler”i hatırlatmıyor
mu size de?
Evet,
Türkiye’de bir kişi, kurum veya grupla ilgili olumsuz bir algı yaratmak
istediğinizde, onun “Ermeniliğine” veya Ermenilerle ilişkisine vurgu yapmak
çokça başvurulan bir yoldur. Ama bu sağ, ama bu milliyetçi, ama bu ırkçı bir
yoldur. Kürt hareketinin bu yola öyle veya böyle meyletmemesi gerektiğine
işaret etmek, illa kötü niyetle mi açıklanır?
Karasu’nun
eleştirilerimizden kişisel bir acı ve üzüntü duyduğunu, özellikle çocukluğunun
Sivas’ından aktardığı hatıralar dolayısıyla anlamamak mümkün değil. Böyle bir
yazı içinde hemşeriliğe vurgu yapmak garip görünebilir, ancak ben de
Sivas’lıyım. Ailem, Sivas’ın bugün adı Akdeğirmen’e çevrilmiş Tavra köyündendi.
Tavra, 1915 öncesinde Ermenilerin yoğunlukta yaşayıp değirmencilikle uğraştığı
bir köydü. Köyün meşhur Surp Nişan Kilisesi Cumhuriyet döneminde cephaneliğe
çevrildi ve bugün de askeri arazi içinde tutsaktır. Ancak dikenli teller
ardından fotoğrafını çekebilirsiniz, o da gizli saklı. Tavra’dan geriye bugün o
tutsak Surp Nişan dışında neredeyse hiç iz kalmadı. “Tavra’nın Surp Nişanı,
bütün Sivas’ın şanı / Tavra’yı sevmeyenin, yoktur dini imanı / Hey Tavralı
Tavralı, paraları turalı / Görmedi senin gibi, bu cihan kurulalı” türküsü, bu
izlerin sonuncularından biridir. Daha doğrusu biriydi… Halk müziğinin en büyük
derleyicilerinden olan Muzaffer Sarısözen, bu türküyü, Surp Nişan kelimelerinin
üzerini çizerek şöyle geçirmiş kayıtlara: “Gemici başı mısın, cevahir taşı
mısın / Sana bir nişan versem, koynunda taşır mısın / Hey tavralı tavralı,
paraları turalı / Görmedim senin gibi, bu cihan kurulalı.”
Ülkemizin
tarihi, bu tip silmeler, yok saymalar, yok etmeler üstüne kurulu. Bunu, zaten
en derinden yaşamış olan Kürt halkına ve onun temsilcilerine anlatmaya kalkacak
değilim. Ancak bu tarih içinde ne tür faillikler, ne tür aktörlükler, ne tür
ortaklıklar, ne tür hata ve sevaplar işlendiği de, bugün artık hakkıyla kayda
geçmeli, zihinlere nakşolmalı. Bu henüz tam anlamıyla yapılmadan, ısrarla ve
art arda gelen “lobi” imaları, “Bizim pratiğimiz ortada, bunu doğru anlayın!”
çıkışları, ağızda acı bir tat bırakıyor. Hele, ortak tarihe, ortak coğrafyaya,
masumiyet çağlarına yapılan göndermeler de, bu zamanda posası artık çoktan
çıkmış “Benim de Ermeni arkadaşlarım var!” sığlığının ötesine maalesef ki
geçmiyor. Bu vasattan uzaklaşabilirsek, “lobi”nin ardında bence çok değerli bir
tartışma var.
(Agos)
No comments:
Post a Comment