“‘Bu
çılgınca şaklabanlıklarında bir ölüm dansı havası vardır sanki. Ama Avrupa
savaşının yol açtığı sürü halinde ölümler, yangınlar, canavarlıklar
kulaklarında yankılanmaktadır. Bir an iğrense, nefrete kapılsaydı, insanlardan,
insanlıktan ve soyluluktan umudunu keserdi kısa zamanda. Alaya almak yetmez,
hicvetmek de yetmiyordu. Açıklamak gerekti. Daha fazla açıklamak, her zaman
açıklamak, fars yoluyle insanlık dışı bir toplumun işleyişini göstermek,
gözlere sokmak, kanıtlamak gerekiyordu. (…) Bu artık Mack Sennett’in yönettiği
neşeli bir çılgınlar bayramı değildir. Tersine, körü körüne uyulan her şeyin
taşlanmasıdır.’ der (Georges) Sadoul. Sadoul’un üzerinde durduğu yön, özellikle
Chaplin’in 1916-1917 yıllarındaki, yani Mutual dizisini kapsayan dönemdeki
birkaç şaheser vardır ki (Şarlo Tefeci, Şarlo Polis, Şarlo Göçmen), bunlar
yaratıcının en ateşli toplumsal yergileri arasında sayılır. Toplumsal hiciv
yönünden Chaplin yalnız sayılamaz. (…) Griffith ondan önce bu yolu denemiştir;
Stroheim de bir ölçüde bu toplumsal tabulara el atmıştır; Bir Sinclair Lewis
(Babbitt) ve özellikle bir Dreiser (An American Tragedy) edebiyat alanında bu
konunun açık görüşlü ve eleştirici birer tanığı olarak görülebilir.
Ama
Chaplin’in kendisine özgü yönleri vardır. Görünüşte aşırı gülünçlüğe karşın
eleştirisi müphem ve zihinleri karıştırıcı olmaktan çok uzaktır. İki yüz yıldır
maddi ve manevi refaha gömülmüş Amerikan toplumunun kötü yönlerine hücum eder,
öte yandan hücumun çok yakın bir tarihle ilgili olarak göçmen’in görüş
açısından –ve bu açı çok önemlidir– yapar. O, Amerika’ya, bir vaat edilmiş
ülkeye, özgürlük ve sonsuz olanaklar anlamdaşı bir ülkeye, özgürlük ve sonsuz
olanaklar anlamdaşı bir ülkeye geliyorum kanısiyle gelir, orada kapalı püriten
bir toplum bulur.
Bu
toplum yeni gelenlere iyi gözle bakmaz, onlara karşı geleneksel baskı
silahlarını kullanır, yani bencil zenginlik, dinsel ve siyasal hoşgörü
eksikliği ve ayrıcalıkların emrinde bir şiddet. Başka bir deyişle, Avrupa’dan,
Yahudi düşmanı baskılar ve şiddet hareketleriyle kovulan bu küçük Yahudi,
Şarlo, Amerika’da Yahudilerin, renkli insanların ve yoksulların şüpheli kişi
olarak görüldükleri bir toplum bulmuştur. Hele, bu toplumun içinde bulunduğu,
orada kaldığı sürece, Chaplin’i nasıl vahşi bir çaba ile sıkıştırıp
kovuşturduğu bilinirse, onu, manevi olmasa bile, maddi kaygılardan
koruyabilecek ve bu toplumla kaynaşma olasılığının koşullarını yaratmış olan
olağanüstü mesleki ve toplumsal başarısından sonra bile, ağır alaylarını
sürdürmesinde şaşılacak bir yan olmadığı kolayca anlaşılır.
Fakat
Chaplin asla kaynaşmayacak’tır, çünkü o Gezginci Yahudi’dir. Belli bir yere
bağlanma olanağından yoksun luftmench’dir. Ve bütün yaşamı boyunca geçici
süreli bir göçmen olarak kalacaktır. Amerikan kartalını taşıyan pasaporta sahip
olma, milyonlarca insan için tartışılmaz bir ülkü iken, Chaplin’in sonradan
edindiği bu yurdun vatandaşlığını istememesi, Amerikan toplumunun ondan
yakınmasının başlıca nedeni olmuştur. Chaplin acaba neden Amerikan
vatandaşlığına alınması için bir girişimde bulunmamıştır? Oğlu babasının
ağzından gerekli açıklamayı veriyor:
‘Ben
kendimi bir dünya vatandaşı sayıyorum. Uluslararası bir anlayıştayım ben.
Birmanya’da, Çin’de ya da Tombuktu’da doğmuş olabilirdim. Ama yine aynı insan
olacaktım. İlk vatandaşlığımı değiştirmedi isem, buna hiçbir zaman çok fazla
önem vermediğimden. Bu konuyu daima doğum yeriyle ilgili bir rastlantı gözüyle
baktım. Ama yaşadığım ülkede yasalara, düzene, göreneklere uymasını bilirim.’”
“Şarlo / Marcel Martin” s.121-123 ‘Parisli Kadın’
–“Göçmenliğe Dair”
Kaynakça:
“Peter, Sue & Marc,
Charlie Chaplin”“Marcel Martin, Şarlo; Charles Chaplin, çev. Timuçin Yektan, Bilgi Yayınevi, Ocak 1972″
No comments:
Post a Comment