1970'lerde
Ortadoğu'da yükselişe geçen, Afganistan, Cezayir, Çeçenya ve Bosna gibi sıcak
cephelerde silahla tanışan ve Kaide ile küreselleşen cihadi selefilik, IŞİD ile
farklı bir boyuta geçti.
Kobani’de
Kürtlerin önderliğindeki özerkliği boğdurma hesabıyla Halk Savunma Birlikleri
(YPG) ile Irak-Şam İslam Devleti’ni (IŞİD) aynı kefeye koyanların penceresinden
Ortadoğu’ya bakanların küçümsediği bir tehdit giderek daha geniş coğrafyalara
kendi şiddetini tattırıyor. Kaide saflarından kopup IŞİD’e bağlanan örgütlerin
oluşturduğu hareketliliğin ötesinde İslam ülkeleri dışında ‘cihatçı selefi’
hücreler ya da ‘yalnız kurtlar’ Halife İbrahim’e sadakatlerini şiddetle sunmaya
başladı. Küresel bir tetiklenmenin ilk evresindeyiz. Danimarka'da yazar Lars
Hedegaard'a suikast girişimi, Belçika'da Doel Nükleer Santrali’ne sabotaj,
Belçika'da Yahudi Müzesi'ne silahlı saldırı ve Paris'te sinagogdan çıkanlara
saldırı belki olacaklara dair birer işaretti. En son 15 Aralık’ta Sydney kanlı
bir rehine eylemine sahne oldu.
Biatlar Bağdadi’ye
Çok
eskilerden kalma ‘hicret, cihat, devlet’ parolasıyla hareket eden IŞİD,
Fırat-Dicle havzasında korkunun gücüyle kurduğu hilafetle bir anda cihatçı
selefiler arasında çekim merkezi haline geldi.
Cihatçılar
sanki kendisini halife ilan eden İbrahim bin Avvad bin İbrahim’e nam-ı diğer
Ebubekir Bağdadi’ye biat sırasına girdi. Son birkaç ay içerisinde Mısır, Ürdün,
Libya, Cezayir, Lübnan, Tunus, Filistin, Bahreyn, Nijerya, Yemen, Sudan,
Pakistan, Hindistan, Filipinler, Endonezya ve Özbekistan’da Kaide paralelinde
faaliyet gösteren örgütler Bağdadi’ye ya biat etti ya da müttefik olduklarını
duyurdu.
Hilafet
ilanı selefi cihatçılar arasında rekabete de yol açtı. Eyman el Zevahiri
liderliğindeki küresel Kaide örgütü kendi saflarında IŞİD lehine çözülmeyi
önlemeye ve etkinliğini arttırmaya çalışıyor. İki örgütün taraftarları arasında
karşılıklı ithamlar dikkat çekiyor.
Pakistan’da
bölünme sonrası güç gösterisi
Bu noktada
Pakistan’ın Peşaver kentinde Tehrik-i Taliban örgütünün 16 Aralık’ta asker
çocuklarının gittiği bir okulu basıp 132’si çocuk 141 kişiyi öldürmesinin
arkasında da muhtemelen IŞİD’e biat edenlerle etmeyenler arasında yaşanan
çatlak var. 13 örgütün bir araya gelmesiyle oluşan Tehrik-i Taliban’ın eski
sözcüsü Şahidullah Şahid ekimde Hangu, Peşaver, Orakzay, Kurram ve Hayber
komutanları (Hafız Said Han, Hafız Devlet Han, Mevlana Gül Zaman, Müftü Hasan
ve Halid Mansur) ile birlikte Bağdadi’ye biat ettiklerini açıklamıştı. Bunun
üzerine Afganistan’daki Taliban lideri Molla Ömer’e bağlılığını sürdüren
Tehrik-i Taliban lideri Mevlana Fazlullah Şahid’i sözcülük görevinden alıp
yerine Muhammed Horasani’yi atadı. The Guardian’ın Asya muhabiri Jason Burke bölünmelerden
sonra baskı altında kalan örgütte başı çeken Mehsud kabilesinin Peşaver’deki
katliamla güç gösterisinde bulunduğu yorumunu yaptı.
Amerikan
esir kampları olmasaydı…
IŞİD’in
küresel etkisinden laf açılınca bu örgütün dinamiklerine yeniden eğilmek gerekiyor.
The
Guardian’ın Ortadoğu muhabiri Martin Chulov, IŞİD’in bir proje mi yoksa kendi
iç dinamikleri olan örgüt mü tartışmalarının komplo teorilerine bulandığı bir
dönemde çok çarpıcı bir haber yaptı. Chulov’a konuşan Ebu Ahmed takma adlı IŞİD
komutanı, Irak’ta Amerikan işgalinin ardından Bağdadi ve arkadaşlarının
tutulduğu Bukka Kampı’nın örgütün doğuşundaki yerini anlattı: “Irak’ta Amerikan
hapishanesi olmasaydı şimdi IŞİD de olmayacaktı. Bukka bir fabrikaydı. Bizim
ideolojimizi Bukka inşa etti.” Amerikan güçlerinin Bukka gibi Ebu Gureyb
Cezaevi ve Camp Cropper’de Sünniler arasında yarattığı mağduriyet, Ebu Musab el
Zerkavi’nin Afganistan ve İran dönüşünde Irak’ta temelini attığı Kaide’nin
güçlenmesini hizmet etti. İdeolojik olarak taban tabana zıt olmalarına rağmen
yolları, iktidardan düşen Baasçılarla kesişen Kaide, savaşını büyütmek ve Sünni
kesimlerde yer edinmek için düşmanlığını iktidar sırası gelen Şiilere yöneltti.
2013’ten 2014’de kanlı bir yolun sonunda Bukka Kampı’nın mağdurları ‘İslam Devleti’
adını verdikleri ‘hilafet’ örgütlenmesiyle dünyanın karşısına çıkmış oldu.
Kaide’nin
dönüşümü
Evet,
‘işgal’ ve ‘mağduriyet’ bu örgütün harcındaki güncel ve pratik nedenler.
Osmanlı ve İngiliz sömürge döneminden beri sahip oldukları iktidarı kaybeden
Sünnilerin öfkesi de bu örgütün kılıçlarını parlattı. Bunu anlıyoruz. Lakin
Suriye kriziyle birlikte 93 ülkeden savaşçı akınıyla Türkiye’yi de bir cihat
otobanına dönüştüren yeni bir süreç yaşandı. ABD’yi parmakla gösteren
mağduriyet söylemi, IŞİD’in oturduğu zemini ve çekim merkezine dönüşmesini izah
etmeye kâfi gelmiyor.
Sanırım
tam 100 yıl sonra hilafetin geri döndüğü ve belli bir coğrafyada harici bir
yorumla şeriat hükümlerinin uygulandığı fikri selefi dünyanın duyarlı tarafına
hitap ediyor. Afganistan’da Taliban belki yerel ve milli yani ‘Afgani’ olma
eğilimi nedeniyle bu denli çekim merkezi olamamıştı. Uzun süre kendi sesini
Kaide’de bulan cihadi selefilik de dönüştü. 1970’lerde Ortadoğu’da yükselişe
geçen, Afganistan, Cezayir, Çeçenya ve Bosna gibi sıcak cephelerde silahla
tanışan ve Kaide ile küreselleşen cihadi selefilik IŞİD ile farklı bir boyuta
geçti. Aşırı şiddetle Kaide’den bile tepki çeken IŞİD ayrıca yeni nesillere
mevcutla en acımasız şekilde bir hesaplaşma fırsatı sunuyor. Şiddetin bu denli
kutsandığı başka bir tarihsel dönem var mı bilmiyorum. Tabi Ebu Ahmed’in
ifadesiyle cihat yolculuğunu cazip kılan başka etkenler de var: Güç, para,
kadın ve mevki.
Kerbela’nın
kodladığı mezhebi taban
Harici
tasavvurun pratik yapma imkânı bulduğu coğrafyanın işleri kolaylaştıran
tarafıyla ilgili de bir saptama gerekiyor: Tarih boyunca kendinden olmayanlara
yeni Kerbelalar yaşatma fırsatlarını asla kaçırmayan, geçen yüzyılda Suudi
Arabistan’da resmi ideoloji haline gelen Vahhabilikle yeniden nükseden ve 1979
İslam Devrimi’nden sonra İran’ın nüfuzunu kırma adına Şia düşmanlığını tekrar
şiar edinen cihatçı selefilerin ‘Yezid’ isminin kullanılabildiği Irak’ın Sünni
üçgeninde fikren taraftar bulması şaşırtıcı değil. IŞİD’in korku ve tehditle
kendine bağladıklarının yanında gönüllü taraftarlarının fikri altyapısından
bahsediyorum. Suriye’de ise Hama katliamıyla beli kırılan Müslüman Kardeşler’e
karşı bir dönem antidot olarak Suud bağlantılı selefilere göz yumulduğu ve Irak
işgali sırasında ortak düşman Amerika’ya karşı ‘Sünni direnişçilere’ kapılar
açıldığı için IŞİD’in elini attığında hemen bulabileceği bir zemin vardı.
Karmaşık
boyutlar kazanan ve küreselleşen ‘nevzuhur hariciyye’ ile kim nasıl baş edecek?
Sürekli mağduriyetler yaratarak Kaide’yi küreselleştirmiş olan ABD mi? IŞİD’e
bahaneler sunan Türkiye gibi ülkeler mi? Uzaklardaki selefileri besleyip kendi
içlerindekini bastıran Körfez monarşileri mi? Bu işten zerre miktarı anlamayan
Batılılar mı?
Şaşırtıcı
gelebilir ama IŞİD’e karşı en şiddetli ideolojik savaşı şu anda ‘mutedil’
İslamcılar değil Kaide veriyor. Hem IŞİD hem Kaide’ye asıl yanıtı vermesi
gereken mutediller nerede? Hâlbuki asıl iş onlara düşüyor.
(Radikal)
No comments:
Post a Comment