Wednesday, 17 December 2014

Kaide’nin türeviyle savaşı / Fehim Taştekin

17.12.2014
 
1970'lerde Ortadoğu'da yükselişe geçen, Afganistan, Cezayir, Çeçenya ve Bosna gibi sıcak cephelerde silahla tanışan ve Kaide ile küreselleşen cihadi selefilik, IŞİD ile farklı bir boyuta geçti.

Kobani’de Kürtlerin önderliğindeki özerkliği boğdurma hesabıyla Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile Irak-Şam İslam Devleti’ni (IŞİD) aynı kefeye koyanların penceresinden Ortadoğu’ya bakanların küçümsediği bir tehdit giderek daha geniş coğrafyalara kendi şiddetini tattırıyor. Kaide saflarından kopup IŞİD’e bağlanan örgütlerin oluşturduğu hareketliliğin ötesinde İslam ülkeleri dışında ‘cihatçı selefi’ hücreler ya da ‘yalnız kurtlar’ Halife İbrahim’e sadakatlerini şiddetle sunmaya başladı. Küresel bir tetiklenmenin ilk evresindeyiz. Danimarka'da yazar Lars Hedegaard'a suikast girişimi, Belçika'da Doel Nükleer Santrali’ne sabotaj, Belçika'da Yahudi Müzesi'ne silahlı saldırı ve Paris'te sinagogdan çıkanlara saldırı belki olacaklara dair birer işaretti. En son 15 Aralık’ta Sydney kanlı bir rehine eylemine sahne oldu.

Biatlar Bağdadi’ye

Çok eskilerden kalma ‘hicret, cihat, devlet’ parolasıyla hareket eden IŞİD, Fırat-Dicle havzasında korkunun gücüyle kurduğu hilafetle bir anda cihatçı selefiler arasında çekim merkezi haline geldi.

Cihatçılar sanki kendisini halife ilan eden İbrahim bin Avvad bin İbrahim’e nam-ı diğer Ebubekir Bağdadi’ye biat sırasına girdi. Son birkaç ay içerisinde Mısır, Ürdün, Libya, Cezayir, Lübnan, Tunus, Filistin, Bahreyn, Nijerya, Yemen, Sudan, Pakistan, Hindistan, Filipinler, Endonezya ve Özbekistan’da Kaide paralelinde faaliyet gösteren örgütler Bağdadi’ye ya biat etti ya da müttefik olduklarını duyurdu.

Hilafet ilanı selefi cihatçılar arasında rekabete de yol açtı. Eyman el Zevahiri liderliğindeki küresel Kaide örgütü kendi saflarında IŞİD lehine çözülmeyi önlemeye ve etkinliğini arttırmaya çalışıyor. İki örgütün taraftarları arasında karşılıklı ithamlar dikkat çekiyor.

Pakistan’da bölünme sonrası güç gösterisi

Bu noktada Pakistan’ın Peşaver kentinde Tehrik-i Taliban örgütünün 16 Aralık’ta asker çocuklarının gittiği bir okulu basıp 132’si çocuk 141 kişiyi öldürmesinin arkasında da muhtemelen IŞİD’e biat edenlerle etmeyenler arasında yaşanan çatlak var. 13 örgütün bir araya gelmesiyle oluşan Tehrik-i Taliban’ın eski sözcüsü Şahidullah Şahid ekimde Hangu, Peşaver, Orakzay, Kurram ve Hayber komutanları (Hafız Said Han, Hafız Devlet Han, Mevlana Gül Zaman, Müftü Hasan ve Halid Mansur) ile birlikte Bağdadi’ye biat ettiklerini açıklamıştı. Bunun üzerine Afganistan’daki Taliban lideri Molla Ömer’e bağlılığını sürdüren Tehrik-i Taliban lideri Mevlana Fazlullah Şahid’i sözcülük görevinden alıp yerine Muhammed Horasani’yi atadı. The Guardian’ın Asya muhabiri Jason Burke bölünmelerden sonra baskı altında kalan örgütte başı çeken Mehsud kabilesinin Peşaver’deki katliamla güç gösterisinde bulunduğu yorumunu yaptı.

Amerikan esir kampları olmasaydı…

IŞİD’in küresel etkisinden laf açılınca bu örgütün dinamiklerine yeniden eğilmek gerekiyor.

The Guardian’ın Ortadoğu muhabiri Martin Chulov, IŞİD’in bir proje mi yoksa kendi iç dinamikleri olan örgüt mü tartışmalarının komplo teorilerine bulandığı bir dönemde çok çarpıcı bir haber yaptı. Chulov’a konuşan Ebu Ahmed takma adlı IŞİD komutanı, Irak’ta Amerikan işgalinin ardından Bağdadi ve arkadaşlarının tutulduğu Bukka Kampı’nın örgütün doğuşundaki yerini anlattı: “Irak’ta Amerikan hapishanesi olmasaydı şimdi IŞİD de olmayacaktı. Bukka bir fabrikaydı. Bizim ideolojimizi Bukka inşa etti.” Amerikan güçlerinin Bukka gibi Ebu Gureyb Cezaevi ve Camp Cropper’de Sünniler arasında yarattığı mağduriyet, Ebu Musab el Zerkavi’nin Afganistan ve İran dönüşünde Irak’ta temelini attığı Kaide’nin güçlenmesini hizmet etti. İdeolojik olarak taban tabana zıt olmalarına rağmen yolları, iktidardan düşen Baasçılarla kesişen Kaide, savaşını büyütmek ve Sünni kesimlerde yer edinmek için düşmanlığını iktidar sırası gelen Şiilere yöneltti. 2013’ten 2014’de kanlı bir yolun sonunda Bukka Kampı’nın mağdurları ‘İslam Devleti’ adını verdikleri ‘hilafet’ örgütlenmesiyle dünyanın karşısına çıkmış oldu.

Kaide’nin dönüşümü

Evet, ‘işgal’ ve ‘mağduriyet’ bu örgütün harcındaki güncel ve pratik nedenler. Osmanlı ve İngiliz sömürge döneminden beri sahip oldukları iktidarı kaybeden Sünnilerin öfkesi de bu örgütün kılıçlarını parlattı. Bunu anlıyoruz. Lakin Suriye kriziyle birlikte 93 ülkeden savaşçı akınıyla Türkiye’yi de bir cihat otobanına dönüştüren yeni bir süreç yaşandı. ABD’yi parmakla gösteren mağduriyet söylemi, IŞİD’in oturduğu zemini ve çekim merkezine dönüşmesini izah etmeye kâfi gelmiyor.

Sanırım tam 100 yıl sonra hilafetin geri döndüğü ve belli bir coğrafyada harici bir yorumla şeriat hükümlerinin uygulandığı fikri selefi dünyanın duyarlı tarafına hitap ediyor. Afganistan’da Taliban belki yerel ve milli yani ‘Afgani’ olma eğilimi nedeniyle bu denli çekim merkezi olamamıştı. Uzun süre kendi sesini Kaide’de bulan cihadi selefilik de dönüştü. 1970’lerde Ortadoğu’da yükselişe geçen, Afganistan, Cezayir, Çeçenya ve Bosna gibi sıcak cephelerde silahla tanışan ve Kaide ile küreselleşen cihadi selefilik IŞİD ile farklı bir boyuta geçti. Aşırı şiddetle Kaide’den bile tepki çeken IŞİD ayrıca yeni nesillere mevcutla en acımasız şekilde bir hesaplaşma fırsatı sunuyor. Şiddetin bu denli kutsandığı başka bir tarihsel dönem var mı bilmiyorum. Tabi Ebu Ahmed’in ifadesiyle cihat yolculuğunu cazip kılan başka etkenler de var: Güç, para, kadın ve mevki.

Kerbela’nın kodladığı mezhebi taban

Harici tasavvurun pratik yapma imkânı bulduğu coğrafyanın işleri kolaylaştıran tarafıyla ilgili de bir saptama gerekiyor: Tarih boyunca kendinden olmayanlara yeni Kerbelalar yaşatma fırsatlarını asla kaçırmayan, geçen yüzyılda Suudi Arabistan’da resmi ideoloji haline gelen Vahhabilikle yeniden nükseden ve 1979 İslam Devrimi’nden sonra İran’ın nüfuzunu kırma adına Şia düşmanlığını tekrar şiar edinen cihatçı selefilerin ‘Yezid’ isminin kullanılabildiği Irak’ın Sünni üçgeninde fikren taraftar bulması şaşırtıcı değil. IŞİD’in korku ve tehditle kendine bağladıklarının yanında gönüllü taraftarlarının fikri altyapısından bahsediyorum. Suriye’de ise Hama katliamıyla beli kırılan Müslüman Kardeşler’e karşı bir dönem antidot olarak Suud bağlantılı selefilere göz yumulduğu ve Irak işgali sırasında ortak düşman Amerika’ya karşı ‘Sünni direnişçilere’ kapılar açıldığı için IŞİD’in elini attığında hemen bulabileceği bir zemin vardı.

Karmaşık boyutlar kazanan ve küreselleşen ‘nevzuhur hariciyye’ ile kim nasıl baş edecek? Sürekli mağduriyetler yaratarak Kaide’yi küreselleştirmiş olan ABD mi? IŞİD’e bahaneler sunan Türkiye gibi ülkeler mi? Uzaklardaki selefileri besleyip kendi içlerindekini bastıran Körfez monarşileri mi? Bu işten zerre miktarı anlamayan Batılılar mı?

Şaşırtıcı gelebilir ama IŞİD’e karşı en şiddetli ideolojik savaşı şu anda ‘mutedil’ İslamcılar değil Kaide veriyor. Hem IŞİD hem Kaide’ye asıl yanıtı vermesi gereken mutediller nerede? Hâlbuki asıl iş onlara düşüyor.
 
(Radikal)
 
 

No comments:

Post a Comment