Jan Němec,
1966 tarihli Kafka-Dönüşüm çevrimi Çekoslovakya devleti film kurulu tarafından
1974 yılında reddedildikten sonra Almanya’ya sürgüne gider. Hakikatin
arayışındaki filmlerin yönetmenine dokunalım.
Almanya’ya
iltica etmedim. Sürgün gittim. 1974 yılında beni hapse atmak istediler, Milan
Kundera gibi bana seçme hakkı verdiler. Yasal olarak ayrılma başvurumuz politik
nedenlerle değil iş sözleşmesi kapsamında olursa hakkımızdaki suç bildiriminin
düşeceği söylendi. Ben de bu teklifi değerlendirip ülkeyi resmi olarak terk
ettim. İltica başka bir şeydir, kendi isteğinle olur, sürgünde ise kapı dışarı
edilirsin. İki yıl daha Çekoslovakya pasaportumla devam ettim. Fakat bir
seyahatte değildim neticede, geri dönemezdim. Dönersem pasaportuma el konup
suçlamalar kaldığı yerden sürecekti ve hapse atılacaktım. İki yılın sonunda
beni yurttaşlıktan çıkardılar. Ben de göçmenlik başvurunda bulunmadım.
Yurttaşlığı, yasal kağıtları olmayan bir devletsizdim.
Kafka’nın
Dönüşüm yorumu 1960’larda Almanya’da gösterime girdi. Ardından üç film daha yaptım.
Soyadıma rağmen [Němec çekçe’de Alman demek] Almanya’ya uyum sağlayamadım.
Bütün o düzen, disiplin ve organize olma ihtiyaçları bana uymadı. Kafka’nın
hikayesini filme çektiğimde Alman eleştirmenin biri “Bir Çek nasıl olur da
Alman edebiyatının klasiklerinden biriyle eğlenebilir?” diye yazdı. Prag’ın
Yahudi yazarının konuşulan Almanca değil de kendi Almancasıyla yazdığı bir
kitap nasıl Alman edebiyatının klasiklerinden biri sayılır bilemiyorum.
Neticede başarısızdım. Kafka böyle çevrilmezmiş. Böylece bir miktar
“mimlendim”. Çalışma fırsatım da vardı, politik sığınma sundular ama özellikle
Almanya’da böyle bir şeyi istemedim. Böylece hiç dostumun, sözleşmemin,
paramın, hiçbir şeyin, hiç kimsenin olmadığı Amerika’ya gittim. Okyanusun
kıyısına Kaliforniya’ya düştüm, orada üç yıl yürüdüm ve düşündüm. Amerika’da
filmlerim nispeten başarılı oldu. Ama New York’da oldu, Los Angeles’ta değil.
Orada beni duyan yoktu, birçok senaryo ve oyun yazdım ama etkili dostlarım
olmayınca, şansım da olmadı. Prag’da her kim yaşayıp da o eski taşlardan
sokaklarında yürürse Kafka’nın etkisini hisseder. Etki doğrudan edebiyat
eserinden değil, o ruhani hissiyattan geliyor. Bunlar çok gizemli mevzular.
Temelinde özgürlük karşıtı nüve olan
bir toplumda yaşayan herkesin, böylesi özgür olmayan ortama elinde avucunda ne
varsa onunla saldırması gereklidir.
Temelinde
özgürlük karşıtı nüve olan bir toplumda yaşayan herkesin bu özgür olmayan
ortama elinde ne varsa onunla saldırması gereklidir. Bir film yapmam için yüz
çek korunu [üç dolar] yeterlidir. Mümkündür. Küçük bir pencere olur ve hiç ses
olmaz. Her şey izleyenin fantazyasından ibaret olur. “Saf film” insanların
filmi kendi kafalarında kurmaları anlamına gelir. Saf film yapmak için sadece
Jean-Luc Godard uğraşıyor. Bana kalırsa Godard’ın filmleri, filmden ziyade
birer yazınsal estetik makale. Onun çalışmalarını ilginç bir kitap gibi hayal
ediyorum.
Sessizliğin
kalitesi ve seviyesi kaydın ve musiki tefsirinin bir parçasıdır, dinlerken
dikkatimizi çeker. Aynı Beethoven senfonisinin yirmi iki farklı kaydını
alabilirsiniz, fakat her biri birbirinden farklıdır. Nefesliler ve
diğerlerinin, kemanların farklı gücü, farklı ritmi, farklı aksanı vardır. Bazıları daha dramatik ya da daha liriktir.
Aniden, sessizlik anlarına denk gelirsiniz, duymasanız da sizi yine de etkiler.
Demek ki ideal bir film başka çalışanlar olmadan ortaya çıkabilir, bu etkiler
ve ruhani güçler kendilerini sese ve resme iletip oradan izleyiciye ulaşabilir.
Canlı bir konserin tersine, bir filmi canlı çekmenin imkanı yoktur. Hepsi
bilinmeze doğru bir yolculuğun motifleri ve işaretleridir.
(Alıntı)
No comments:
Post a Comment