29
Aralık 2014
Yazmak,
mecrası ne olursa olsun, sözcüklerden oluşur; sözcüklerse bedenseldir, bedenden
ve nefesten oluşur, beden tarafından alımlanır, bedenle hissedilir; sözcüklerin
ritimleri bedensel ritimlerdir.
Öyküyü
öykü yapan…
Sizin
“bundan sonra ne olacağını bilmek” istemenizdir –öykünün bu kadarcık bir
parçası, sizi bir sonrakine götürür.
Koşmak
gibi; sol ayağı sağ ayağın önüne koymak zorundasınızdır -çünkü o sırada yere
değen sağ ayağın üzerinde dengeli değilsinizdir ama koşu sırasında öne doğru
eğiliyorsunuzdur- sonra da sağ ayağı sol ayağın önüne koymak zorundasınızdır,
çünkü, den den… Bu “tutamam kendimi” türü bir öyküdür; hızlı, şüphe uyandıran.
Pek manzara görmezsiniz koşarken, pek bir şey öğrenmezsiniz de. Koşmak için
koşarsınız, haz ve heyecan için.
Bir
de yürümek gibi olan öykü vardır, düzenli; kendinizi yürüyüşün akışına
kaptırır, çevrenizdeki her şeyi, daha önce hiç görmediğiniz bir manzarayı
görürken yol alırsınız. Ve yürüyüş daha önce hiç olmadığınız bir yere
çıkabilir.
Sonra
bir de dans etmek gibi olan öykü var; bir sonraki hareketin sonuncusunun
içinden büyümeyi sürdürdüğü; ama öyle dümdüz değil, yönü sadece dosdoğru
ileriye olmayan, daireler, aldatıcı hareketler, tekrarlar, bütün o tuhaf
jestleri içeren. Ve bu dans dürüst bir danssa bütün hareketler birbiriyle
bağlantılıdır; her biri bir öncekini izler, öngörülemez, ama kaçınılmaz bir
şekilde.
Ben
bedensel benzetmeler kullanırım, mekanik benzetmeler değil. Yürümek, koşmak,
dans etmek gibi; hızlı ya da yavaş araba kullanmak veya uçakta uçmak değil.
Çünkü sanat ritimlere dayanır, yazarlar da bedensel ritimler kullanır. Bir
arabadaki ya da telefondaki gibi mekanik ritimler, ritmik olmayan hareket,
sinema gibi mekanik sanatlarda başarıyla kullanılabilir. Ama yazmak, mecrası ne
olursa olsun, sözcüklerden oluşur; sözcüklerse bedenseldir, bedenden ve
nefesten oluşur, beden tarafından alımlanır, bedenle hissedilir; sözcüklerin
ritimleri bedensel ritimlerdir.
“Bir
öykünün, başı, ortası, sonu vardır”: Bu Aristotales’ten gelir, Avrupa anlatı
geleneğinin birçok büyük öyküsünü mükemmel bir şekilde betimler; ama bütün
öyküleri değil. Bir bonfile tarifidir, ama içli köfte* tarifi değil. Bu üçe
bölme Avrupa’ya özgüdür, hatta sona –öykünün nereye gittiğine, nereye
vardığınıza- özel vurgu da Avrupa’ya özgüdür
Zaman
içinde bir süreci ve ilerlemeyi ima eder: Başla, ilerle, bitir. Benim öyküdeki
koşmak, yürümek, dans etmek ritimlerine dair söylediklerim de bir zaman
kesitini ima ediyor. Ama, bir öykünün yapısına baktığımızda, ya dili sağlayan
şey uzamsa? Bir çanta ya da çömlek olarak öykü. Ya da bir ev olarak öykü.
Bir
ev temelde içeriden oluşur; ev böyle bir şeydir, dışarıdan içine gelinecek bir
şey. Bir ön kapısı, girişi vardır. İçerisi, içinde birçok şeyin olabileceği bir
odadan ya da farklı farklı odalardan oluşur; belki de salonlar, merdivenler,
gömme dolaplar, mobilyalardan. Muhtemelen dışarıyı görebileceğiniz
pencerelerden. Bir de genellikle bir arka kapıdan.
Girişin
çekici, ön kapının davetkar, içerde olanların gözünüze ilişeceği şekilde açık
olmasını istersiniz. Bir kez okurunuzu efsunlayıp içeri çekince, onu evin
içinde belli bir yol boyunca ve arka kapıdaki olaylarla yönlendirebilirsiniz.
Ya da sadece odaları, salonları, merdivenleri, olayları verip kendi yolunu
bulmaya –bir süre orada yaşamaya- bırakabilirsiniz. Veya onu gülümsetip tavan
arasına yönlendirebilir, sarı kağıdı gösterebilir ve içeriye
kilitleyebilirsiniz de. Ya da ona pencerelerden daha önce hayal edilmemiş
manzaralar gösterebilir, büyülü pencere kanatlarını perişanlık içindeki hayali
ülkenin tehlikeli denizlerinin köpüklerine açabilirsiniz. Ki, böylece okurunuz
evden hiç ayrılmak istemez, ancak arka kapıdan dışarı atılmalı –ya da kendisine
hemen komşunun kapısında bir devam bölümünün olduğu gösterilmelidir.
Arka
kapıya gelince… Bazen evdeki önemli şey odur: Arka kapının neye açıldığı. Belki
de arkada hiç merdiven yoktur; ayyyyyy, güm. Ama bazen çıkış yalnızca okur
yaşamını orada sürdüremeyeceği için vardır; dolayısıyla dışarı çıkmasına izin
vermeniz gerekir. Ama asıl önemli olan evdir; evde ne olduğudur. Son, bir
doruğa ulaşma, bir ifşa, vahiy, bir nihai çözüm ya da Aristotalesçil bir son
olabilir. Ya da yalnızca bu öykünün olmasının bittiği yerdir. Eğer ev sağlam
yapılmışsa ve içeride olup bitenler anlamlıysa, eğer evin kendisi anımsamaya
değer bir yaşanmışlıksa, arka kapı evin diğer bölümlerinden daha önemli
değildir artık.
*
Le Guin burada mısır hamurundan türlü içle yapılabilen bir yerli yemeğinin
adını, “tamales”i kullanıyor. Çevirmen Türkçe’de okuyanlara yakın bir anlam
ifade edebilsin diye içli köfteyi yeğledi.
*
Le Guin’in konuşma metnini Tolga Korkut Türkçeleştirdi.
Ursula
K. Le Guin
No comments:
Post a Comment