Almanya’nın
en tanınmış edebiyat eleştirmeni, 1920 doğumlu, Varşova Gettosu’nda Yahudi
soykırımından sağ kurtulmuş hiçte sosyalist olmayan, hiçte “komünistlere
sempatiyle bakmayan” Marcel
Reich-Ranicki bakın Ulrike ile ilgili ne
diyor: „1960lı yılların başında onunla
buluştuk. 1958 yılında Federal Almanya’ya geldikten sonra bana hayatımda ilk
kez Varşova Gettosu’ndaki hayatın nasıl olduğuna dair soru soran ilk kişiydi o.
Hamburg’ta bir kahvede buluşmuştuk. Planladığımızdan daha uzun süren röportaj
sonrasında Ulrike’nin gözlerinden yaşlar geliyordu…”
Marcel
Reich-Ranicki bunu, 2004 yılında, Ulrike’nin kızı Bettina Röhl’e anlatıyor. Ki
Bettina Röhl de annesini vicdansızlıkla suçlayanlardan biri. Çünkü Ulrike 1972
yılında yakalanıp, insan görmenin de yasak olduğu tecrit hücresinde tutulmaya
başlandığında Bettina ve ikizi sadece 10 yaşındaydı.
Bettina,
Ulrike’nin o ünlü sözü ettiği çocuklarından biri: “Üzgün olmaktansa, öfkeli
olmayı yeğlerim…” Çünkü Ulrike’nin çocukları annelerini göremedikleri için
üzgündü, anneleri hapiste olduğu için okula arkadaşlarından utanıyorlardı ve
daha başka nedenlerle üzgündüler. Ulrike, yazdığı mektupların birinde
çocuklarına üzülecek bir şey olmadığını, çünkü onları üzen kapitalist sistemin
kendisi olduğunu, kapitalizmin bekçisi rejimin kendisini hapiste tuttuğunu ve
kapitalizme, devlete, düzene karşı asıl öfkeli olunması gerektiğini anlatıyordu.
SOKAK
PROTESTOSUNDAN DİRENİŞE Evet, Ulrike öfkeliydi. Çünkü kapitalizm de devlet de
vicdanlı değil, öfkeliydi. Hem de çok öfkeli hem de dünya çapında… Biliyorsunuz
işte, Ulrike’nin gençliğinde faşistler dünya çapında yenilmişti ama Almanya’da
hala devlet kadrosundaydılar, ABD
Vietnam’daydı… Antikomünizme “demokrasi”, kapitalist diktatörlüğe “özgürlük”
deniyordu… Her yerde Süleyman
Demireller, Kenan Evrenler, Nazlı Ilıcaklar, Nagehan Alçılar, Mehmet Barlaslar,
Bülent Arınçlar, Abdullah Güller, Ertuğrul Özkökler, Muhsin Yazıcıoğulları,
Mehmet Ağarlar vardı.
Ulrike
Meinhof, tanınmış bir gazeteciydi. Ulrike Meinhof’un düzene karşı tepkisini
netleştirdiği ilk yazısı 1968’de başyazar olduğu “konkret” dergisinde, Almanya
68 öğrenci lideri Rudi Dutschke’nin vurulması üzerine yayınlandı. Rudi Dutschke, 11 Nisan 1968 tarihinde
silahlı saldırıda ağır yaralandı. Ulrike’nin düzen eleştirisinin dozunu
artırdığı yazı aynı gün yayınlandı. Bu
yazı daha sonra “radikal dönemin başı” olarak gösterilir. Yazının özünü aşağı
yukarı şu cümleler oluşturur:
“Protesto,
bu bana uymuyor, buna karşıyım demektir. Bana uymayan bir şeyin ortadan
kalkması için uğraşıyorsam bu direniştir. Bu zamana kadar istemediklerimizi
sokaklarda söyledik ama Rudi Dutschke’nin saldırıya uğramasını engelleyemedik.
Çünkü gelenek ve göreneklerin tutsağı halindeydik. Şimdi şiddet ve direnişi
düşünmek zorundayız… Bize yönelik bu silahlı saldırı gerçekleştiğinde, korkak
liberalleri yanımıza çekmek mümkün olmadı. Eğlence sona erdi. Sokak eğlencesi
zamanı geçti artık…” (Yeri gelmişken, Ulrike Meinhof’un konkret’te yazdığı
yazılarından oluşan Protestodan Direnişe adlı kitap yenilerde Levent Konca
çevirisiyle yayınlandı.)
DÜZENDEN
KOPUŞ VE RAF YAZILARI Ulrike, “sokak eğlencesi zamanı geçti, hadi öyleyse,
evlere, bürolara parlamentoya” demedi. Aksine yine sokağı savundu. Sadece
eğlencenin rengi değişiyordu. Meinhof,
14 Mayıs 1970’de, Frankfurt’ta bir AVM’yi yakmaktan ve bugünün parasıyla 3
milyon Euro zarar vermekten tutuklu bulunan Andreas Baader’in hapisten
kaçırılmasında rol oynadı. Meinhof’un Baader’in kaçırılması eyleminde, sadece
yardım etmesi planlanmıştı. Oysa Ulrike, Baader’in ardından camdan atladı ve
illegal yaşama adım atmış oldu. Camdan atlayış, Hamburg’taki villadan da,
Berlin’deki gazeteci yaşamından da kopuş oldu.
Ulrike,
Andreas Baader ve diğer arkadaşları Thorwald Proll, Horst Söhnlein ve Gudrun
Ensslin’i gazeteci olarak izlediği kundaklama eylemi duruşmalarında tanımıştı.
Elbette
Ulrike’nin camdan atlamasıyla Alman basını nükleer savaş karşıtlığından kadın
sorununa, sosyal demokrasinin acizliğinden, sarı sendikaların yangın
söndürücülüğüne kadar düzeni teşhir eden güçlü bir yazarı kaybetti ama kısa
süre içinde Ulrike, bir kamuoyu yoklamasında halkın yüzde 70’inin “evimde
saklarım” dediği başka biri olarak döndü. Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (Rote Armee Fraktion – RAF) metin yazarı.
Yine
hiçte komünist olmayan, hiçte teröre bulaşmamış Alman kadın rejisör Helma
Sanders-Brahms şunları söylüyor:
“O,
Almanya’nın savaş sonrası dönemde sahip olduğu en önemli ve aynı zamanda en iyi
yazan gazeteciydi, hala öyle. Yazdıkları netlik ve keskinlik açısından bugün
hala, onun analizleri, o yıllar hakkında okuyabileceklerinizin en iyisi.
Metinleri o kadar yoğun ki, hayata geçirilmek için ısrar ediyorlar. Okuyanlara,
adaletsizliğe karşı mücadelenin zorunlu olduğunun ve maddi açıdan olmasa da, en
azından ahlaki olarak mücadele etmeye değdiğinin garantisini veriyorlar. Onu
karşı taraf için tehlikeli yapan buydu.”
Helma
Sanders-Brahms’tan daha iyi bilecek değiliz. Sanders-Brahms, 1968 Alman kadın
hareketinin en önemli filmlerinden birini, Unter dem Pflaster ist der Strand
yaptı. “Almanya, Solgun Ana”yı
(Deutschland, bleiche Mutter) mutlaka hatırlarsınız. Her neyse, konuyu
daha fazla dağıtmadan devam edelim…
DÜZEN
DEĞİŞMİYOR, AKSİNE YIKILIYOR Andreas Baader’in haipsten kurtulmasından sonra
ekibe katılan Ulrike Meinhof’un RAF’ın teorik dokümanlarını kaleme aldığı kabul
ediliyor. Çünkü, RAF’ın ilk metni “Kızıl
Orduyu İnşaa Edin”den sonra yayınlanan “Şehir Gerillası Konsepti”, “Şehir
Gerillası ve Sınıf Savaşı “ gibi “Silahlı Mücadele” konsepti adı altındaki
metinlerde Meinhof’un üslubu vardı. Zaten devlete göre de Meinhof, RAF’ın
beyniydi. Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Ulrike Meinhof’un 15 kişilik bir
ekiple 1970 yılı Haziran-Ağustos arasında Ürdün’de El Fetih kamplarında silahlı
eğitim aldığını da Almanya’da bilmeyen kalmadı.
Herkes
artık “nasıl oldu da Ulrike böyle oldu” sorusunu sormaya başladı. Muhafazakâr
Alman düşüncesinin Ulrike tahlilinin çıkış noktası, Ulrike’nin “incelenmesi
gereken bir şey, hastalıklı bir şey” olduğu idi. Uzun yıllar yazdığı makalelerle, yaptığı
radyo programlarıyla filmlerle insanları aydınlatmaya çalışan Ulrike Meinhof,
artık ‘yanlış insanlara doğru anlatma’nın anlamsız olduğunu düşünüyordu.
Düpedüz delilik!
Meinhof,
üniversite öğrencisiyken gazeteciliğe başladı ve 1959’dan 1969’a kadar 10 yıl
sol dergi konkret’te (Somut) insanlara aslında doğruyu anlatmaya çalıştı.
1960-1964 arasında da derginin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Konkret bir
öğrenci dergisiyken Meinhof zamanında bütün solun en etkili dergisi haline
geldi. Ulrike hem gazeteci hem de militan olarak Almanya’daki o dönemdeki bütün
gösterilere katıldı. ABD’nin Vietnam’ı bombalamasıyla başlayan süreçte Ulrike
daha da siyasallaşarak öne çıktı.
Ulrike
Meinhof, 27 yaşındayken radikal sol “konkret” dergisinin sahibi Klaus Rainer
Röhl ile evlendi. Elbette sol üniversite öğrencilerine ve Ulrike’ye göre
oldukça zengin olan Klaus Rainer Röhl’ün bu durumu Ulrike’yi pek rahatsız etmedi.
Röhl, Ulrike’yi sosyal demokrat yapacağını sanıyordu. Ulrike’nin bu konudaki
tutumu oldukça eğlenceliydi: “Kapitalizmin son demlerinin keyfini sür, nasıl
olsa sosyalizm yakın…”
Meinhof,
siyasi ironisini, neşesini ve hınzırlığını hiç kaybetmedi. Entelektüellere karşı hak etmedikleri ölçüde dalgacı davranıyordu. Örneğin Vietnam savaşı
sırasında yine “dünyayı değiştirmek” isteyen entelektüellere çatıyordu: “Son
kertede gördük ki, dünya değiştirilmiyor. Aksine yıkılıyor…”
Meinhof
bu arada bazı şehir efsanelerine ve eski arkadaşlarıyla ilgili düşüncelerine
şöyle açıklık getiriyor: “Birçok
yoldaş hakkımızda gerçek olmayan bilgiler yayıyor. Yanlarında kaldığımız,
Ortadoğu’ya gidişlerimizi organize ettikleri, ev tutmamıza yardımcı oldukları,
bizimle ilişkili oldukları, bizim için bir şeyler yaptıkları gibi gerçekle
ilgisi olmayan yalanlar uyduruyorlar. Bir kısmı bunları sadece ‘gündemde’
olduklarını göstermek için yapıyor, gündemde kalıyor. Bir kısmı ise, bizim
aptal, güvenilmez, dikkatsiz ve kafayı yemiş olduğumuzu göstermek için bunu
yapıyor. Bunlarla başkalarının bize dair düşünceleri oluşuyor. Aslında bunlar
bizimle sadece bir şey için ilişkililer: Ticaretimizi yapıyorlar… Bizim, kahve
masasının etrafında toplanıp antiemperyalist savaş oynayan bu gevezelerle
hiçbir işimiz olmaz. “
İNTİHAR
DEĞİL, İNFAZ Düzen yıkılmadı aksine orantısız bir güçle Ulrikelerin peşine
düştü. 1972 yılında Ulrike Meinhof artık
çok sayıda banka soygunundan, 5 bombalı saldırıda 4 kişiyi öldürmekten aranır
hale geldi. Meinhof 15 Haziran 1972’de yakalandı. Hep tecrit hücresinde tutuldu. Meinhof 9 Mayıs 1976’da
özel korunaklı hapishane
hücresinde ölü bulunduğunda birkaç kez ömür boyu hapis cezası istemiyle
yargılanıyordu. Daha sonra dava arkadaşları da hücrelerinde ölü bulundu.
Uluslararası bir araştırma komisyonu ölüm nedenlerini araştırdı. Araştırma
sonucu Ulrike Meinhof’un intihar ettiği tezini oldukça kuşkulu bulundu.
Almanya
Gazeteciler Birliği eski başkanı ve sol- yeşil politikacı Jutta Ditfurth’un 6
yıllık çalışmasının ardından 2007’de yayınladığı Meinhof biyografisinde
otopsinin düzgün yapılmadığını ortaya koyuyor. Ditfurt, cezaevinde Ulrike’nin
odasına yakın bir yere çıkan kimsenin bilmediği bir yangın merdiveni olduğunu,
Ulrike’nin grupla arasında hiçbir problem olmadığını ve intihar ettiği söylenen
havludan kesilerek yapılan ipi odada kesecek makasta iz bulunmadığını
araştırmalarında ortaya koyuyor.
Ancak
daha da önemlisi bu zamana kadar olmayan bir fotoğrafı Ditfurth’un ortaya
çıkarması. Asılı halini gösteren fotoğrafta Ulrike’nin bir ayağının sandalyede
olduğu, altının boş olmadığı yani bu biçimde bir insanın intihar edemeyeceği
açıkça görülüyor. Ditfurth, otopside Ulrike’nin asılmadan önce öldürülmüş
olabileceğinin ya da baygın hale getirildikten sonra asılmış olacağının tam
açıklanmadığını söylüyor. Ditfurth, otopside ailenin ve avukatlarının
alınmadığını, ailenin isteği ile ikinci otopsiyi yapan ekibin bulgularının da
kamuoyuna yanlış aktarıldığını söylüyor. İkinci otopside ölüm nedeninin ‘tam
olarak’ saptanamadığını belirtiyor.
Meinhof,
15 Mayıs 1976’da Berlin’de toprağa verildi. Öğrencilik zamanlarından arkadaşı
olan papaz Helmut Gollwitzer cenaze konuşmasını yaptı. Ulrike’nin arada sırada
bilinmeyen birileri tarafından mezar taşı kırılıyor. Yine bilinmeyen birileri
mezar taşını yeniliyor.
Kızıl
Ordu’yu inşa edin! RAF’ın resmi bir kuruluş tarihi yok. Ama Ulrike Meinhof’un
da içinde bulunduğu bir ekip tarafından 14 Mayıs 1970’te Andreas Baader’in
cezaevinden kaçırılması bir ‘başlangıç’ olarak gösteriliyor. 5 Haziran 1970’te
Agit883’te aşağıdaki kuruluş ilanı bildirisi bir “mektup” olarak yayınlanıyor.
İşte o meşhur bildiri-mektubun anlamını bozmadan kısaltılmış çevirisi:
“Yoldaşlar,
yanlış insanlara doğruyu anlatmaya çalışmanın anlamı yok. Biz bunu daha önce uzun
süre yaptık. Baader’in hapisten kurtuluşu eylemini biz entelektüel gevezelere,
korkudan altına edenlere, her şeyin en iyisini bilenlere anlatmaya kalkmadık,
aksine halkın potansiyel devrimci kesimine anlattık. Bu eylemi, bunu hemen
kavrayabileceklere anlattık, çünkü onlar da zaten hapiste. Eylemsiz sol
gevezelik halkın bu kesimlerine hiçbir şey veremez. Halkın buna karnı tok.
Baader’in
kurtuluşu eylemini Märkischer semtinin gençliğine anlatmalısınız, Eichenhof,
Ollenhauer, Heiligensee’deki kızlara anlatmalısınız, yetiştirme yurtlarındaki
delikanlılara anlatmalısınız. Çok çocuklu yoksul ailelere, genç işçilere ve
çıraklara, ortaokul öğrencilerine, yoksul semtlerdeki ailelere, Siemens,
AEG-Telefunken, SEL ve Osram işçilerine, hem ev işi yapıp çocuğa bakmak hem de
akort çalışma zorunda kalan evli kadın işçilere anlatmalısınız, lanet olsun!
Bu
eylemi, yaşadıkları sömürü karşılığında yaşam standartlarının yükselmesi ve
tüketim artışı gibi tazminat alamayanlara, ev kredisi anlaşması, küçük kredi,
orta sınıf otomobili olmayanlara anlatmalısınız. Bütün bu ıvır zıvırlara sahip
olmayacaklarını bilenlere ve bunun peşinde koşmayanlara!
Öğretmenlerinin
ve eğitimcilerinin, kurum yöneticilerinin ve bakım kurumlarının, usta ve
ustabaşılarının ve sendika temsilcilerinin ve de semt belediye başkanlarının
gelecek vaatlerinin yalan olduğunu bilen ama sadece polisten korkusu kalmış
bütün insanlara! Bunların tümüne -ama küçük burjuva entelektüellerine değil-
artık sona gelindiğini, bundan sonra başka bir şeyin başladığını ve Baader’in
kurtuluşu eyleminin sadece bir başlangıç olduğunu anlatmalısınız! Ki,
aynasızlar düzeninin sonu görülüyor.
Onlara
Kızıl Ordu Fraksiyonu inşa ettiğimizi ve bunun onların ordusu olduğunu
söyleyin. Ve şimdi her şeyin başladığını da söyleyin. Onlar “neden şimdi” diye
aptalca sorular sormayacaktır. Çünkü onlar, devlet daireleri ve makamlarla
binlerce yolu arkada bıraktı, süreçlerle dansları, bekleme süresi ve bekleme
odalarını, tarihleri, kesin hallolanları ve hiçbir şeyin hallolmadığını geride
bıraktı. Ve sempatik öğretmenle konuşmayı başarıp buna rağmen sonunda sınıfta
kalmayı engelleyemeyenler ya da çocuğunun anaokulu için hiçbir yer kalmadığını
söyleyen çaresiz anaokulu öğretmenini de arkada bırakanlar… Size “neden şimdi”
sorusunu sormayacaklar, lanet olsun!
Tabii
ki gazetelerinizi polis el koymadan önce dağıtacak durumda olmamanızın
nedenleri konusunda söylediğiniz hiçbir söze de inanmayacaklardır. Çünkü yalaka
solun ajitasyonuna gelmeyip, domuzların yaklaşamayacağı bir dağıtım ağı kurmak
zorunda olan gerçekçi sol olmalısınız. “Bu çok zor” diye saçmalamayı bırakın.
Baader’in kurtarılması eylemi de çocuk oyuncağı değildi. (…)
Çelişkileri
doruğa çıkarmak ne demek? Kafanı kesmeleri için uzatmamak demek. Bunun için
Kızıl Ordu’yu kuruyoruz. Ebeveynlerin arkasında öğretmen, gençlik dairesi ve
polis duruyor. Ustabaşının arkasında usta, personel bürosu, fabrika koruması, sigorta
ve copuyla polis duruyor. Kapıcının arkasında apartman yönetimi, ev sahibi,
mahkeme icracısı, tahliye davaları ve polis duruyor. Domuzlar notlarla, işten
atmayla, kovmayla ve bir sürü hokus pokusla işlerini görüyor. (…)
Açıktır
ki başka türlü ilerleyemediklerinde silahlarına, göz yaşartıcı bombaya, el
bombasına sarılacaklardır. (…) Ve tabii ki,
hapishaneler siyasal tutsaklar için ağırlaştırılacak.
Şunu
açıkça kavramalısınız ki, emperyalizmin sosyal demokrat pisliği, senatodan
gençlik dairesine kadar her yere sızmış olabilir ve sizi elinde oynatmak,
aldatmak, gafil avlamak, tuzağa düşürmek, korkutmak, savaşmadan ortadan
kaldırmak gibi her türlü domuzluğu yapmaya hazırdır. (…) Kızıl Ordu’yu inşa
etmemek demek, her çelişki ve her
siyasal çalışmada reformizmin ortaya çıkması demektir. (…)
Şunu
açıkça kavramalısınız ki, devrim bir Paskalya Yürüyüşü olmayacak. Ki domuzlar,
bütün araçları sonuna kadar kullansa da ama hepsi bu kadar, daha ileri
gidemeyecekler. Çelişkileri sivriltmek için Kızıl Ordu’yu inşa ediyoruz. Kızıl
Ordu’yu inşa etmeden bütün çelişkiler ve fabrikalardaki, mahallelerdeki siyasi
çalışmalar boşa çıkacaktır ve reformizmin yargısıyla mahkûm edilecektir.
(…) Bu sadece halkı mahveder, ama halkı
mahvedeni mahvetmez!
(…)
Çelişkileri doruğa tırmandırmak demek, onların her istediklerini yapmaları
değil, tam aksine biz ne istersek onu yapmak zorunda kalmaları demek. Üçüncü
dünyanın sömürülmesinden, Pers petrollerinden, Bolivya’nın muzundan, Güney
Afrika’nın altınından pay alamayanların, sömürücülerle birlikte olmasının
hiçbir temeli olmadığını onlara açıkça anlatın. Onlar şimdi burada neler
döndüğünü ve Filistin, Vietnam, Guatemala, Küba ve Çin’de daha önce neler
olduğunu anlar. Baader’in kurtuluşu eyleminin tek bir eylem olmadığını, ama
bundan önce Almanya’da hiç gerçekleşmemiş bir eylemin ilki olduğunu eğer
anlatırsanız, onlar anlar.
Lanet
olsun! Aranan evlerde divanlarda oturup küçük hesaplı kuş beyinliler gibi
aşklarınızı anlatmaktan vazgeçin. Gerçek bir dağıtım ağı kurun. Herkesi
ayaktakımı yapmaya çalışan sosyal çalışmacıları, lahana kemiricilerini,
korkudan altına edenleri bırakın oldukları yerde.
Hak
edenlerin suratına tokat atmak için bekleyen proleter kadınları ve lümpen
proletaryayı bulun. Yetiştirme ve işçi yurtları nerede, nerede çok çocuklu
aileler, onları bulun.
Onlar
liderliği üstleneceklerdir.
Yakalanmayın,
yakalanmamayı bilenlerden -ki bunu sizden daha iyi biliyorlar – yakalanmamayı
öğrenin.
Sınıf
savaşını yükseltin. Proleteryayı örgütleyin. …
KIZIL
ORDUYU İNŞA EDİN!
* Birgün yazarı Selami İnce’nin doğumgünü için
Ulrike Meinhof’u kaleme aldığı yazısı
Kaynak:
http://agorakitapligi.com/ulrike-vicdanli-ama-ofkeli/
No comments:
Post a Comment