“Picasso, bize güven duygusunu, özellikle anne ile çocuk arasındaki güven duygusunu işleyen bir dizi ikon bırakmıştır; Picasso, aynı zamanda, bu temanın on dokuzuncu yüzyıldaki işlenişlerinin ardında yatan yapmacıklıkların ve inançsızlığın zekice altını kazır. (…)
Picasso’da her zaman olduğu gibi, teknik beceri ile zekice içgörü kendi adlarına, hatta algılama veya sanat hakkında genel bir görüş dile getirmek üzere değil, insani içerik adına var olurlar.
1943 yılında yapılmış İlk Adımlar başlıklı resimde en ufak bir nükte yoktur: Bu resimde, yüz hatları kabaca çarpıtılmış bir anne, aynı derecede çarpıtılarak çizilmiş bir bebeğin üzerine eğilerek onu iki elinden tutar ve yürümeyi öğrenmesine yardım eder. Bu resim hakkında Hockney, büyük ressamların bile Batı resmi geleneğine egemen motifler repertuvarına nadiren bir şeyler eklemiş olduklarını; ama burada Picasso’nun tam da bunu yaptığını belirtmişti. Çocuğun ilk adımlarının teması, sonuçta çocuğun kendi başına yürüyebileceğini keşfettiği an her insan yaşamında anahtar anlardan biri olduğu için -gene de, diye sorar Hockney, ne sıklıkla çizilmiştir bu sahne resimde?- evrensel bir temadır. (British Museum’daki 1635-1637 tarihli Rembrandt desenleri arasında, gülünç bir biçimde dik durmuş küçük bir çocuğa yürümeyi öğreten iki kadını gösteren bir desen ile 1650 tarihli, bu kez bir anneyi aynı şeyi yaparken gösteren bir desenin daha bulunduğunu Hockney’nin bilmeyeceğini sanmıyorum. Gene de savı geçerli: İlk adımlar ikonografisi sanatta son derece az görülen bir şeydir.)
Leon-Bonnat-First-Steps
Burada
Picasso’da Kübizm sonrası çarpıtmalar, annenin sevgi, kaygı, umut ve korkularıyla
çocuğun aynı şiddette hissettiği korku-heyecan karışımı duyguyu, figüratif
gerçekçiliğin hiçbir zaman aktaramayacağı tarzda aktarır. Anne yalnızca çocuğu
ve onun esenliğini; çocuk ise yalnızca bedenini ve ufukta görünen özgürlüğü
düşünür. Anne ellerinde tuttuğu iki eli bırakmak üzeredir, bu arada çocuğun
anlamsız derecede büyük çizilmiş ayakları özgürlüğe doğru gitmek üzeredir, sol
ayağı havadadır, böylece ayak parmaklarını ve ayak tabanının büyük bir kısmını
aşağıdan görebiliriz. Diriliş kadar yüce bir mucize gerçekleşmek üzeredir:
Kendi başımıza gitmeye zorlanıp gerçekten de kendi başımıza gidebileceğimizi
keşfettiğimizde, bırakmaya razı olup kendi büyüttüğümüz çocukların gerçekten de
kendi başlarına gidebileceğini gördüğümüzde, her birimizin yaşamında gerçekleşen
mucize. Çocuk, ayağı tökezlerse, annesinin ellerinin onu tutacağına güvenerek
dengesini koruyabildiğini, bacaklarının onu dik durumda tuttuğunu ve artık
annesine bağımlı olmadığını keşfeder; anne, çocuğun ayaklarının ve bacaklarının
onu taşıyacağına güvenerek gurur (bak neler de yapabiliyor kendi başına!) ile
üzüntü (bu, olacak şeylerin bir göstergesi) karışımı bir hisle onu bırakır.
Bu duygu
yüklü an, Proust’un aynı ölçüde duygu yüklü betimlemesiyle -çocuğun, dünyanın
merkezi olmadığını, annesinin de bir yaşamı ve kendi ilgileri olduğunu
keşfettiği ve birden annesine olan derin bağımlılığını bulguladığı anla-
diyaloga girer. Picasso’da yol alma gereksinimi tutunma içgüdüsünü yener;
Proust’ta anneye her koşulda güvenilebileceğini bilme gereksinimi, kararlı
dokunuşu kaygılı kavrayışa dönüştürür, kaçınılmaz trajik sonuçlarıyla birlikte.
Her birimiz her iki duyguyu da yaşamışızdır ve bu duygular hayatımızı
belirlemiştir. Hangisinin daha derin olduğunu veya hangisinin üzerimizde daha
büyük bir iz bıraktığını kim bilebilir?” “Dokunma / Gabriel Josipovici”
s.144-150
Kramer-vs_-Kramer-Robert-Benton
No comments:
Post a Comment