"Meksikalı
ve Yahudi – Amerikalı atalarından miras kanı damarlarında dolaşan Lhasa, New
York doğumlu. Bu büyük şehrin Big Indian bölgesinde doğan Lhasa, geleneksel
yapıdan hayli uzak olan ailesinin aynı yerde fazla kalmama ve “hayat seni
nereye götürürse oraya git” prensibi dolayısıyla buradan kısa süre içinde
ayrılmış. Okul otobüsünden bozma araçlarıyla ABD ve Meksika sınırları içinde
yer alan çeşitli yerleri gezip durmuşlar. Aslen yazar ve öğretmen olan babası,
inşaat işçiliğinden meyve toplayıcılığına kadar her türlü işi yapıyormuş.
Annesi ise fotoğrafçıymış. Ebeveynleri ve kardeşleri ile birlikte yaptığı bu
yolculuklar, Lhasa'nın geniş hayal dünyasını besleyen deneyimler olmuş.
Babasının seçtiği Amerika ve Meksika yerel şarkıları, Latin, Arap, Doğu Avrupa
ve Asya müzikleri de ileride çizeceği yolun kapılarını açmış diyebiliriz.
Şarkı
söylemeye, on üç yaşındayken San Fransisco'da bir Yunan kafesinde başlamış.
Düşük tempolu Billie Holliday şarkıları ve Meksika ezgileriymiş tercihi. Kendi
sesinin gücünü ve şarkı söylemenin onda uyandırdığı yoğun duyguları burada
keşfetmiş.
19
yaşına geldiğinde yolu biraz kuzeye, Kanada'ya kaymış. Gitaristi ve yapımcısı
Yves Desrosiers ile burada tanışmışlar. Beş sene boyunca birlikte Montreal'de
çeşitli barlarda canlı performanslar sunmuşlar. Buralarda edindiği deneyim, onu
1998 tarihli ilk albümü “La Llorona”yı çıkarmaya kadar götürmüş. Aztek
mitolojisinde yer alan bir denizkızı karakteri çevresinde şekillenen,
geleneksel Meksika müziğinden alternatif rock'a kadar çok çeşitli tınıları
sentezlediği bu albüm, Lhasa'ya hak ettiği ün ve başarıyı getirmiş. Bu gizemli
ses, yürek burkan melodiler ve ilginç hikâye, dünyanın pek çok yerinde ilgi
çekmiş ve albüm tahminlerden çok fazla satmış, platin plak derecesine ulaşmış.
Felix Award'da ve Juno Award'da "En İyi Evrensel Müzik Sanatçısı"
olarak ödüllendirilmesi de cabası!
Lhasa:
Sınırların ötesinde, evrensel, büyülüBirkaç yıl boyunca grubu ile birlikte
Avrupa ve Kuzey Amerika'da turnelere çıkan Lhasa'nın seyircisiyle iletişimi ve
sahne performansı da eşsizmiş. Gelin görün ki bu turlar sonrasında enteresan
bir karar almış Lhasa: Müziği bırakmak ve Fransa'daki üç kız kardeşinin yanına
giderek sirkte çalışmak! Çocukluk rüyası olduğunu söylediği bu işi, 1999
yazında "Pocheros" isimli bir şov düzenleyerek hayata geçirmişler ve
hep birlikte bir tura çıkmışlar.
Tabii
ki kanına müziğin bu kadar derinden işlediği biri için müziği bırakmak, bunu
söylemek kadar kolay olamaz. Durum bu olduğu için Lhasa tekrar şarkı yazmaya
başlamaktan kendini alamamış. Tindersticks'in "Waiting for the Moon"
albümüne bir düetle konuk olmuş. Bir süre sonra Kanada'da eski bir liman kenti
olan Marseille'ye gitmiş ve yeni şarkıları için çalışmaya başlamış. 2002'de
Montreal'e dönerek, ilk albümünde birlikte çalıştığı François Lalonde ve Jean
Massicotte ile buluşmuş ve ikinci albümü "The Living Road"u 2003'te
çıkarmışlar. Bu albüm, hayatı yola benzetme kavramı etrafında şekillenmiş.
Nereye giderse gitsin kendini evinde hissetmesini sağlayan güce adamış şarkılarını.
Çocukluk ve gençliği göçebe kıvamında süren bir insan için doğal bir sonuç
değil mi?
Bu
arada ilk albüm, içindeki şarkılar İspanyolcaya çevrilerek yeniden raflardaki
yerini almış. İkinci albümünde İngilizce’nin yanısıra Fransızca ve İspanyolca
şarkılar olması da onun evrensel müzisyen kimliğini güçlendiriyor zaten.
Bir
yanda çekingen ve sakin bir yanda cömert ve bilge bir tavır taşıdığı konser
performanslarında hemen belli olan Lhasa, seyircisi ile bir bütün olabilmeyi
başaran sanatçılardan. Şarkılarının her birinin kendi başına bir öyküsü var ve
dahası, Lhasa bunları konserlerinde kendine özgü tatlılığıyla anlatıyor
izleyicilere. Gittiği ülkenin dilini öğreniyor bir parça, oranın geleneksel
enstrümanlarına ilgi gösteriyor, yeri geliyor bunları konserlerine malzeme
ediyor. 2005'teki caz festivali kapsamında düzenlenen İstanbul konserinde de
bunların tadını aldı Lhasa severler.
Evet,
şarkıları genellikle acılı, melankolik, dramatik ama asla mızmız, insanı
süründüren tipte değil. Tam tersine umutlu, heyecanlı, tutkulu ve içten. Hangi
türe sokacağınızı bilemediğiniz, dünyanın hangi parçasına ait olduğunu
kestiremediğiniz, Küba'dan da gelmiş olabilir Balkanlar’dan da, Fransa kökenli
de olabilir Ortadoğu da diye düşünebileceğiniz şarkıları müziğine daha bir
zenginlik ve renk katıyor. Müziğini bir kategoriye sokamıyorsunuz ama önemli
olan şu ki kendinizi çok iyi hissediyorsunuz.
Lhasa:
Sınırların ötesinde, evrensel, büyülü..Lhasa'nın sesi genizden geliyor ama
yumuşak ve kadife gibi, kısık ama güçlü de bir yandan. Söylediği her dili anlam
ve aksan olarak iyice kavramış. Müziğin ona her zaman ilham verdiğini, onu
yalnızlıktan kurtardığını ve diğer insanlar tarafından derin bir düzeyde
anlaşıldığını hissettirdiğini söylüyor.
Lübnan'da
yaşanan acıyı derinden paylaşan ve ülke halkına bir nebze olsun yardım
edebilmek ve ümit verebilmek için yardım konseri düzenleyen Lhasa'nın sınır
tanımayan kişiliği, sesine ve yazdığı sözlere de yansıyor, onları zamansız ve
mekânsız kılıyor. Eski Fransız şansonlarından İspanyol kökenli flamenkoya
uzanıyor şarkılarının ritimleri. Hayatta aslında hiçbir şeyin kendini tekrar
etmediği, onu bir yerden sadece tek kez geçtiğiniz bir yol olarak düşünür ve
yaşarsanız nasıl özgür kalabileceğiniz ve hiçbir şeyin aslında sıradan olmadığı
felsefesi üzerine müzik yapan Lhasa, yeni şeyler denemeye açık müzikseverler
için eşsiz bir kaynak.
Lhasa,
albüm çalışmaları sırasında tedavi gördüğü göğüs kanseri sebebiyle, 21 aylık
bir mücadelenin sonunda 1 Ocak 2010'da Montreal'de 38 yaşında hayatını
kaybetti.
No comments:
Post a Comment