«Cinselliğin Tarihi adlı eserinizin birinci
cildi 1976’da yayınlandı. Ne olduğumuzun anlaşılmasında cinselliğin aklının
hâlâ temel bir gereklilik olduğunu düşünüyor musunuz?»
—
Ben’e özgü tekniklere ilişkin sorunlarla, cinsellikle olduğundan çok daha
fazla ilgili olduğumu söylemeliyim... Cinsellik sıkıcı bir şey.
«Eski
Yunanlılar da onunla pek ilgilenmemişler sanki.»
—
Doğru. Bu onlar için büyük bir soru değildi, örneğin, beslenmenin ve gıda
rejiminin yeri konusunda söyledikleriyle kıyaslayın. Yiyeceklerin herşeyden
önemli olduğu bir dönemden —ki eski Yunanlılarda hep varolmuş bir kaygıdır—
cinsellikle ilgilenmeye yönelinen döneme giden çok yavaş bir süreci
gözlemlemeyi alabildiğine ilginç buluyorum. Hıristiyanlığın ilk zamanlarında da
yiyecek cinsellikten çok daha önemliydi, örneğin keşişlerin törenlerinde,
sorun yiyecekti, başlıca yiyecek. Sonra Orta Çağ boyunca yavaş bir kayma
görülüyor. Daha sonra, 17. yüzyılın ardından, cinsellik geliyor.
«.Cinselliğin
Tarihi’nin ikinci cildi, ‘Zevklerin Kullanımı’ hemen yalnızca cinsellikten
sözediyor.»
—
Bu ikinci ciltte, Î.Ö. 4. yüzyılda, Roma İmparatorluğu’nun başlarındaki
ahlâkçıların ve hekimlerin öngördükleri kısıtlama ve yasaklama yasallarının
hemen hemen aynına rastlandığını göstermek istedim. Ama Romalıların bu
yasakları ben’e göre kaynaştırma biçimlerinin tümüyle farklı olduğunu
düşünüyorum. Sanıyorum bunun başlıca nedeni, böylesi bir etiğin temel amacının
estetik oluşudur. Herşeyden Önce, böylesi bir etik, yalnızca bir kişisel seçiş
sorunuydu. İkincisi, halkın küçük bir kısmı için düşünülmüştü; herkes için
geçerli bir davranış modeli düzenlemek sözkonusu değildi. Nihayet, bu seçiş
güzel bir hayatı yaşamak ve başkalarında onurlu bir hayatın anısını bırakmak
isteminden kaynaklanıyordu. Böyle bir etiğin halkı normalleştirmek için bir
girişim olduğunun söylenebileceğini sanmıyorum.
Seneka’jı,
Plutarkus’u. ve tüm o yazarları okurken, bana öyle geldi ki, ben’e ilişkin,
ben’in etiğine, ben’in teknolojisine ilişkin bir dolu sorun yaşanmaktaydı ve
buradan, ben’in eski payen teknolojisinin şu ya da bu görünümü üzerinde ayrı
çalışmaların birleşiminden oluşan bir kitap yazma fikri geldi bana.
«Adı
ne oluyor?»
—
«Ben Deneyimi». Cinsellikle ilgili seriden ayrı olacak bu çalışma, ben
üzerinde, okumanın ve yazının onun oluşumundaki rolü üzerinde, ben’in sağlık
deneyimi sorunu üzerinde değişik yazılardan oluşuyor.
Asıl
dikkatimi çeken o ki, Yunan etiğinde, insanlar ahlâki davranışlarına,
etiklerine, kendi kendilerine ve başkalarına karşı olan davranışlarına özen
göstermeyi, dinî sorunlardan daha çok önemsiyorlardı. öldükten sonra ne
olacağız? Tanrılar nedir? İşlerimize müdahale ediyorlar mı, etmiyorlar mı? Bu
sorular pek az önemliydi, zira etiğe doğrudan bağlı değillerdi. Etikse, bir
meşru sisteme bağlantılı değildi, örneğin, kötü cinsel davranışlara karşı
konmuş yasalar ne çok sayıdaydı ne de fazla zorlayıcıydı. Yunanlıları
ilgilendiren, onların asıl teması, varlık estetiği olacak bir etiğin meydana
getirilmesiydi.
İşte
ben de, acaba diyorum, bugün çoğumuz etiğin din üzerine kurulu olduğuna
inanmadığımıza ve de ahlâki ve kişisel özel hayatımıza müdahale edecek bir meşru
sistemi istemediğimize göre, acaba bugünkü sorunumuz bir bakıma eş bir sorun
değil mi? Yakın zamanların özgürlük hareketleri, üzerinde yeni bir etiğin
kuruluşunu temellendirebilecekleri bir ilke bulmayı başaramamanın sıkıntısı
içindeler. Bir etiğe ihtiyaçları var ama ben’ in, arzunun, bilinçaltının vs.,
ne olduğunun sözüm ona bilimsel bilgisi üzerine dayalı bir etikten başkasını
bulamıyorlar. Sorunların bu benzerliği çok etkiliyor beni.
«Yunanlıların
çekici ve kabul edilebilir bir seçenek sundukları düşüncesinde misiniz?»
—
Hayır! Yer değiştirici bir çözüm aramıyorum; bir sorunun çözümü başka
zamanlarda, başka insanlar tarafından önerilmiş olanlar içinde bulunmaz.
Bakın, benim yapmak istediğim, çözümlerin tarihi değil ve işte bu nedenle
«seçenek» sözcüğünü. kabul etmiyorum; sorunların, sorunsalların jenealojisini
yapmak isterdim. Düşündüğüm, herşeyin kötü olduğunu söylemek değil ama her
yerde kötülük tehlikesi olduğunu söylemek; bu ikisi de aynı şeyler değil. Eğer
herşey tehlikeliyse, o halde herzaman yapmamız gereken bir şeyler vardır.
Böylece benim tavrım rehavete değil, kötümserliği dışlamayan bir eylemliliğe
götürüyor.
Bana
göre her gün yapmamız gereken etiko- politik seçiş, temel tehlikenin hangisi
olduğunu belirlemektir.
«Eski
Yunanlıların hayatı belki dört başı bayındır değildi; yine de Hıristiyanlığın
ezeli özçözümlemeciliğine karşı cazip bir seçenek sunuyor gibi.»
—
Yunan etiği, tümüyle erkekgil, köleliğe yer veren bir topluma bağlıydı, o
toplum içinde kadınlar görece aşağı yaratıklardı, cinsel hayatları da,
evlendikleri zaman, eş olma konumlarına doğru yönlendirilmek durumundaydı.
«Demek
ki kadınlar egemenlik altındaydılar ama eşcinsel aşk hiç kuşkusuz şimdi
olduğundan daha iyi yaşanmaktaydı.»
—
Böyle sanılabilir. Yunan kültüründe genç oğlanlarla aşk üzerine yoğun ve önemli
bir edebiyatın varlığı dolayısıyla, tarihçiler burada çok doğal olarak
Yunanlıların bu tür aşkı sürekli yaşadıklarının kanıtını görürler. Ama bu aynı
zamanda o tür sevginin bazı sorunlar yarattığını da kanıtlar. Gerçekten de,
eğer sorunlar çıkmamış olsaydı, Yunanlılar bu tür sevgiden de, karşı cinse
duyulan sevgiyi betimlerken kullandıkları sözcüklerle sözederlerdi. Sorun oydu
ki, ilerde özgür bir vatandaş olacak genç bir oğlanın bir başkasının zevki
için ezilip, bir eşya gibi kullanılabilmesini kabul edememekteydiler. Bir
kadın, bir köle edilgin olabilirlerdi; bu onların doğalarından ve toplumsal
konumlarından gelen bir şeydi. Oğlan sevgisi üzerine bütün o felsefi
düşünceler Yunanlıların bu gerçek pratiği toplumsal benlerinin çerçevesi içine
yerleştiremediklerini yeterince göstermektedir. Hatta genç bir oğlanla bir adam
arasındaki zevkin karşılıklı olabileceğini bile düşleyemiyorlardı. örneğin
Plutarkus, efeblere düşkünlükte birtakım sorunlar buluyorduysa, bu o sevginin
doğaya karşı olacağı anlamına değildir. Söylediği şu: «Bir oğlanla bir yetişkin
adam arasındaki fiziki ilişkide karşılıklılığın olması mümkün değildir.»
«Yunan
kültürünün Aristoteles’in işaret ettiği ama sizin hiç sözünü etmediğiniz ve oldukça
önemli görünen bir yönü var: dostluk. Klasik edebiyatta, dostluk karşılıklı
tanışmanın ortamıdır. Geleneksel olarak en yüce erdem düzeyinde görülmez ama,
Aristoteles’i de Çiçeron’u da okuduğumuzda, onun gerçekte en yüce erdem olduğu
izlenimini ediniriz; zira çıkar gözetmez ve süreklidir, kolayca satın alınmaz,
bu dünyanın yararını ve zevkini yadsımaz ve yine de başka bir şeyler arar.»
—«Zevklerin
kullanımı» cinsel etikten sözediyor; sevgi, dostluk ya da karşılıklılık üzerine
bir kitap değil. Ve şurası ilgi çekici, Platon genç oğlanlara duyulan sevgiyi
dostlukla kaynaştırmaya çalıştığında, cinsel ilişkileri bir yana bırakmak
durumunda kalmıştır. Dostluk karşılıklıdır, cinsel ilişkilerse değil; cinsel
ilişkilerde insan etken veya edilgendir, içine girer ya da içine girilir.
Dostlukla ilgili söylediklerinize tümüyle katılıyorum, ama sanıyorum bu Yunan
cinsel etiği üzerine söylenmiş olanları doğruluyor; dostluk olan yerde, cinsel
ilişkilerin olması güçtür.
Yunanlıların
bu tür sevgiyi doğrulamak için bir felsefi düzenlemeye ihtiyaç duymuş
olmalarının nedenlerinden biri de, fiziki karşılıklılığı kabul
edemeyişleriydi. «Şölen»de, Ksenofon, bize Sokrates’i, yetişkin bir adamla
genç bir oğlan arasındaki ilişkide, oğlanın doğallıkla adamın zevkinin seyircisinden
başkaca bir şey olamayacağını söylerken betimler. Üstüne üstlük, oğlan için,
yetişkin adamla ilişkide nasıl olursa olsun herhangi bir tür zevk duymak
onursuzlaştırıcıdır.
Sormak
istediğim şu: Eylemlerin ve verdikleri zevkin, karşıdakinin de zevkini dikkate
alabilecek bir etiğine malik olma yeteneğinde miyiz? ötekinin zevki, yasaya
veya evliliğe ya da ne bileyim herhangi bir zorunluluğa başvurmaksızın, bizim
kendi zevkimizle bütünleştirilebilecek bir şey midir?
«Şu
halde karşılıklı olmama durumunun Yunanlılar için bir sorun olduğu anlaşılıyor,
ama sanki bu sorun çözülebilirdi gibi geliyor insana. Cinsel zevk nMen erkeğe
özgüydü? Neden kadınların ve efeblerin zevk duymaları, sistemde büyük bir
tepetaklak oluş getirmeksizin dikkate alınamıyordu? Bu, olayın basit ve küçük
bir sorun olmadığı ve eğer ötekinin zevki de dahil edilmeye çalışılırsa tüm
hiyerarşik ve etik sistemin yıkılacağı anlamına geliyor.»
—
Doğru. Yunan zevk etiği erkekgil bir topluma, simetrik olmayışa, karşıdakinin
dışlanmasına, içine girme saplantısına ve bir tür kendi öz enerjisi vs.’den
yoksun kalma tehdidine bağlıdır.
«Peki,
Yunanlılar için cinsel ilişkilerin aynı zamanda bir karşılıklı olmama durumu ve
bir kaygı nedeni olduğunu kabul edelim. Ancak en azından zevkin kendisi,
onlar için bir sorun yaratmıyordu.»
—
«Zevklerin kullanımın da, örneğin zevkle sağlık arasında gelişen bir gerilim
olduğunu göstermeye çalıştım. Hekimlere ve gıda rejimleri konusuna
gösterdikleri ilgiye bakılırsa, başlıca temaların birçok yüzyıl boyunca
birbirlerine çok benzer kaldıkları görülür. Ama cinselliğin birtakım
tehlikeleri olduğu fikri Î.S. 2. yüzyılda, Î.Ö. 4 ya da 5. yüzyılda olduğundan
çok daha güçlüdür. Sanırım, Hipokrates’te, Î.Ö. 5. yüzyılda, cinsel eylemin
tehlikeli sayıldığı ve dolayısıyla aşk yaparken, zamana, mevsime, koşullara
vs. dikkat edilmesi gerektiğine işaret edildiği gösterilebilir. Ama Î.S. 1 ve
2. yüzyıllarda, hekimlerin cinsel eylemi pathos’a çok daha yakın bir şey
olarak kabul ettikleri anlaşılıyor. Ve sanıyorum, bu konuda başlıca yön
değişikliği,. Î.Ö. 4. yüzyılda cinsel eylem bir etkinlikken, Hıristiyanlar için
onun bir edilginlik ve ilk günahın cezası olmasından kaynaklanmaktadır.
«Şu
halde Yunanlılar zevkten çok sağlıkla mı ilgiliydiler?»
—
Evet. Elimizde, sağlıklı bir ömür sürebilmek için Yunanlıların neler yemesi
gerektiğini anlatan sürüyle sayfalar var. Birisiyle cinsel ilişkiye
girildiğinde ne yapmak gerektiği hakkında, berikilere kıyasla daha az
yazmışlar. Yiyeceklerle ilgili olarak besin maddelerinin iklim, mevsimler, nem
ya da kuraklık vs.’yle arasındaki ilişkilerle uğraşmışlardır.
«Demek
ki, Alman helenistler ne düşünmüş olurlarsa olsunlar, Yunan klasik çağı bir
altın çağ değil. Yine de bundan mutlaka bir şeyler öğrenebiliriz..»
—
Bizler için bizim olmayan bir dönemde örnek bir değer olabileceği düşüncesinde
değilim. Geriye dönülemez. Ama hiç kuşkusuz zevkle arzu arasında çok sıkı bir
bağ kuran bir etik deneyinin örneğine sahibiz. Bunu, herkesin —filozof ve
psikanalist— önemli olanın herşeyden önce ve başlıca arzu olduğunu anlattığı
bizim güncel deneyimimizle karşılaştırırsak, bu kopuşun insan doğasıyla
hiçbir ilgisi olmayan bir tarihi olay olup olmadığını insan kendi kendisine
sormak zorunda kalır.
«Ama
siz bu noktayı, «Cinselliğin Tarihi»nde bizim cinsellik bilgimizle doğunun ars
erotica’sını karşı karşıya koyarak zaten belirttiniz.»
—
Bu kitapta üzerinde aldandığım pek çok noktadan biri de bu ars erotica
dolayısıyla söylediklerim. Ne Yunanlılar, ne Romalılar, Çin Ars erotica’ sıyla
kıyaslanabilecek bir ars erotica’ya, sahiptiler. Onların, zevkin kullanımının
içinde oldukça önemli bir rol oynadığı bir tekhne tu biu’lan vardı. Bu «yaşama
sanatı» içinde, insanın kendi kendini tam olarak kontrol etmesini öğrenmesine
ilişkin ilke kısa zamanda temel sorun haline geldi. Ve ben’e ilişkin
Hıristiyan hermeneutik’i bu tekhne'nin yeni bir düzenlenişi oldu.
«Karşılıklı
olmama ve saplantı konusunda bize söylediklerinizden sonra, bu üçüncü imkândan
ne gibi dersler çıkarılabilir?»
—
Sokrates’i, Seneka’jı ya da Plinus’u okuduğunuzda, örneğin, Yunan ve
Romalıların gelecek hayat hakkında ölümden sonra olup bitenler ya da Tann’nın
varlığı hakkında birtakım sorular sormadıklarını açıkça görürsünüz. Bunlar
gerçekten de büyük bir sorun değildi onlar için. Onların sorunu şuydu: hangi
tekhne’ji (sanatı) kullanmalıyım ki mecbur olduğum gibi iyi bir şekilde yaşayabileyim?
Ve sanıyorum ki, bu antik kültürün başlıca evrimlerinden biri, bu tekhne tu
biu’nun, bu yaşama sanatı’nın giderek bir ben tekhne’si haline gelmesiyle
ortaya çıktı. I.ö. 5 ya da 6. yüzyılda yaşamış bir Yunan yurttaşı bu tekhne nin
sitesini ve hemşehrilerini esirgemek anlamına geldiğini hissetse gerektir.
Ama Seneka için, örneğin, sorun kendi kendisiyle ilgilenmekti.
Platon’un
«Alkibiades»iyle olay iyice açıktır: insan kendisiyle ilgilenmelidir çünkü
siteyi yönetmeye koşuludur. Ama gerçek anlamıyla ben kaygusu epikürosçularla
başlar ve Seneka’yla, Plinus’la genelleşir: herkes kendisiyle ilgilenmelidir.
Yunan ve grekoromen etiği bir kişisel seçiş sorunu üzerinde, bir varoluş
estetiği üzerinde toplanmıştır.
Bios’u
estetik bir sanat eserinin maddesi olarak algılama fikri bana çok ilginç
geliyor. Aynı şekilde, etiğin, kendi başına yargısal’la, otoriter bir
sistemle, disiplinci bir yapıyla hiçbir ilişkisi olmaksızın, varoluşun güçlü
bir yapısı olabilmesi düşüncesi de beni heyecanlandırıyor.
«O
zaman Yunanlılar sapmayı nasıl karşılıyorlardı?»
—
Onlar için, cinsel etikteki büyük farklılık kadınları veya oğlanları tercih
eden ya da şu veya bu biçimde aşk yapan insanlar arasında değildi. Bu etik bir
nicelik, etkinlik ve edilginlik sorunuydu: arzularının kölesi misin yoksa
efendisi mi?
«Ya
eğer bir kişi, sağlığını bozacak kadar çok sık aşk yaparsaydı?»
—
Bu hubris’dir, aşırılık yani. Sorun bir sapma olayı değil, aşırılık veya
ılımlılık konusudur.
«Yunanlılar
böyle insanları ne yaparlardı?»
—
Bu tür kişiler, kötü şöhretli insanlar olarak görülürdü.
«İyileştirmek,
doğru yola sokmak için bir çaba sarf edilmez miydi?»
—
Kendi kendine egemen olmayı sağlamak üzere birtakım yöntemler vardı.
Epiktetos’a. göre, herhangi bir arzu duymadan güzel bir kıza veya güzel bir
oğlana bakılabilmeliydi. Bunun için, insanın tümüyle kendi kendine egemen
olması gerekiyordu.
Yunan
toplumunda, cinsel sıkılık bir düşünce akımıydı, hayatlarına daha çok güzellik
ve yoğunluk vermek isteyen aydın insanlardan kaynaklanan bir felsefi
hareketti. Bir anlamda, daha iyi bir hayata ulaşmak için, insanların
toplumlarının ve çocukluklarının tüm cinsel baskılarından kurtulmaya
çalıştıkları 20. yüzyılda da aynı şey oluyor. Yunanistan’da, Gide, tutucu bir
filozof olurdu.
«Güzel
bir hayat uğruna Yunanlılar tutucuydu, bizlerse bugün kişiliğimizi tamamlamayı
‘psikoloji biliminden bekliyoruz.»
—
Tamamen öyle. İnsanlığın kültürel buluşları arasında, tam tamına
canlandırılmayacak, ama en azından, şimdi olup bitenleri çözümlemek —ve değiştirmek—
için araç olarak yararlı olabilecek bir çeşit bakış açısı oluşturan —veya
oluşturmaya yarayan— bir dolu imkânlar, teknikler, fikirler, yöntemler vs.
hâzinesi var. Yaşadığımız dünyayla Yunanlıların dünyası arasında seçim yapacak
halde değiliz. Ama madem ki etiğimizin bazı temel ilkelerinin belli bir dönemde
bir varoluş estetiğine bağlı olduğunu görmekteyiz, böylesi bir tarihsel
çözümlemenin yararlı olacağını düşünürüm. Yüzyıllar boyunca, bir yandan
etiğimizin kişisel etiğimizle, günlük yaşamımızın ve bir yandan büyük
politik, toplumsal ve ekonomik kurumlar arasında çözümlenebilir ilişkiler
olduğuna inanmıştık. Sanmıştık ki, cinsel veya ailevi hayatımızda, örneğin,
ekonomimizi, demokrasimizi vs. sarsmaksızm hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Kanımca
etikle toplumsal, ekonomik ya da politik yapılanmalar arasında analitik veya
zorunlu bir bağ olduğu düşüncesinden kurtulmamız gerekiyor: tabii bu demek
değildir ki onunla berikiler arasında ilişki yok. Ama bunlar değişebilir
ilişkilerdir.
«Şimdi
etik ve öteki yapılanmalar arasında yalnızca bir tarihsel toplulaşma olduğunu,
yoksa zorunlu bir ilişki bulunmadığım bildiğimize göre nasıl bir etik
kurabiliriz?»
—
Benim dikkatimi çeken, toplumumuzda sanatın, kişileri ve hayatı değil de,
yalnızca nesneleri kapsayan bir şey oluşu. Tamam sanat, tek uzmanları
sanatçılar olan bir özel şeydir diyelim. Ama niye her birimiz kendi hayatından
bir sanat eseri çıkarmasın ortaya? Neden şu lamba, bu ev bir sanat nesnesi
olsun da, benim hayatım olmasın?
«Ama
eğer insan bilgiye ya da evrensel kurallara başvurma gereği duymaksızın kendi
kendini yaratmak zorundaysa, sizin görüşünüzün Sartre’ın varoluşçuluğundan
farkı nerede?»
—
Bana öyle geliyor ki teorik açıdan, Sartre gerçek-olma ahlâki kavramı boyunca,
nasılsak öyle olmamız gerektiği düşüncesine geliyor —yani gerçekten kendi
gerçek benimiz olmak. Şimdi Sartre’ ın söylediğinden çıkarılabilecek pratik
sonuç, tersine, onun teorik düşüncesini yaratıcılığın pratiğine bağlamak
olurdu— yoksa gerçek-olma durumuna değil. Ben’in bize verilmediği
düşüncesinden yalnızca bir tek pratik sonuç çıkarılabilir sanıyorum; kendi
kendimizi oluşturmalıyız, tıpkı bir sanat eseri gibi imal etmeli,
düzenlemeliyiz. Baudelaire ya da Flaubert çözümlemelerinde, Sartre’ın yaratma
çabasını kâh gerçek-olma durumu, kâh gerçek-olmama durumu şeklini alan bir tür
kendiyle ilişkiye —yazarın kendisiyle— bağladığını gözlemek ilginçtir. Acaba
diyorum bunun tam tersi söylenemez mi; bir kimsenin yaratıcı etkinliğini
kendisiyle olan ilişkisinin türüne bağlayacak yerde, kendisiyle olan ilişki
türünü etik etkinliğin göbeğinde yeralacak bir yaratıcı etkinliğe bağlamak
gerekirdi.
Bir
Varoluş Estetiği Olarak Etik | Michel
Foucault
No comments:
Post a Comment