29 Aralık 2014
Boksu
çok seven Arjantinli bir yazar, bir keresinde bana şöyle demişti: Etkileyici
bir metin ve okur arasında yaşanan bu mücadeleyi roman hep sayıyla kazanır,
oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerekir.”
Öykü,
kendine has karakterini anlaşılır hale getirmek için, çoğunlukla çok daha
popüler olan ve hakkında pek çok yerleşik tanım yapılan romanla karşılaştırılır.
Mesela
romanın kağıt üzerinde geliştiği, bu nedenle de romanda ele alınan malzemeden
başka bir sınır tanımaksızın okuma zamanı içinde dilediğince geliştiğine vurgu
yapılır; oysa öyküde, öykünün sınır çizgileridir hareket noktası, ilk olarak fiziksel
bir kısıtlılıktır söz konusu olan, öyle ki Fransa’da bir öykü yirmi sayfayı
geçerse artık adı novella olur; öyküyle adamakıllı tanımlanmış roman arasında
bir türe dönüşür.
Bu
anlamda, roman ve öykü örnekleme olarak sinema ve fotoğrafla karşılaştırılmaya
uygundurlar, bir film öncelikle roman tarzında ‘açık bir sıralama’ iken, bir
fotoğraf önceden tasarlanmış tutumlu bir sınırlamayı gerektirir; bu kısmen
kameranın kapsadığı kısıtlı alan yüzünden böyledir, kısmen de fotoğrafçının bu
kısıtlılığı estetik olarak kullanma biçiminden.
Bilmiyorum
profesyonel bir fotoğrafçının kendi sanatından bahsedişine hiç tanık oldunuz
mu; kendilerini pek çok açıdan bir öykücü gibi ifade etmeleri beni her zaman
şaşırtmıştır. Cartier-Bresson ya da Brasai kalitesindeki fotoğrafçılar
sanatlarını aleni bir paradoks olarak tanımlarlar: Gerçeğin içinden bir
fragmanı kesmek, onu belli sınırlara hapsetmek ama bunu öyle bir şekilde yapmak
ki, bu kesilen parça kanat kanat açılarak çok daha geniş bir gerçekliğe nüfuz
eden bir patlamaya dönüşsün, kameranın kapsadığı alanı ruhsal olarak aşan
dinamik bir bakış açısı olarak hareket etsin.
Sinemada
da, tıpkı romandaki gibi, çok geniş ve çok biçimli bir gerçekliğin elde
edilmesi, eseri doruk noktasına götüren bir sentezi dışlamadan süreç içinde bir
araya getirilen dağınık bileşenlerin gelişimi aracılığıyla başarılırken,
kaliteli bir fotoğrafta ya da öyküde tam tersi bir yol izlenir; yani fotoğrafçı
ya da öykücü anlamlı bir olay ya da görünüm seçmek ve onunla yetinmek
zorundadır, ancak bunlar sadece kendi içlerinde bir değeri olan görünümler
değil, seyirci ya da okuyucuda zekayı ve duyarlılığı fotoğraf yahut öyküdeki
yazınsal içeriğin ya da görsel anekdotun çok daha ötesine taşıyan bir tür
zihinsel açılıma ya da mayalanmaya neden olabilecek nitelikte olaylar ve
görünümler olmalıdır.
Boksu
çok seven Arjantinli bir yazar, bir keresinde bana şöyle demişti: Etkileyici
bir metin ve okur arasında yaşanan bu mücadeleyi roman hep sayıyla kazanır,
oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerekir.
Julio
Cortazar’ın 1970 yılında Casa de las Americas dergisinin 10. yıl sayısı için
kaleme aldığı“Algunos aspectos del cuento” isimli yazısından bir bölüm.
Kaynak:
newalaqasaba
No comments:
Post a Comment