Tuesday 16 December 2014

Erdoğanizm, cemaat ve otoriter maskeli vodvil / Ahmet İnsel


Geçmişte suç ortağı olduğu devlet terörünün şimdi mağduru olanların haklarını korumak demokrat olmanın olmazsa gereğidir. Ve giderek Putinizmin yerli versiyonuna, Erdoğanizme dönüşen rejimin demokrasiyi yok etmesine karşı mücadele etmek, Başbakan'ın zavallı ifadesiyle, "mükafatını er geç görmek için" yapılmaz.

Bomba hazırlandığı bilgisini alan polisin hazırlık sırasında buna el koyması ne kadar doğru ise, tehlike arz eden bir kitaba polisin aynı muameleyi yapmasının doğal olduğunu iddia etmişti. Kim olduğunu biliyorsunuz. Tayyip Erdoğan. Hem de bunu üç-beş bindirilmiş gazeteciyle yaptığı yolculuk muhabbetinde değil, Avrupa Konseyi’nde herkesin gözünün içine bakarak söylemişti. Sadece Zaman gazetesi değil, o dönemin bilumum iktidar yanlısı gazeteleri de onaylamışlardı bu veciz yumurtayı. Şimdi eski gazeteleri Taraf’ta medya-polis işbirliğinin nadide örneklerini sergilediklerini itiraf edenler, o zaman tutuklananların gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklanmadıklarını haykırıyorlardı. Sırtlarını iktidara yaslamışlardı. AKP ve Gülen cemaati ortaklığında öküz daha ölmemişti.

Öküzün ölüp, ortaklığın bozulmaya başladığı sıralarda bir kısmı iktidar kanadına kapağı attı. Bugün eski ortaklarını, yani suç ortaklarını aynı kelimelerle, aynı sıfatlarla suçluyorlar. Ahmet Şık ve Nedim Şener “normal habercilik faaliyetinin dışına çıkan bir bilgi ve belge derlemesine dayanarak kitaplar yazdılar ve yazmaktalar” diye buyurmuştu o zamanlar Zaman’da Etyen Mahçupyan. Şimdi danışmanı olduğu Başbakan, yüzündeki sinik çarpık gülümsemeyi koruyarak, “gözaltına alınma nedenleri gazetecilikleri değil” iddiasını tekrarlıyor.

İnsan Davutoğlu’nu dinlerken, hayatta birşeyin önce dram sonra fars olarak tekrar edildiği veciz sözünü hatırlıyor. Davutoğlu’nun ağzında bu iddia artık bir fars, çünkü kiraladığı elbise üzerine oturmayan damat adayının kendini aile reisine beğendirme çabası bütünüyle sırıtıyor. Hele ardından “gün imtihan günü, herkes hesap verecek!”derken çok ürkütücü, çok korkutucu oluyor değil mi?

Evet, Ergenekon, KCK, Balyoz, Oda Tv davalarında işlenmiş gerçek suçlar ve güçlü delilleri olan suç iddiaları vardı. Bunların kimisi ağır cezalık suçlardı, kimisi sadece hükümete hakaret olarak değerlendirilebilecek nitelikteydi. Birçok zanlı ise, Gülen cemaatiyle işbirliği içindeki polis ve yargı mensupları tarafından, başta ordu olmak üzere, kamu kurumlarında yandaş elemanları yerleştirmek için yapılan kadro temizliğinin mağduruydu esas olarak. Bu amaçla suç torbasına sahte delillerle sokuşturulmuşlardı. Bir kısmının ise yegane suçu AKP ve Gülen cemaati gibi düşünmemek, bu ikisini tehlikeli olarak tanımlamak ve bunu açıkça ifade etmekti. Ya da bunlara ilaveten, ÇYDD konusunda olduğu gibi, onların yaptığı işlere gölge yapmak veya rakip olmaktı. “Düşman”dılar. Hiç kuşkusuz bu “düşmanlar”ın bir kısmı askerin AKP’yi devirmesini ve en çok da bu kesimin en büyük nefret nesnesi olan Gülencilerin hepsinin tutuklanmasını yürekten arzuluyordu. Ama ezici çoğunluğu sadece arzuluyordu. AKP ve Gülen cemaati bu “düşmanlar”a karşı zihniyet polisliğini çok yakın işbirliği içinde yürüttüler.

Tayyip Erdoğan ve şürekası, son Balyoz operasyonlarına ve MİT yöneticilerinin tutuklanması teşebbüsüne kadar, yapılan operasyonları A’dan Z’ye kadar biliyorlardı. Tayyip Erdoğan’ın kendisi yeni tutuklama dalgalarının geleceğini bildiriyordu. Geçen eylül ayında Gülencilere yönelik gözaltına alma dalgalarının yenilerinin geleceğini önceden söylediği gibi.

Eğer o davalarda suç işlenmişse, -ki vahim hukuk ihlalleri suçları işlendi-AKP yönetimi belki bu suçların asli faili değildirler ama suç ortağıdırlar. Nasıl banka soyanla soygun öncesi ve sırasında gözcülük yapan, soygundan sonra kaçanlara yardım eden kişiler bankayı soyan kadar suçlu değilseler de, soyguncuların suç ortağıdırlar, AKP’de bugün suçladığı Gülen cemaatinin en az bu kadar suç ortağıdır. “Eden bulur” manşetiyle dün yayımlanan gazetelerin sorumluları, bunun kendileri için ne anlama geldiğini, hangi kapıyı açtığını bir dakika olsun düşünmüş müdür?

Bugün Gülen cemaatinin gazete ve televizyonlarına yönelik saldırının gerekçesi, 2010 yılında El Kaide örgütü uzantısı oldukları iddiasıyla aylarca tutuklanmış, Gülen cemaatine rakip bir Nurcu cemaat üyelerine karşı yapıldığı iddia edilen hukukdışı işlemler. Bu iddia ciddi bir soruşturma başlatmak için geçerli bir gerekçe olabilir ama o zaman bunu somut olarak yapanların ortaya çıkarılması gerekmez mi? İftira etme, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, belgede sahtecilik suçları somut delilleri ortaya konursa elbette suçturlar. Ama devleti ele geçirme amaçlı bir örgütsel yapıdan bahsediyor makul şüpheye dayalı soruşturmadaki suç tanımı. Darbe eyleminin makul kanıtlarının televizyon dizisi senaryosunda aranması makul mudur? Televizyon dizilerindeki senaryolardan “devlet egemenliğini ele geçirmek amacıyla örgütsel yapı oluşturulduğu” sonucuna varmak ancak darbe konulu bir vodvilde malzeme olarak kullanılabilir.

Darbe kavramının iyice ayağı düştüğü bir toplum olduk. Dün Ergenekon ve benzeri davalarda bazı muhaliflerine, KCK davasında Kürt siyasal hareketine yönelik polis ve yargı yoluyla yürüttüğü bastırma ve sindirme operasyonu bir “sivil darbe” değildi. Bunlar, iktidar gücünün, elindeki iktidar olanaklarını hukuk devleti sınırları dışına çıkarak, hoşuna gitmeyeni susturma ve geri kalanına gözdağı verme operasyonlarıydı. Devlet gücünün devlet terörüne dönüşmesiydi. Şimdi de AKP iktidarının Gülen cemaatine yönelik bastırma, sindirme ve en önemlisi 17/25 yolsuzluklarını konuşulamaz hale getirme operasyonu yeni bir devlet terörü dalgasına dönüşüyor.

Ama bu aynı zamanda bir fars. Çünkü aynı zamanda AKP hükümeti, başta ustası olmak üzere, kendi içinde yolsuzluğa, kayırmacılığa, haksız menfaat sağlama işlerine doğrudan veya dolaylı bulaşmış elemanlarını korumak için bir devlet terörü uyguladıklarına inanılması için elinden geleni ardına koymuyor. Bu durum iktidarda bir akıl tutulması yaşandığına işaret ediyor. Devletin zirvesinden aşağılara doğru damlayan büyük korku bu akıl tutulmasının bir nedeni olmasın?

Geçmişte suç ortağı olduğu devlet terörünün şimdi mağduru olanların haklarını korumak, onlara yapılanlara karşı çıkmak demokrat olmanın olmazsa gereğidir. Ve giderek Putinizmin yerli versiyonuna, Erdoğanizme dönüşen rejimin demokrasiyi yok etmesine karşı mücadele etmek, demokrasinin yanında yer almak, Başbakan’ın zavallı ifadesiyle, bunun “mükafatını er geç görmek için” yapılmaz. Onu böyle hesapçı ve faydacı bir saikle yapanlar zaten şimdi Erdoğanizmin kanatları altında daha iyi yer kapmak için birbirlerini iteklemekle meşguller. Evet, Gülen cemaati Opus Dei türü örgütlenmesiyle, devlet içinde güç olma uzun vadeli amacıyla demokrasi için tehdit oluşturmuş bir hareket oldu. Ama bugün Erdoğanizm’in bu cemaate karşı yürüttüğü teröre karşı özgürlükçüler, demokratlar basın özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün, hükümete, iktidara ve muktedire karşı gelme özgürlüğünün yanında yer alıyorlarsa, mağdurun sütten çıkmış ak kaşık olduğuna inandıkları için değildir. Kimseden herhangi bir mükafat falan da beklemeden demokrasiyi, özgürlük ve rşitlik rejimini bir bölünmez bütün olarak savundukları içindir.
 
(Radikal)
 
 

No comments:

Post a Comment