Geçmişte suç
ortağı olduğu devlet terörünün şimdi mağduru olanların haklarını korumak
demokrat olmanın olmazsa gereğidir. Ve giderek Putinizmin yerli versiyonuna,
Erdoğanizme dönüşen rejimin demokrasiyi yok etmesine karşı mücadele etmek,
Başbakan'ın zavallı ifadesiyle, "mükafatını er geç görmek için"
yapılmaz.
Bomba
hazırlandığı bilgisini alan polisin hazırlık sırasında buna el koyması ne kadar
doğru ise, tehlike arz eden bir kitaba polisin aynı muameleyi yapmasının doğal
olduğunu iddia etmişti. Kim olduğunu biliyorsunuz. Tayyip Erdoğan. Hem de bunu üç-beş
bindirilmiş gazeteciyle yaptığı yolculuk muhabbetinde değil, Avrupa Konseyi’nde
herkesin gözünün içine bakarak söylemişti. Sadece Zaman gazetesi değil, o
dönemin bilumum iktidar yanlısı gazeteleri de onaylamışlardı bu veciz
yumurtayı. Şimdi eski gazeteleri Taraf’ta medya-polis işbirliğinin nadide
örneklerini sergilediklerini itiraf edenler, o zaman tutuklananların
gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklanmadıklarını haykırıyorlardı.
Sırtlarını iktidara yaslamışlardı. AKP ve Gülen cemaati ortaklığında öküz daha
ölmemişti.
Öküzün ölüp,
ortaklığın bozulmaya başladığı sıralarda bir kısmı iktidar kanadına kapağı
attı. Bugün eski ortaklarını, yani suç ortaklarını aynı kelimelerle, aynı
sıfatlarla suçluyorlar. Ahmet Şık ve Nedim Şener “normal habercilik faaliyetinin
dışına çıkan bir bilgi ve belge derlemesine dayanarak kitaplar yazdılar ve
yazmaktalar” diye buyurmuştu o zamanlar Zaman’da Etyen Mahçupyan. Şimdi
danışmanı olduğu Başbakan, yüzündeki sinik çarpık gülümsemeyi koruyarak,
“gözaltına alınma nedenleri gazetecilikleri değil” iddiasını tekrarlıyor.
İnsan
Davutoğlu’nu dinlerken, hayatta birşeyin önce dram sonra fars olarak tekrar
edildiği veciz sözünü hatırlıyor. Davutoğlu’nun ağzında bu iddia artık bir
fars, çünkü kiraladığı elbise üzerine oturmayan damat adayının kendini aile
reisine beğendirme çabası bütünüyle sırıtıyor. Hele ardından “gün imtihan günü,
herkes hesap verecek!”derken çok ürkütücü, çok korkutucu oluyor değil mi?
Evet,
Ergenekon, KCK, Balyoz, Oda Tv davalarında işlenmiş gerçek suçlar ve güçlü
delilleri olan suç iddiaları vardı. Bunların kimisi ağır cezalık suçlardı,
kimisi sadece hükümete hakaret olarak değerlendirilebilecek nitelikteydi.
Birçok zanlı ise, Gülen cemaatiyle işbirliği içindeki polis ve yargı mensupları
tarafından, başta ordu olmak üzere, kamu kurumlarında yandaş elemanları
yerleştirmek için yapılan kadro temizliğinin mağduruydu esas olarak. Bu amaçla
suç torbasına sahte delillerle sokuşturulmuşlardı. Bir kısmının ise yegane suçu
AKP ve Gülen cemaati gibi düşünmemek, bu ikisini tehlikeli olarak tanımlamak ve
bunu açıkça ifade etmekti. Ya da bunlara ilaveten, ÇYDD konusunda olduğu gibi,
onların yaptığı işlere gölge yapmak veya rakip olmaktı. “Düşman”dılar. Hiç
kuşkusuz bu “düşmanlar”ın bir kısmı askerin AKP’yi devirmesini ve en çok da bu
kesimin en büyük nefret nesnesi olan Gülencilerin hepsinin tutuklanmasını
yürekten arzuluyordu. Ama ezici çoğunluğu sadece arzuluyordu. AKP ve Gülen
cemaati bu “düşmanlar”a karşı zihniyet polisliğini çok yakın işbirliği içinde
yürüttüler.
Tayyip Erdoğan
ve şürekası, son Balyoz operasyonlarına ve MİT yöneticilerinin tutuklanması
teşebbüsüne kadar, yapılan operasyonları A’dan Z’ye kadar biliyorlardı. Tayyip
Erdoğan’ın kendisi yeni tutuklama dalgalarının geleceğini bildiriyordu. Geçen
eylül ayında Gülencilere yönelik gözaltına alma dalgalarının yenilerinin
geleceğini önceden söylediği gibi.
Eğer o
davalarda suç işlenmişse, -ki vahim hukuk ihlalleri suçları işlendi-AKP
yönetimi belki bu suçların asli faili değildirler ama suç ortağıdırlar. Nasıl
banka soyanla soygun öncesi ve sırasında gözcülük yapan, soygundan sonra
kaçanlara yardım eden kişiler bankayı soyan kadar suçlu değilseler de,
soyguncuların suç ortağıdırlar, AKP’de bugün suçladığı Gülen cemaatinin en az
bu kadar suç ortağıdır. “Eden bulur” manşetiyle dün yayımlanan gazetelerin
sorumluları, bunun kendileri için ne anlama geldiğini, hangi kapıyı açtığını
bir dakika olsun düşünmüş müdür?
Bugün Gülen
cemaatinin gazete ve televizyonlarına yönelik saldırının gerekçesi, 2010
yılında El Kaide örgütü uzantısı oldukları iddiasıyla aylarca tutuklanmış,
Gülen cemaatine rakip bir Nurcu cemaat üyelerine karşı yapıldığı iddia edilen
hukukdışı işlemler. Bu iddia ciddi bir soruşturma başlatmak için geçerli bir
gerekçe olabilir ama o zaman bunu somut olarak yapanların ortaya çıkarılması
gerekmez mi? İftira etme, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, belgede
sahtecilik suçları somut delilleri ortaya konursa elbette suçturlar. Ama
devleti ele geçirme amaçlı bir örgütsel yapıdan bahsediyor makul şüpheye dayalı
soruşturmadaki suç tanımı. Darbe eyleminin makul kanıtlarının televizyon dizisi
senaryosunda aranması makul mudur? Televizyon dizilerindeki senaryolardan
“devlet egemenliğini ele geçirmek amacıyla örgütsel yapı oluşturulduğu”
sonucuna varmak ancak darbe konulu bir vodvilde malzeme olarak kullanılabilir.
Darbe
kavramının iyice ayağı düştüğü bir toplum olduk. Dün Ergenekon ve benzeri
davalarda bazı muhaliflerine, KCK davasında Kürt siyasal hareketine yönelik
polis ve yargı yoluyla yürüttüğü bastırma ve sindirme operasyonu bir “sivil
darbe” değildi. Bunlar, iktidar gücünün, elindeki iktidar olanaklarını hukuk
devleti sınırları dışına çıkarak, hoşuna gitmeyeni susturma ve geri kalanına
gözdağı verme operasyonlarıydı. Devlet gücünün devlet terörüne dönüşmesiydi.
Şimdi de AKP iktidarının Gülen cemaatine yönelik bastırma, sindirme ve en
önemlisi 17/25 yolsuzluklarını konuşulamaz hale getirme operasyonu yeni bir
devlet terörü dalgasına dönüşüyor.
Ama bu aynı
zamanda bir fars. Çünkü aynı zamanda AKP hükümeti, başta ustası olmak üzere,
kendi içinde yolsuzluğa, kayırmacılığa, haksız menfaat sağlama işlerine
doğrudan veya dolaylı bulaşmış elemanlarını korumak için bir devlet terörü
uyguladıklarına inanılması için elinden geleni ardına koymuyor. Bu durum
iktidarda bir akıl tutulması yaşandığına işaret ediyor. Devletin zirvesinden
aşağılara doğru damlayan büyük korku bu akıl tutulmasının bir nedeni olmasın?
Geçmişte suç
ortağı olduğu devlet terörünün şimdi mağduru olanların haklarını korumak,
onlara yapılanlara karşı çıkmak demokrat olmanın olmazsa gereğidir. Ve giderek
Putinizmin yerli versiyonuna, Erdoğanizme dönüşen rejimin demokrasiyi yok
etmesine karşı mücadele etmek, demokrasinin yanında yer almak, Başbakan’ın
zavallı ifadesiyle, bunun “mükafatını er geç görmek için” yapılmaz. Onu böyle
hesapçı ve faydacı bir saikle yapanlar zaten şimdi Erdoğanizmin kanatları
altında daha iyi yer kapmak için birbirlerini iteklemekle meşguller. Evet,
Gülen cemaati Opus Dei türü örgütlenmesiyle, devlet içinde güç olma uzun vadeli
amacıyla demokrasi için tehdit oluşturmuş bir hareket oldu. Ama bugün
Erdoğanizm’in bu cemaate karşı yürüttüğü teröre karşı özgürlükçüler,
demokratlar basın özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün, hükümete, iktidara ve
muktedire karşı gelme özgürlüğünün yanında yer alıyorlarsa, mağdurun sütten
çıkmış ak kaşık olduğuna inandıkları için değildir. Kimseden herhangi bir
mükafat falan da beklemeden demokrasiyi, özgürlük ve rşitlik rejimini bir
bölünmez bütün olarak savundukları içindir.
(Radikal)
No comments:
Post a Comment