Sunday, 14 December 2014

“Aklın Uykusu Canavarlar Yaratır / Francisco Goya”



“Ob-jet* olarak düşünülen dünya bir su-jet’yi** gerektirir. Bu ilişki, efsanevi niteliği tamamıyla açık olan büyük bir seyir imgesi sayesinde töz, öz haline gelebilir. Dünyayı temaşa etmiş insanlar olduğunu hayal ederiz. Şüphesiz, örneğin kürelerden bahsettiğinde, Aristoteles’te, buna benzeyen şeyler vardır. Bu sadece, göksel kürelere ilişkin bir seyir devinimi içermeyen hiçbir teori olmadığı anlamına gelir.

 

Biz bir bilimin ne olduğunu biliyoruz. Hiçbirimiz bilimin bütününe hakim değil. Kendi hareketiyle son hızla koşuyor bilimcik, o derece ki elimizden hiçbir şey gelmiyor. İşin içinde en çok bulunanlar aynı zamanda bundan en çok mustarip olanlar.

Biraz aydınlanmış olası her deneyim, öznenin bilimsel kazanımın temsil ettiği eklemlenmiş bu zincire bağımlı olduğunu gösteriyor. Özne burada kendi yerini almalıdır, kendini elinden geldiğince bu zincirin sonuçlarına yerleştirmelidir. Oluşturmuş olduğu, ve dünyanın ve hatta sözde sezgisel kategorilerin parçası haline gelen tüm küçük sezgisel temsilleri her an gözden geçirmesi gerekiyor. Her daim tüm aygıtı geliştirmeye koyulması gerekiyor, yaşayacak bir yer bulma hikâyesi. Bu sistemden şimdiye kadar kovulmaması bir mucize. Hem zaten sistemin amacı bu. Aksi takdirde, sistem başarısızlığa uğrar. Bu yüzdendir ki özne sürüp gidiyor. Bir şey, özneyi tutup yakaladığımız, onunla uğraştığımız bir yer olduğu duygusunu bize yeniden verirse, bu, bilinçdışı diye adlandırılan düzeyde olur. Çünkü her o, başarısız olur, her o, güler, her o, rüya görür.

 

O ancak tamamıyla eklemlenmiş bir biçimde rüya görür, başarısız olur, güler. Bilinçdışında söz konusu olan şeye yaklaştığı, onu keşfettiği, aydınlattığı her seferinde Freud ne yapar? Zamanını neyle geçirir? Neyle uğraşır? Bu ister rüya metni olsun, ister şaka metni olsun, ister sürçme biçimi olsun, dilin, söylemin eklemlenmelerini manipüle eder.

 

Goya’nın küçük bir gravürünün kenarına, şöyle yazıldığını görürüz: ‘Aklın uykusu canavarlar yaratır’. Bu güzeldir ve sanki Goya yapmış gibi, daha da güzeldir, bu canavarları görürüz.

Görüyorsunuz ya, konuştuğumuzda, hep zamanında durmayı bilmek gerek. ‘Canavarlar yaratır’ı eklemek iyi olmamış mı? Biyolojik bir sayıklamanın (élucubration) başlangıcı bu. Biyoloji de bilim doğurmaya uzun zaman harcamıştır. Uzun süre altı bacaklı danaya takılıp kaldılar. Ah! Bu canavarlar yok mu, hayal gücü, hoşumuza gidiyor. Bilirsiniz, ne güzeldir psikopatlar, der psikiyatrlar, dolup taşarlar, karıncalar gibi, icat eder, hayal eder, harika. Bunu hayal eden sadece onlar. Psikopat için bu nasıl size söyleyemem, yeterince psikopat değilim, ama kesinlikle psikiyatrların hayal ettiği gibi değil, özellikle de önce kuruluma sonra da genellemeye geçmek için duyum ya da algı psikolojisi bilmem, neden hareket ettikleri zaman olduğu gibi değil, bunların nerede çuvalladıklarını anlamaya çalışmalarından kaynaklanıyor. Bunun onların kurumlarıyla hiçbir alakası yok, bu apaçık görülebilir.

 

O yüzden durmayı bilmek gerek. Aklın uykusu –hepsi bu. Peki bu ne demek? Uykuda kalmamızı teşvik eden akıldır demek. Yine burada da, benim küçük bir usdışıcılık beyanında bulunduğumu anlamanızın tehlikesi yok mu bilmiyorum. Ama hayır, tam tersi. Kapı dışarı edilmek, dışlanmak istenen şey, yani uykunun egemenliği, böylece akla, aklın imparatorluğuna, işlevine, söylemin hakimiyetine, başka birinin söylediği gibi, insanın dilde ikamet etmesi olgusuna ilave edilmiş olur. Bunun farkına varmak ve rüyanın metninin ta kendisinde aklın çizdiği yolu takip etmek usdışıcılık mı? Belki tüm bir psikanaliz, belki vuku bulabilecek olandan, yani bir uyanma noktasına gelip dayanmamızdan önce cereyan ediyor.” “Benim Öğrettiklerim / Jacques Lacan” s.104-107 ‘Öğretim’im, Doğası ve Erekleri’

 

*“Öne, dışa atılan anlamında” ‘(ç.n.)’

**“Alta alınan, altta duran anlamında” ‘(ç.n.)’
 
(Alıntı)

No comments:

Post a Comment