Her
şeyden önce, Küba temsilciler heyeti olarak burada tüm dünyanın sorunlarını
tartışan ulusların arasına katılan üç yeni üyenin toplantımızda bulunmasından
mutluluk duyduğumuzu belirtmek isteriz. Zambiya, Malavi ve Malta halkları adına
Birleşmiş Milletler toplantısına katılan cumhurbaşkanlarını ve başbakanları
saygıyla selamlar, bu ülkeleri, emperyalizme, ve sömürgeciliğe karşı mücadele
eden bağlantısız ülkeler arasında görmeyi dileriz.
Toplantı
başkanını da kutlamak isteriz. Böylesine yüce bir göreve getirilmesinin bizim
için özel bir anlamı vardır; başkanlığı, Afrika halklarının parlak zaferlerine
rastlamıştır. Daha dün emperyalist sömürgecilik sisteminin kölesi olan bu
Afrika ülkeleri, bugün bağımsızlıklarını kazanmış, kendi kaderlerini tayin etme
belirleme özgürlüğüne kavuşmuşlardır.
Sömürgeciliğin
vadesi doldu. Afrika, Asya ve Latin Amerika halkları yeni düzen kuruyor,
tavizsiz, kendi geleceklerini belirleme ve ülkelerini özgürce geliştirme
haklarını istiyorlar. Küba heyeti, anlamaya varılamamış önemli konularda
tavrını ortaya koymak amacıyla toplantıda bulunuyor. Bunu, bu kürsüden
bulunmanın gerektirdiği yüksek sorumluluk duygusuyla yapacağız. Aynı zamanda,
açık ve kesin konuşma gerekliliğini de gözden uzak tutmayacağız.
Bu
toplantının hareketli geçmesini, hızlı yol alınmasını, komisyonların hemen
çalışmaya başlamasını ve anlaşmazlıklar ortaya çıksa dahi duraklamamalarını
istiyoruz. Emperyalizmin amacı ise, bu toplantıyı işlevsiz bir konuşma
panayırına dönüştürmektir. Böylelikle, dünyanın sorunlarına çözüm aranması bir
yana bırakılacaktır. Bunu önlemeliyiz. Gelecekte, bu toplantı yalnızca sıra
numarasıyla, 19. Bileşim olarak anılmamalıdır. Bütün gücümüzle buna engel
olmalıyız.
Bu
davranışı, bir vazife sayıyoruz, çünkü ülkemiz çatışmaların merkezidir. Küba,
küçük ülkelerin egemenlik haklarını koruyan ilkelerin her an sınandığı bir
yerdir. Ülkemiz, emperyalist Amerika Birleşik Devletleri’nin birkaç adım
ötesinde dünya özgürlüğünün savunulduğu bir mevzidir. Eylemlerimizle, her gün
oluşturduğumuz örnekle, halkların gerçekten kurtulabileceğini ve insanlığın
bugün içinde bulunduğu koşullarda bile özgür kalabileceklerini kanıtlamaklayız.
Kuşkusuz, giderek güçlenen sosyalist kampın caydırıcılığı büyüktür. Bu
koşulların sürekli olması için kamp içindeki birlik ve beraberliğin
sağlamlaştırılması, geleceğe güven duyulması, ülke ve devrimi savunmada ölene
dek savaşmaya kararlı olunması gerekmektedir. Küba, bu koşulları
gerçekleştirmiştir.
Bu
toplantıda ele alınacak önemli sorunlar arasından biri, bizim için özel bir anlam
taşımaktadır. Değişik sosyo-ekonomik düzenlere sahip devletlerin barış içinde
bir arada yaşaması ortaya konması gereken asıl sorundur. Dünyada, bu alanda
büyük adımlar atıldı, ancak emperyalizm -ABD emperyalizmi- barış içinde
birarada yaşama hakkının sadece en büyük güçler için geçerli olduğu kanısında.
Burada sizlere, başbakanımızın Kahire’de söylediği, İkinci Bağlantısız Ülkeler
Hükümet ve Devlet Başkanları Konferansı bildirisinde sarfettiği sözleri
yenilemek istiyoruz: Dünya barışı güvence altına alınmak isteniyorsa, barış
içinde yaşamak hakkı sadece en güçlülere tanınamaz. Barış içinde birarada
yaşama ilkesine tüm devletler uymalıdır. Ülkelerin büyüklükleri, daha önce
kurdukları ilişkiler ve belirli dönemlerde, bazı ülkeler arasında çıkan
sorunlar bu ilkelerin uygulanmasına engel olmamalıdır.
Bugün,
özlemini duyduğumuz barış içinde yaşama, çoğu kez gerçekleşememektedir.
Kamboçya Krallığı, tarafsızlığını koruduğu ve Birleşik Devletler
emperyalizminin hilelerine karşı durduğu boyun eğmediği için her türlü vahşice
saldırıya uğradı. Bu saldırılar, Güney Vietnam’daki ABD üslerinden yönetildi.
Bölünmüş bir ülke olan Laos da emperyalist saldırılardar nasibini aldı. Laos
halkı hava kuvvetlerinin bombardımanları altında yokedildi, Cenevre Anlaşmaları
yok sayıldı. Laos topraklarının bir bölümü, emperyalist güçlerin ani
saldırısına uğramak tehlikesi altındadır. Saldırının anlamını dünyada en iyi
bilen Vietnam Demokratik Cumhuriyeti, sınırlarının bir kez daha düşman güçlerce
aşıldığını, bombardıman ve avcı uçaklarının taş üzerinde taş bırakmadığını ,
ABD savaş gemilerinin kara sularına girdiğini, deniz üslerinin yok edildiğini
görüp yaşadı. Vietnam Demokratik Devleti’nin tüm toprakları şu anda Amerika
Birleşik Devletleri’nin saldırı tehlikesiyle karşı karşıyadır. Çünkü, ABD,
Güney Vietnam’a karşı yıllardır sürdürdüğü savaşı artık Vietnam Demokratik
Cumhuriyeti’ne sıçratmak amacında. Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti,
Birleşik Devletleri birçok kez uyardı. Dünya barışı tehlikededir. Üstelik,
Asya’nın bu bölgesinde yaşayan milyonlarca masum insanın hayatı tehdit
altındadır. Bu bölgelerde barış, işgalci ABD ‘nin kişisel isteklerine bağlıdır.
Barış
içinde birarada yaşama ilkesi, Kıbrıs’ta, NATO’nun ve Türkiye hükümetinin
baskıları yüzünden zor bir sınav geçirdi. Kıbrıs halkı ve hükümeti
egemenliklerini kahramanca savunmak zorunda kaldılar.
Tüm
Dünyada, emperyalizm barış içinde birarada yaşamayı, kendine göre, farklı
şekillerde yorumlamakta, kendi bakış açısını zorla kabul ettirmeye uğraşmak.
Gerçek anlamda barış içinde birarada yaşamanın ne olduğunu, sosyalist kampın
müttefiği ezilen uluslar, emperyalistlere öğretmeli, bu konuda Birleşmiş
Milletler de onlara yardım etmelidir.
Barış
içinde birarada yaşama ilkesi iyice açıklığa kavuşturulup, düzgün bir şekilde
tanımlanmalıdır. Bu ilke, sadece egemen devletler arasındaki ilişkileri
içermekle kalmaz. Biz, marksistler, uluslar arasında barışın, sömürenlerin
sömürülenlerle, ezenlerin ezilenlerle birarada yaşaması olmadığını savunduk.
Her türlü sömürgeci baskıya karşı bağımsızlık için mücadele, Birleşmiş
Milletler’in kabul ettiği bir ilkedir. Bu sebeple, bugün Portekiz Ginesiyle ve
bağımsızlık mücadelelerinde katledilen Angola ve Mozambik halklarıyla
dayanışmamızı açıklıyor, Kahire Bildirisi’ne uygun biçimde, tüm gücümüzle bu
halkların yanında olacağımızı bildiriyoruz.
Puerto-Rico
halkıyla ve onun büyük lideri, tüm ömrünü hapiste geçirdikten sonra, 72
yaşında, felçli ve konuşamaz durumdayken, serbest bırakılan Pedro Albizu
Campos’la dayanışma içinde bulunduğumuzu belirtmek isteriz. Pedra Albigu
Campos, hâlâ özgürlüğünü kazanamamış, fakat boyun eğmeyen Latin Amerika’nın
simgesidir. Zindanda geçirdiği uzun yıllar, dayanılmaz baskılar, işkenceler,
yalnızlık, halkından ve ailesinden uzak kalması, istilacıların ve uşaklarının
hakaretleri iradesini sarsmaya yetmemiştir. Küba temsilciler heyeti, Küba halkı
adına, Latin Amerika’mıza onur kazandıran bu büyük yurtsevere hayranlık ve
minnettarlığını sunar.
Amerika
Birleşik Devletleri, yıllar boyunca Puerto Rico’da yoz bir kültüryaratmaya çalıştı.
Dilleri İspanyolcaydı ama, İngilizce ile karıştırılmak isteniyordu. Puerto
Rico’lu askerler, emperyalist savaşlarda, örneğin Kore’de ön cephelere
sürüldüler. Birkaç ay önce, ABD ordusu, silahsız ve savunmasız Panama halkına
karşı katliam başlattığı sırada kendi kardeşlerine bile ateş etmek zorunda
bırakıldılar. Bu olay, Yankee emperyalizminin işlediği en son cinayetlerden
biridir.* Puerlo-Rico halkı, iradesine ve kültürüne karşı yapılan bu vahşice
saldırılara rağmen, kültürünün Latin karakterini, ulusal duygularını korumasını
bilmiştir. Yurtseverlikleri, Latin Amerika’da yaşayan kitlelerin karşı koyulmaz
bağımsızlık isteklerini kanıtlamaya yeter.
Barış
içinde birarada yaşama ilkesinin, İngiliz Guyanası’da olduğu gibi halkların
iradesiyle dalga geçmek olmadığını belirtmek zorundayız. İngiliz Guyanası’nda
Başbakan Cheddi Jagan her türlü baskı ve düzenbazlığın kurbanı oldu. Ülkesinin
bağımsızlığını, zaman kazanmak için belirsiz bir tarihe ertelendi, halkın
iradesi ayaklar altında çiğnendi, hileye başa geçirilen yeni hükümetin
boyuneğmesi sağlandı ve ancak bu koşullar gerçekleştirildikten sonra sözkonusu
Latin Amerika ülkesine güdük bir özgürlük sağlandı. Guyana’nın bağımsızlığı
için izlediği yol ne olursa olsun, Küba daima yanında olacak, manevi ve askeri
desteğini Guyana halkından esirgemeyecektir.
“Cheddi
Jagan, İngiliz Guyanası’nda İlerici Halk Partisi 1953’te seçimi kazanarak
başbakan oldu. Kısa bir süre sonra İngiltere anayasayı askıya aldı. Jagan 1957
ve 1961 de tekrar seçildi. 1964’te Forbes Burnham’in karşısında seçimi
kaybetti. Guyana bağımsızlığını 1966’da kazandı.
Guadaloupe
ve Martinik adalarının özerklikleri için uzun zamandır mücadele ettikleri halde
henüz başarıya ulaşamadıklarını, bu durumun çok uzun süremeyeceğini
edemeyeceğini de belirtmek isteriz.
Güney
Afrika’da olanlara karşı tüm dünyayı tekrar uyarıyoruz. Tüm dünya uluslarının
gözü önünde kaba ve zalim ırkçı yönelim kendi bildiğini okumaya devam ediyor.
Başka bir ırkın daha üstün olduğuna, bunun resmi bir politika olduğuna bazı
cinayetlerden kimsenin ceza almayacağına Afrika halkları, inandırılmaya
çalışılıyor. Birleşmiş Milletler bu gidişe son demek için parmağını ne zaman
kımıldatacak?
Kongo’daki
acı olayları özellikle belirtmek istiyorum. Hiçbir ceza verilmeyen suçlarla,
küstahça ve alay edercesine, insan haklarının nasıl hiçe sayıldığını çağdaş
dünya, tarihinde ilk kez olarak Kongo’da gördü. Emperyalistlerin Kongo’nun
zenginliklerini ele geçirmek istemeleri yüzünden bunlar meydana geldi.
Yoldaş
Fidel Castro, Birleşmiş Milletler’i ilk ziyaretinin hemen ardından verdiği
demeçte, bir ülkenin başka bir ülkenin zenginliklerine yan gözle bakmasının,
uluslararası barışa zarar veren etken olduğunu söylemişti. Fidel Castro şu
sözleriyle, bu inkar edilmez gerçeği dile getirmişti: “Soygun felsefesine son
verirseniz, savaş felsefesi de ortadan kalkar.” Soyguncu bakış açısı henüz yok
olmamış , hatta en güçlü zamanı yaşamaktadır. Birleşmiş Milletlerin sığınarak
Lumumba’yı öldürenler, bugün beyaz ırk için binlerce kongoluyu katlediyorlar.
Patrice
Lumumba’nın Birleşmiş Milletler’den bağladığı umutların nasıl haince kırılışını
unutabilirmiyiz. Kongo’nun Birleşmiş Milletler birliklerince işgaliyle sonra
ortaya çıkan, kirli işleri nasıl unutabiliriz? Afrikalı büyük yurtsever Patrice
Lumumba’nın katillerinin Birleşmiş Milletler’in kanatları altına sığınarak
katliamların umarsızca işlediklerini nasıl unutabiliriz? Sayın delegeler,
Kongo’da BM otoritesini yurtseverliği için değil de emperyalistler arası
mücadeleden faydalanmak amacıyla hiçe sayan, Moise Tshombe’nin, Belçika’dan
aldığı destekle Katanga’yı federasyondan ayırmayı başardığını nasıl
unutabiliriz? Kongo’da Birleşmiş Milleller’in görevi bitince Kalanga’dan
kovulan Tshombe’nin krallar gibi Kongo’ya dönmesini ve ülkede hakimiyetini
kurmasını nasıl haklı bulur ve nasıl açıklarız? Emperyalistlerin, Birleşmiş
Milletleri bir piyon olarak kullandığını kim edebilir?
Özetlersek,
Katanga’nın federasyondan kopuşunu engellemek için seferberlikler düzenlendi.
Fakat bugün Tshombe, Kongo’da iktidarını sürdürüyor, ülkenin zenginlikleri
emperyalistlere pazarlıyor. Bu hamlelerin bedelini ise başka uluslar ödedi.
Anlaşılan savaş tacirleri iyi çalışmış. Küba hükümeti, bu olayda, cinayet
masraflarını ödemeyi reddeden Sovyetler Birliği’nin tavrını haklı bulmakta ve
desteklemekledir.
Bütün
olanlar yetmiyormuş gibi, tüm dünyanın tepkisini çeken son olayların faturası
bize çıkarmak istiyorlar. Cinayetleri işleyenler kimlerdir? Birleşik
Devletler’in İngiliz üslerinden havalanan askeri uçaklarla bölgeye götürülen
Belçikalı paraşütçüler. Daha dün, Avrupa’nın uygar bir sanayi ülkesi olan
Belçika Krallığı’nın Hitler’in çeteleri tarafından İşgal edilmesinin üzüntüsünü
duymuştuk. Bu küçük ulusun, Alman emperyalizmince katledildiğini öğrendiğimizde
acı duymuş, bu halka karşı sempati beslemiştik. O zamanlar, emperyalizmin diğer
yüzünü görmemiştik. Ülkelerinin özgürlüğünü savunurken can veren belçikalı
pilotların oğulları, bugün beyaz ırkın üstünlüğünü ispatlamak için binlerce
Kongoluyu acımadan öldürüyor. Tıpkı dedelerinin kanları yeterince ari olmadığı
için alman çizmeleri altında çiğnendikleri gibi.
Kongo’da
işlenen cinayetlerin hesabı sorulmalıdır.
Bugün,
özgür insanlar olarak dünyaya daha farklı bakıyor, sömürge köleleriyken
göremediklerimizi fark ediyoruz: “Batı Uygarlığı” zarif kürkünün altıda bir
sırtlan ve çakal sürüsünden başka bir şey değil. “İnsancıl” amaçlar uğruna
Kongo’ya gidenlere başka bir ad takılamaz. Bunlar silahsız halkların kanıyla
beslenen yaratıklar. Emperyalizm insanı bu hale getiriyor, imparatorlukların
“beyaz adamı”nın en önemli özelliğini bu canavarlıkları oluşturuyor.
Ezilen
dünyanın tümü Kongo’da yaşanan vahşetin intikamını almaya hazırlanmalıdır.
Emperyalist mekanizyla aşağılık yaratıklara dönüştürülen bu askerlerin birçoğu,
belki de üstün ırkın kavramına içtenlikle inanmaktadır. Ama bu Genel Kurul
toplantısında, tenleri başka güneşler altında karamış, değişik tonlarda
renklenmiş halkların temsilcileri çoğunlukta. Bu kişiler, insanların
farklılıklarının derilerinin renginden değil, üretim araçları sahipliğinden, üretim
ilişkilerinden kaynaklandığını tam olarak anlamışlardır.
Küba
temsilciler heyeti, sömürgeci beyaz azınlıklar tarafından ezilen Güney Rodezya,
Güney-Batı Afrika uluslarını, Basutoland, Bechuanaland, Swaziland, Fransız
Somalisi halklarını, Filistin’de yaşayan Arap halkı, Aden, Protekloryalar ve
Umman halklarını, emperyalizm ve sömürgecilikle mücadele eden tüm ulusları
saygıyla selamlar ve onlara olan desteğini bir kez daha bildirir. Kardeşimiz
Endonezya Cumhuriyeti’nin Malezya ile ilişkilerinde ortaya çıkan
anlaşmazlıklara bir an önce doğru bir çözüm bulumasını dileriz.
Sayın
Başkan, bu konferansın temel konularından biri genel ve tam silahsızlanmadır.
Genel ve tam silahsızlanmayı desteklediğimizi bildiririz. Ayrıca, tüm
termonükleer silahların yokedilmesini istiyor, dünya halklarının bu özlemini
gerçekleştirmek için, tüm dünya uluslarının temsilcilerini katılacağı bir
konferans düzenlemeyi öneriyoruz. Başbakanımız Genel Kurul’un önünde yaptığı
bir konuşmada silahlanma yarışının her zaman savaşa yolaçtığını belirtmiştir.
Dünyada yeni nükleer güçlerin ortaya çıkması çatışma tehlikesi de büyütecektir.
Böyle
bir konferansın, tüm termo-nükleer silahların ortadan kaldırılmasını sağlamak
için gerekli olduğuna inanıyoruz. Tüm denemelerine yasaklanmasıdır atılacak ilk
adım olmalıdır. Aynı zamanda, tüm ülkelerin, diğer devletlerin sınırlarına
saygılı davranmasının, konvansiyonel silahlarla bile olsa, hiçbir saldırı
hareketine girişilmemesinin zorunluluk olarak kabul edilmesi gerekliliğini
açıkça bildiririz
Tam
ve genel silahsızlanmaya gidilmesini, atom silahlarının yok edilmesini, yeni
termo-nükleer silahların yapımının durdurulması, atom denemelerinin
yasaklanmasını isteyen dünya ülkelerinin bu çağrısına katılırken ulusların
toprak bütünlüğüne saygı duyulması zorunluluğunu, emperyalizmin silahlı kolunun
durdurulmasının gerekliliğini de bir kez daha belirtmekte yarar görüyoruz.
Konvansiyonel silahların kullanılması da daha az tehlikeli değildir, Kongo’da
binlerce masum insanı atom bombasıyla öldürülmedi. Burada sunulan öneriler bir
gün gerçekleşecek ve artık onlardan sözetmek gereği kalmasa bile. Amerika
Birleşik Devletleri’nin saldırı üsleri ülkemizde, Puerto-Rico’da, Panama’da ve
diğer Latin Amerika ülkelerinde bulunduğu sürece, Küba’nın hiçbir nükleer
silahsızlanma paktına katılmayacağını hatırlatmak isteriz. Birleşik Devletler,
Latin Amerika ülkelerinde konvansiyouel ve nükleer silahlar bulundurmayı,
kendisi için bir hak saymakladır. Amerika Devletleri Örgütünün, Küba aleyhine
aldığı son kararlar, ülkemizi savunmak için gerekli araçlara sahibolmamızı
zorunlu kılmakladır. Kararların temeli, Rio Antlaşması’na göre saldırıya
geçilebileceğine dayanmaktaydı.
Eğer
konferans, zor olmakla birlikte bu belirtilen zor amaçlara gerçekleştirirse,
tarihe geçecektir, buna içtenlikle inanıyoruz. Bu hedefe varmak için, Çin Halk
Cumhuriyetinin de katılacağı büyük bir toplantı düzenlemek gereklidir. Dünya
halkları için Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanımak izlenecek bir yol olmalıdır. Bu
artık inkar edilemez bir gerçektir. Çin Halk Cumhuriyeti’nin yöneticileri
halklarının tek gerçek temsilcileridir. Oysaki, Birleşmiş Milletler
Konferansı’nda, onların hakkı olan yerler, Birleşik Devletlerin desteklediği
Taiwan bölgesini kontrolleri altında tutan bir çete tarafından işgal edilmiş
bulunuyor.
Halk
Çin’inin, Birleşmiş Milletler’de temsil edilmesi, yeni bir üyenin katılması
anlamına gelmez. Bu, yalnızca, Çin Halk Cumhuriyetine yasal haklarının
verilmesi anlamına gelir.
“İki
Çin” aldatmacasını hiçbir koşulda kabul etmemeliyiz. Taiwan’daki Çan Kay-şek
çetesinin Birleşmiş Milletler’de işi yoktur. İşgalciyi dışarı atmalı ve Çin
halkının yasal temsilcilerini konferansa getirtmeliyiz.
Birleşik
Devletler’in, Çin’in yasal yoldan temsili sorununu “önemli bir konu” diye
nitelendirmesine ve bu konuda bir karar alınabilmesi için konferansta hazır
bulunan üye sayısının üçte ikisinin oyuna ihtiyaç olduğunu öne sürmesine karşı
akıllı davranmalıyız.
Çin
Halk Cumhuriyetinin, Birleşmiş Milletlere katılmasının tüm dünyayı ilgilendiren
bir olay olmasının yanında, bu Birleşmiş Milletler Örgütü için sadece bir usül
sorunudur. Bu konuda doğru bir karar alındığında hak yerini bulacaktır. Hem hak
yerini bulacak, hem de bu yüce meclisin, görmek için gözleri, işitmek için
kulakları, konuşmak için dili olduğu, kendi başına karar verebileceği
kanıtlanacaktır.
NATO’nun,
üyesi olan birçok ülkeye atom silahları yerleştirmesi, özellikle Federal
Almanya Cumhuriyeti’nin bu kitle imha silahlarına çok miktarda sahibolması,
silahsızlanma anlaşması olabilirliğini azaltıyor. Bu sorun, iki Almanya’nın
barışçı yoldan birleştirilmesinden ayrı düşünülemez. Tam bir anlaşma
sağlanmadıkça, Almanya bölünmüş olarak kalacaktır. Almanya’nın birleşmesi
sorunu, ancak Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin görüşmelere direk, bütün
haklara sahibolarak katılmasıyla çözümlenebilir.
Gündemde
geniş yer verilen ekonomik gelişme ve uluslararası ticaret konularına kısaca
değineceğiz. İçinde bulunduğumuz 1964 yılında, Cenevre Konferansı’nda,
uluslararası ilişkilerin bu yönüyle ilgili pekçok sorun ele alındı. Temsilciler
heyetimizin görüş ve varsayımları, ne yazık ki, ekonomik anlamda bağımlı
ülkeler açısından gerçekleşmiştir.
Küba’yla
ilgili olarak, sadece şunu belirtmek isteriz: Amerika Birleşik Devletleri,
Cenevre konferansı’nda ortaya konulan yükümlülükleri yerine getirmediği gibi,
Küba’ya ilaç satışını da yasaklamıştır. Böylece, Birleşik Devletlerin, Küba
halkına karşı uyguladığı ablukanın saldırgan niteliğini gizlemek için taktığı
insancıllık maskesi düşmüştür.
Ayrıca,
sömürgecilikten miras kalan ve halkların gelişimini engelleyen kötülüklerin
kökeninin, yalnızca politik ilişkiler olmadığını da belirtmek isteriz. Ticaret
koşullarının bozulması, hammadde üreten ülkelerle, pazarı egemenliği altında
tutan ve sözde değerlerin, hayal ürünü bir adaleti gerçekleştiren sanayileşmiş
ülkeler arasındaki aslı da eşit olmayan mübadelenin sonucundan başka birşey
değildir.
Sömürge
ülkeler, kendilerini kapitalist pazarların kölesi olmaktan kurtarıp sosyalist
bir blok haline gelip, sömürenlerle sömürülenler arasındaki ilişkileri baştan
düzenlemedikçe, sağlam bir ekonomik gelişme sağlanmak mümkün değildir. Bazı
durumlarda, gerileme olabilir, bunun dönemlerde, yoksul ülkelerin
emperyalistlerin ve sömürgecilerin siyasi egemenliği altına girmesi
kaçınılmazdır.
Son
olarak, sayın delegeler, Karayibler bölgesinde, özellikle Nicaragua
kıyılarında, Costa Rica’da, Panama Kanalı bölgesinde, Puerto Rico’ya ait
Vieques Adaları’nda ve Florida’da, belki de Amerika Birleşik Devletleri
topraklarında, hatta Honduras’ta bile Küba’ya saldırmak üzere hazırlıklar
yapıldığını bildirmeliyiz. Bu bölgelerde Kübalı paralı askerlerle beraber başka
uluslardan askerler de eğitim alıyor. Bu askeri tatbikatların barışa hizmet
etmek için yapılmadığı açıktır.
Bu
büyük bir rezaletin ortaya çıkmasından sonra, Costa Rica hükümeti, ülkedeki
Kübalı sığınmacılara ait askeri eğitim kamplarının kapatılmasını emretmiştir.
Bunun samimi bir hareket mi, yoksa eğitim gören paralı askerlerin bazı
hazırlıklara girişmeleri nedeniyle alınan bir önlem mi olduğu bilmiyor. Uzun
zaman önce kamuoyuna duyurduğumuz saldırı üslerinin varlığının artık kabul edileceğini
umuyor, paralı askerlerin Küba’ya saldırmak üzere eğitim görmesine izin veren
ve kolaylıklar sağlayan hükümetlerin taşıdığı uluslararası sorumluluğun tüm
dünya kamuoyu tarafından ciddi biçimde düşünülmesini istiyoruz.
Birleşik
Devletler gazetelerince Karayiblerin çeşitli bölgelerinde paralı askerlerin
eğitim yapması ve ABD hükümetinin bu tür eylemlere katılmasıyla ilgili
haberlerin, tamamıyla normal olaylarmış gibi okuyuculara sunulması
düşündürücüdür. Latin Amerika’da da bu durumu protesto etmek için hiçbir ses
yükselmiş değil. Böylece, Birleşik Devletler, rahatlıkla bölgeye müdahale
edebiliyor.
Devletleri
Örgütü üyesi dışişleri bakanları, Venezuela’da ele geçirilen yankee
silahlarının üzerinde Küba amblemi bulunmasını “çürütülemez” bir kanıt
sayıyorlar ama, Birleşik Devletler’in açıktan bir saldırıya hazırlanmasını
görmezlikten geliyorlar. Hatta, Playa Giron’da Küba’ya karşı yapılan saldırıyı
düzenlediğini kamuoyuna açıklayan Başkan Kennedy’nin sesini de duymuyorlar.
Bazı
durumlarda, Latin Amerika ülkelerindeki egemen sınıfların gözlerini,
devrimimize karşı duyduğu kin bürümüş oluyor. Bazı durumlardaysa, yasadışı
yollardan kazanılan servetlerin parıltısı gözlerini kamaştırıyor.
Bildiğiniz
gibi, Karayibler Krizi adıyla bilinen uluslar arası krizden sonra, Amerika
Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği ile bazı silahların sınırlandırılmasını
öngören bir anlaşma imzaladı. Ancak, Birleşik Devletlerin saldırganlığını
arttırması, Playa Giron’da paralı askerlerin saldırısı ve ülkemizi işgal
girişimi, bizi Küba’da savunma amacıyla bazı silahlar bulundurmaya zorluyor.
Üstelik,
Birleşik Devletler, ülkemizin Birleşmiş Milletler tarafından denetlenmesini
istemiştir. Küba, Birleşik Devletlerin ya da başka herhangi bir gücün,
topraklarda bulunduracağımız silahları denetlemeye hak sahibi olduğunu kabul
etmemektedir.
Biz
sadece her iki tarafa eşit haklar tanıyan iki taraflı anlaşmalara saygı
göstermeye kararlıyız. Fidel Castro’nun dediği gibi: “Egemenlik kavramı,
ulusların ve bağımsız halkların hakkı olarak varoldukça, halkımızın bu haktan
yoksun kalmasını kabul etmeyeceğiz. Dünya’da bu ilkeler hüküm sürdükçe, dünya
tüm halklar tarafından tanınan ve kabul edilen bu kavramlara göre yönetildiği
sürece, bu hakların birinden dahi bizi yoksun etme girişimlerine yanaşmayacağız,
bu hakların hiçbirinden vazgeçmeyeceğiz.”
Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri Thant, bize hak vermiştir. Buna karşın, Amerika
Birleşik Devletleri hala keyfi ve yasadışı ayrıcalıklar peşinde. Hangi küçük
ülke olursa olsun, gidip hava sahasına girmek istiyor. Ülkemizin göklerinde
U-2’ler ve diğer başka casus uçakların uçtuğunu daha sık görüyoruz. Bunlar
hiçbir ceza almaksızın hava sahamızı giriyorlar. Bu uçakların hava sahamıza
girmemesi için, Guantanamo bölgesinde devriye botlarımıza, karasularımızdaki
gemilerimize ve başka bandıralı gemilere karşı Amerika Birleşik Devletleri
donanmasının saldırılarının durması için, adamıza casusların, sabotajcıların
sızması, her türden silah sokulması son bulsun diye defalarda uyardık.
Sosyalizmi
kurmak istiyoruz. Barış uğruna mücadele edenleri desteklediğimizi daha önce
belirttik. Marksist-Leninist olmakla birlikte, bağlantısız ülkeler grubundan
olduğumuzu bildirdik, çünkü bağlantısız ülkeler, tıpkı bizim gibi emperyalizme
karşı mücadele içinde. Halkımız için daha iyi bir hayat sağlamak amacındayız.
Bu nedenle, yankee provokasyonlarından kendimizi korumaya çalışıyoruz. Amerika
Birleşik Devletleri’ni yönetenlerin yapısını biliyoruz. Barışı bize çok
pahalıya ödetmeyi amaçlıyorlar. Cevabımız, hiçbir bedelin onurumuzdan daha
yüksek olamayacağıdır.
Küba,
ihtiyaç duyduğu silahları topraklarında bulunduracağını, dünyada ne kadar büyük
olursa olsun, topraklarımıza, karasularımıza ve hava sahalarımıza girmeye hakkı
olmadığını yeniden herkese duyurmak ister.
Eğer
Küba, ortak nitelikte bir yükümlülüğü üzerine alırsa, buna sadakatle uyacak,
ama o güne dek, tüm diğer uluslar gibi haklarını koruyacaktır. Emperyalizmin
istekleri karşısında, Başbakanımız Karayiblerde barışın sürdürülmesi için
gerekli şu beş noktayı belirtmiştir:
1.
Ekonomik ablukanın ve Birleşik Devletler’in dünya çapında, ülkemize uyguladığı
ekonomik ve ticari baskıların kalkması.
2.
Birleşik Devletler ve suç ortağı diğer ülkelerin her türlü yasadışı
eylemlerine, hava ve deniz yoluyla ülkeye silah ve cephane sokulmasına, paralı
askerlere yaptırılacak işgal operasyonlarının hazırlanmasına, casus ve
sabotajcıların ülkeye gönderilmesinin durdurulması.
3.
Birleşik Devletler ve Puerto-Rico’daki üslerden yapılan saldırıların
durdurulması.
4.
Hava sahamıza ve karasularımıza Birleşik Devletler donanmasına ya da hava
filosuna ait savaş gemilerinin ve askeri uçakların girmesinin önlenmesi.
5.
Gıtantaııamo Deniz Üssü’nün kaldırılması ve ABD’nin işgali altındaki kara
parçasının Küba’ya iade edilmesi.
Bu
temel noktaların hiçbiri kabul edilmedi. Askeri güçlerimiz hâlâ Guantanamo
Deniz Üssü’nden yapılan saldırılara hedefinde. Bu üs bir karargah konumundadır.
Katiller ülkemize buradan saldırılmıştır. Uğradığımız provokasyonları saymaya
süremiz yetmeyecektir. Yalnızca bir sayı vermekle yetinelim. İçinde
bulunduğumuz Aralık ayının ilk günlerini de sayarsak, 1964 yılında toplam 1323
provokasyona uğradık. Bunlar arasından, önemsiz olanlar sınır ihlali, ABD
işgali altındaki topraklardan çeşitli maddelerin fırlatılması, ABD
personelinden erkek ve kadınların teşhirci hareketleri, sözlü saldırılar ve
benzeri davranışlardır. Daha önemli olanlar arasında, küçük kalibreli
silahlarla ateş açılması, topraklarımıza silah sokulmasını, ulusal bayrağımıza
saygısızlık edilmesini sayabiliriz. Çok ağır provokasyonlarsa Küba tarafında
yangın çıkartmak amacıyla sınırın ötesinde sabotaj yapmak, askerlerimize ateş
açılmasıdır. Bu yıl 78 kez ateş edildi. Kuzey sınırından 3,5 km uzaklıktaki ABD
karakollarından açılan ateşle Ramon Lopez Pena adlı bir Kübalı er öldürüldü. Bu
provokatif hareket 19 Temmuz 1964 günü saat 19.07’de meydana geldi..
Başbakanımız, 26 Temmuz’da bu gibi hareketlerin tekrarı halinde, birliklerimize
saldırılara karşılık verme emri verileceğini açıkladı. Aynı zamanda, ileri
noktalardaki Küba birlikleri sınır çizgisinden uzaklaşma ve gerekli mevziyi
inşa etme emri aldı.
340
günde 1323 kışkırtma hareketi, ortalama günde bir provokasyon demektir. Ancak
bizimki gibi disiplinli ve yüksek moralli bir ordu bu tür düşmanlıklara
soğukkanlılığını yitirmeden karşı koyabilir.
47
ülkenin katılmasıyla Kahire’de toplanan İkinci Bağlantısız Ülkeler Devlet ve
Hükümet Başkanları Konferansı’nda oybirliğiyle şu anlaşmaya kabul edildi:
“Yabancı
askeri üslerin, uluslar üzerinde bir baskı aracına dönüştüğünü, halkların
kurtuluşunu ve kendi öz ideolojik, politik, ekonomik ve kültürel temelleri
üzerinde gelişimlerini engellediğini endişeyle göreni konferansımız,
topraklarından yabancı üslerin kaldırılması için mücadele veren ülkeleri desteklediğini
açıklamak ister ve tüm devletlere, başka ülkelerde bulunan askeri birlikleri
geri çekmeleri, derhal üslerini kapatmaları için çağrıda bulunmayı görev bilir.
Konferansımız,
Amerika Birleşik Devletleri’nin Küba halkının ve hükümetinin kararlarına karşı
gelerek ve Belgrad Konferansı Bildirisi hükümlerine aykırı olarak Guantanamo’da
(Küba’da) askeri deniz üssü bulundurmasını Küba’nın egemenliğine ve toprak
bütünlüğüne saldırı sayar.
Küba
hükümetinin Guantanamo Deniz Üssü’nde Amerika Birleşik Devletleri ile eşit
haklara sahip olmak koşuluyla çözümü onayladığını gözönüne alan Konferansımız,
Birleşik Devletler’in askeri üssü kaldırmak için Küba Hükümetiyle görüşmelere
başlamasını talebeder.”
Amerika
Birleşik Devletleri, Kahire Konferansı’nın bu isteğini karşılıksız bıraktı.
Amacı, bu bölgeyi, saldırıları sürdürmek için sonsuza dek elinde bulundurmaktı.
Halkların
“Birleşik Devletler Sömürgeler Bakanlığı” adını taktığı Amerika Devletleri
Örgütü, bizi saflarından çıkardıktan sonra “enerjik biçimde” suçlamış, üyelerine
Küba ile diplomatik ve ticari ilişkileri çağrısını yapmıştır. Amerika
Devletleri Örgütü, ne zaman ve, hangi sebeple olursa olsun ülkemize yapılan
saldırıları onaylamış, böylece en temel uluslararası yasaları çiğnemiş,
Birleşmiş Milletleri hiçe saymıştır. Uruguvay, Bo-livya, Şili ve Meksika bu
önlemlere karşı oy kullandılar. Meksika hükümeti bu önlemlere uymayı
reddetmiştir. O zamandan bu yana, Latin Amerika’da sadece Meksika ile
ilişkilerimizi devam edebildi. Bu sayede, emperyalizmin saldırıları için
gerekli koşullardan biri daha gerçekleşti.
Latin
Amerika ile yakınlığımızın, bizi birleştiren tarihi ve kültürel bağlara
dayandığını bir kez daha belirtmek isteriz. Konuştuğumuz dilin, kültürümüzün ve
geçmişteki efendimizin ortak oluşu bizi ayrılmaz kılıyor. Latin Amerika’nın,
ABD boyunduruğundan kurtulmasını, istememiz bu sebeptendir. Burada temsilcileri
bulunan Latin Amerika ülkelerinden herhangi biri Küba ile ilişki kurmaya karar
verirse, eşitlik temeline dayanması koşuluyla bunu sevinçle kabul ederiz.
Küba’yı özgür bir ülke olarak tanımak bize lütufta bulunmak değildir. Küba’nın
özgürlüğünü, kurtuluş mücadelesi verdiğimiz günlerinde kanımız ve canımız
pahasına elde ettik. Özgürlüğü, Yankee emperyalizmine karşı kanımız ve canımız
pahasına savunduk.
Başka
ülkelerin iç işlerine karıştığımız yolundaki suçlamalarını reddetmekle
birlikte, özgürlükleri için savaş veren halklarla olan dayanışmamızı inkar
etmeyiz. Dünya kamuoyu önünde, Birleşmiş Milletler Anlaşmasında bahsi geçen
egemenlik haklarına kavuşmak için mücadele veren halkları, dünyanın neresinde
olursa olsunlar desteklediğimizi açıklamayı halkımız ve hükümetimiz adına borç
biliriz.
Birleşik
Devletler, ise ülkelerin içişlerine açıktan açığa karışmaktan rahatsızlık
duymaz. Tarih boyunca Latin Amerika’da, yaptıkları başka türlü açıklanamaz.
Küba da, XX.yy başlarından beri bu acı gerçeği yaşayarak gördü. Kolombiya,
Venezuela, Nikaragua, genellikle Orta Amerika, Meksika, Haiti, Santo-Domingo da
bu gerçeği biliyorlar.
Şu
son yıllarda, bizden başkaları da saldırıya uğradı. Panama’nın kanal bölgesinde
deniz erleri, savunmasız halkın üzerine soğukkanlılıkla ateş açtı. Santo
Domingo’da, Trujillo’nun öldürülmesinin ardından halkın isyan etmesini önlemek
için yankee donanması karasuları içine girdi, Kolombiya’da, Gaitan’in katlinden
sonra başgösteren ayaklanmanın hemen ardından başkenti ele geçirdi.*
Başka
ülkelerin içişlerine müdahaleler, askeri görevler görünümü altında yapılır.
Askeri görevliler, çeşitli ülkelerde bu amaçla yetiştirilen askeri güçleri
örgütleyerek, baskı ve Latin Amerika kıtasında son zamanlarda sık sık
tekrarlanan askeri darbe hareketlerine katılırlar.
O
Dominikalı diktatör Rafael Trujillo 30 Mayıs 1961 tarihinde öldürüldü. 1961
Kasımında, Trujillo’nun iki erkek kardeşinin Santo Domingo’ya dönmesiyle
başlayan halk ayaklanmasının büyümesiyle birlikte, Washington, Santo-Domingo
kıyılarına savaş gemilerini gönderdi. 1948 Nisanında, Kolombiya Liberal Parti
lider, Jörge E, Gaitan’ın katledilmesi üzerine Bogotazo diye anılan halk isyanı
başgösterdi.
Birleşik
Devletler’e bağlı askeri güçler, Venezuela, Kolombiya ve Guatemala’da
özgürlükleri için savaşan halklara baskı uyguladı. Venezuela’da, sadece orduya
ve polise danışmanlık yapmasıyla birlikte, ayaklanan geniş bölgelerdeki köylü
halka karşı uçakla katliam hareketine girişmişlerdir. Bu bölgelerde mevzilenen
yankee birlikleri, doğrudan doğruya müdahaleyi artıracak her türlü baskı
hareketine başvurmuşlardır.
Emperyalistler,
Latin Amerika halklarını ezmeye hazırlanıyor. Artık, uluslararası bir cinayet
örgütü gibi davranıyorlar. -Birleşik Devletler, sözüm ona özgür kuruluşları
savunmak için ülkelerin iç işlerine karışmaktadır. Bir gün mutlaka, bu Genel
Kurul daha olgun hale gelecek ve Amerika Birleşik Devletleri hükümetinden, bu
ülkede yaşayan siyah derili ve Latin Amerika kökenli insanların yaşama
güvencelerini isteyecektir. Bu insanların birçoğu doğuştan ABD vatandaşıdır ya
da sonradan yurttaşlığa kabul edilmişlerdir. Kendi çocuklarını öldürenler, ya
da derisinin renginden dolayı yurttaşlarını aşağı görenler, zencileri
öldürenleri serbest bırakanlar, böylelerini koruyanlar, üstelik de özgür
insanlar olarak yasal haklarını arayan siyah halkı cezalandıranlar kendilerini
özgürlüğün bekçileri sayabilirler mi? Bugün, Genel Kurulun, bütün bu olaylar
için açıklama isteyecek durumda olmadığını biliyoruz. Yine de, Birleşik
Devletler hükümetinin özgürlük abidesi olmadığı, sadece dünya halklarına ve
büyük ölçüde de kendi halkına karşı sömürü ve baskıyı sürdürmeyi amaçlayan bir
ülke olduğu apaçık bir şekilde söylenmelidir.
Küba’nın
ve Amerika Devletleri Örgütü’nün durumundan açıkça anlaşılmayacak bir dille
bahseden bazı delegelere cevap olarak Latin Amerika halklarının bu uşak ruhlu,
satılık hükümetlere ihanetlerinin hesabını birgün mutlaka soracağını açıkça
bildirmek isteriz.
Sayın
delegeler, kimseye zincirlerle bağlı olmayan, yabancı sermayeye bağımlılığına
son vermiş, siyasetine yön verecek prokonsüllerden arınmış, özgür ve egemen bir
devlet olan Küba, bu topluluğun karşısında başını dik tutarak konuşabilir ve
kendisine verilen “Latin Amerika’nın özgür toprağı” adına hak kazandığını
kanıtlayabilir.
Bizim
örneğimiz tüm Latin Amerika Kıtası’nda etkisini gösterecektir. Şimdiden
Guatemala’da, Kolombiya’da ve Venezuala’da etkimiz görülmüştür.
Artık
yalnız başına kalmış halklar sözkonusu değildir, önemsiz düşmanlar,
savsaklanabilecek güçler de var olamaz. İkinci Havana Bildirisi’nde
belirtildiği gibi:
Latin
Amerika ‘da güçsüz ülke yoktur. Bizler avın sefaleti çeken, aynı duygulan
paylaşan ortak düşmanlara sahibolan, aynı güzel geleceği özleyen ve dünyanın
tüm dürüst insanlarının desteğinden yararlanan ikiyüz milyon çocuklu bir
ailenin evlatlarıyız.
Bu
destan, acıyla dolu Latin Amerika topraklarında pek bol bulunan aç yerli halk
yığınları, topraksız köylüler, sömürülen işçiler, ilerici kitleler, dürüst ve
yetenekli aydınlar tarafından yazılacaktır. Emperyalizmin küçük gördüğü
halklarımız, kitle halinde mücadele ve düşüncelerle, bu destanı gerçeğe
dönüştüreceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Bugüne kadar küçümsenen,
önemsenmeyen halklarımız, artık emperyalistlerin uykularını bile kaçırmaktadır.
Bizi hep güçsüz ve uysal bir sürü olarak gören emperyalistler, şimdi ikiyüz
milyon Latin Amerikalının oluşturduğu dev sürü karşısında korkuya kapılmış, bu
dev kitle içinde, yankee tekelci kapitalizminin mezar kazıcılarını görmenin
endişesini yaşamaktadır.
Şimdi,
Latin Amerika Kıtası’nın her tarafında, intikam zamanının geldiğini gösteren
apaçık belirtiler ortaya çıkmıştır. Şimdi bu adsız kitle, bu rengarenk kıtanın
her yerinde aynı acılan, aynı hayal kırıklıklarını dile getiren şarkılan
söyleyen bu rengarenk Latin Amerika, yüzü gülmeyen, kaderine sessizce razı
olmak zorunda bırakılan bu Latin Amerika artık tarihini kendi yazmak istiyor.
Kendi tarihine geçmek, tarihini kanıyla yazmak, bu uğurda acı çekmek ve ölmek
istiyor.
Bugün
Latin Amerika’nın dağlarında ve ovalannda, yaylalarında ve vahşi ormanlarında,
ıssız köşelerinde büyük kentlerindeki trafik karmaşasının ortasında,
okyanuslarının ve nehirlerinin kıyısında, insanlar uyanıyor, kı kıpırdıyor.
Kendilerine ait olan ne varsa onun uğruna canını vermeye hazır, 500 yıldır
şunun bunun tarafından birer birer gasp edilen hakları yeniden almaya hazır,
kaygılı eller ileriye doğru uzanıyor. Şimdi, tarih Latin Amerika’da yaşayan
yoksullarını, tarihlerini kendileri yazmak kararındakileri, horlananları hesaba
katmak durumundadır. Onlar şimdi yolda, yayan, hergün, yüzlerce kilometrelik
bitmek tükenmek bilmeyen bir yürüyüşle yönetim “doruğuna” ulaşmaya, haklarını
elde etmeye doğru gidiyorlar.
Onlar
şimdi silahlı. Taşlarla, sopalarla, machetelerle, şu ya da bu yönde, hergün
topraklan işgal ediyor, kendilerinin olan toprağa daha da sarılıyor, onu
canları pahasına olsa dahi hiç korkmadan savunuyorlar. Onlar şimdi pankartlar,
bayraklar, sloganlar taşıyor, bunları dağların rüzgarında, ovalar boyunca
dalgalandırıyorlar. Adalet isteyen bu öfke dalgası, bastırılmış kinlerin,
ayaklar altına alınmış hakların bu kabaran dalgası, Latin Amerika
topraklarından yükselen bu devrim dalgası hiçbir zaman durmayacak, yenileri eklenerek
devam edecektir. Geçen her gün, bu dalga daha da büyüyecektir. Çünkü en büyük
sayıdan, her yönüyle çoğunluktan, emeğiyle zenginlikleri biriktirenlerden,
değerleri yaratanlardan, tarihin tekerleklerini döndürenlerden, uyutulduktan
sersemletici uzun uykudan artık uyananlardan oluşmaktadır.
Çünkü
bu büyük insan kitlesi “Yeter!” demiş ve yürüyüşe geçmiştir artık. Devlerin bu
yürüyüşü gerçek bağımsızlığa, uğruna birşey elde edemeden binlerce kez
öldükleri gerçek özgürlüğe kavuşmalarına dek duracağını beklemeyin. Bugün
ölenler, Playa Giron’daki Kübalılar gibi, biricik, gerçek, vazgeçilmez, asla
geri vermeyecekleri bağımsızlıktan uğruna öleceklerdir.
Tüm
bu olanlar, Sayın Delegeler, tüm kıtanın bu yeni iradesi, kitlelerimizin
mücadele kararlılığının dile getiriliş şekili olan, istilacının silahlı kolunu
felce uğratan çığlıkla özetlenebilir. Bu çığlık, tüm dünya halklarınca,
özellikle de Sovyetler Birliği’nin liderliğindeki sosyalist kamp ülkelerinde
anlaşılmış ve benimsenmiştir.
YA
ÖZGÜR VATAN, YA ÖLÜM!