Yetvart Danzikyan 14.01.2015
Hrant
Dink’in öldürülmesinin sekizinci, 1915’teki soykırımın da 100. yılındayız.
Pazartesi günü Hrant’ı anar ve adalet talebimizi yinelerken, 2015’te
olduğumuzun idraki ve tarifi zor ruh hali içinde olacağız. Ve bu bizi, ister
istemez kimi karşılaştırmalar yapmaya, süreklilikler aramaya götürecek.
Başlıktaki cümle de, sekiz yıldır adalet peşinde koşan Hrant’ın Arkadaşları’nın
bu yılki anma için seçtiği tema.
Beri
yandan, sadece tarih, yıldönümleri bizi buraya getirmiyor. Nasıl derler,
olayların akışı da bu iki meseleyi bir arada düşünmemize imkân tanıyor. Zira,
durum şöyle: Dink cinayeti davasında bir hareketlenme görebiliyoruz,
ayrıntılarına birazdan geleceğiz. Beri yandan hükümetin de 2015 için kimi
hazırlıkları olduğunu görebiliyor, olabileceğini de hesaba katıyoruz. Sadece
Türk Tarih Kurumu’nun yayın hazırlıklarından bahsetmiyorum; Dışişleri Bakanı
Mevlüt Çavuşoğlu’nun hafta içinde yaptığı iki açıklama, siyasi açıdan da kimi
açılımlar peşinde olduklarını gösterdi. Bunlardan ilki ve en dikkate değer olanı,
Gülen Cemaati ile ilgili sözleriydi. Anadolu Ajansı’na konuşan Çavuşoğlu,
“paralel yapının Ermeni meselesinde bile Türkiye’nin aleyhinde çalıştığını”
söyledi ve şöyle devam etti: “2015 olayları, diğer olaylar... Türkiye’nin
aleyhine ne kadar unsur varsa onlarla işbirliğine giriyorlar.” Çavuşoğlu,
“paralel yapının ABD’de Türkiye aleyhine kararlar alınması için yoğun çaba sarf
ettiğini, bu kişilerin bulundukları her yerde çok para da harcadıklarını” da
öne sürdü.
Valla,
paralel yapının ne yaptığını bilemem ama bu sözlerin arkasında yatan mantık
gayet açık. ABD’de yaşayan ve faaliyet gösteren Ermeni toplumunun 1915 ile
ilgili –muhtemel– taleplerini de ‘Paralel Yapı’ çuvalının içine atmak ve
böylece Türkiye’nin çizdiği hat dışında kalan görüşleri şu ana dek Cemaat için
tarif ettikleri her türlü komplonun içinde sunmak. Ayrıca şu ‘bile’ kelimesini
de gözden kaçırmayalım. Yani Ermeni meselesi öyle bir mesele ki, şu ana dek
yaptıklarıyla yetinmeyen Cemaat burada ‘bile’ faaliyet gösteriyor. Düşmanı
düşmanla birleştir, cepheyi genişlet taktiği, bildiğimiz. Bu, hükümetin 1915
konusunda nasıl bir çizgide olduğu konusunda önemli ipuçları sunuyor. Ve
elbette, mesele 24 Nisan ise, yeni devletin, eski devlet formatına dönmekte,
gerekli görüyorsa hiç tereddüt etmeyeceğini, tek meselenin buna sadece yeni bir
şekil şemal bulmak olduğunu gösteriyor.
Eski
devlet demişken, yine Çavuşoğlu’nun sözleriyle devam edelim. İşçi Partisi Genel
Başkanı Doğu Perinçek, Ermeni Soykırımı’nı İsviçre’de inkâr ettiği için mahkûm
olmuş, dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Daire’ye taşınmıştı. 28
Ocak’ta duruşma var. Ancak Perinçek’in Ergenekon Davası nedeniyle yurtdışına
çıkış yasağı bulunuyor. Bu konuda da şunları söyledi Çavuşoğlu: “(Doğu
Perinçek’in) Mahkemeye katılmasını ben de arzu ediyorum. Bunu kendisine de
telefon görüşmesinde söyledim. Bu konuda mahkemenin karar vermesi lazım. Süreç
şu an Yargıtay'da ve Yargıtay'ın karar vermesi lazım. Biz Türkiye olarak bu
davaya tarafız, tezlerimizi en iyi şekilde savunuyoruz. Davanın muhatabı olan
Perinçek’in de davaya katılması lazım ama kararı mahkeme verecek.”
Perinçek
katılsın elbette duruşmaya, mesele bu değil. Ancak görüldüğü üzere, konu 1915
olunca eski dostlar pekâlâ düşman olabilirken, eski düşmanlar da gayet dost
olabiliyor. Gerek tarihe bakış, gerek günümüz siyaseti açısından gayet
açıklayıcı bir yerde duruyor Çavuşoğlu’nun sözleri.
Dink
cinayeti davasına gelirsek... Son hafta önemli bir gelişme oldu; cinayet
sonrasında Erhan Tuncel’le yaptığı telefon görüşmesinden bildiğimiz polis memuru
Muhittin Zenit ve yine o dönem Trabzon Emniyet Müdürlüğü’nde komiser olan Özkan
Mumcu tutuklandı. Böylece cinayetle ilgili olarak ilk kez kamu görevlileri
tutuklanmış oluyor. Önemli bir gelişmedir. 2007’de tutuklanması, en azından çok
ciddi bir sorgudan geçirilmesi, yargı önüne çıkarılması gereken polisler, sekiz
sene sonra da olsa tutuklanıyorsa, bu elbette önemlidir. Bekleyip,
soruşturmanın nereye gittiğini, perde arkasındaki diğer isimlerin de yargı
önüne çıkarılıp çıkarılmayacağını, avukatların ve davayı takip edenlerin talep
ettiği 24 kamu görevlisinin ne şekilde sorgulanacağını görmek gerek.
Beri
yandan da, bu gelişmelerin de hükümet-Cemaat kavgası sayesinde cereyan ettiğini
tahmin etmek, görmek zor değil. Davanın bu kavga sonrasında hızlandığını görebiliyoruz.
Cemaat’in bu meselede dahli olduğu ayan beyan ortadadır, ancak tablo bundan
ibaret değildir. Şüphe, davanın, soruşturmanın bu kavgaya, iktidar içi
vuruşmaya kurban edilmesi ya da bu vuruşmada bir ‘araç’ olarak kullanılmasıdır.
Ancak şu olup bitenlere baktığımızda görüyoruz ki, sadece dava değil, 1915’te
olanlar bile iktidar içi vuruşmalara alet olabilir, buralarda kullanılabilir.
Bu tablo umutsuzluk yaratıyor.
Hükümet
1915 konusunda ne düşünüyorsa onu söylesin, ne adım atacaksa atsın. Eleştiririz,
beğeniriz, bunlar başka şeyler. Ama ölen yüzbinlerce insan, hele bir de aradan
100 yıl geçmişken, böyle bir iktidar çekişmesinin ortasında kalıyorsa,
kalacaksa, bu pek utandırıcı olur.
Velhasıl,
içinde bulunduğumuz 2015 yılı hem dava, hem de soykırım bahislerinde kimi
gelişmelere gebe. Bunların ne şekilde cereyan edeceğini bilmiyoruz ama elimizde
yukarıda saydığım türden bazı ipuçları var. Ve tam da bu yüzden, ihtiyacımız
olan, esaslı bir yüzleşme. Hem Hrant Dink’i hedef haline getiren, onu suçlu bulan,
mahkemelerde onu tehdit eden, davanın gidişatına müdahale eden, azmettiricileri
örgütleyen yapıyla, yapılarla, özetle Hrant Dink’i öldüren devlet içindeki
mutabakatla yüzleşmek; hem de 100 yıl önce bu topraklarda olanla, 1915 yılında
ve sonrasında sahneye konan kötülüğün ne tür bir mutabakatla icra edildiği ve
100 yıl boyunca ne tür bir mutabakatla inkâr edildiği, üzerinin örtüldüğüyle.
Artık başlasak iyi olur.
No comments:
Post a Comment