Burak
Özgüner
İstanbul
- BİA Haber Merkezi
16 Ocak 2015, CumaBaşlarına geleceklerden habersiz olarak, sokaklarda her türlü şiddete maruz kalan, bir lokma ekmek için yaşam savaşı veren hayvanlar, yeni ancak “modern” bir Hayırsızada vak'ası ile karşı karşıya kalacak.
Sarıyer
Kısırkaya’da 20 bin köpek kapasitelik dev bir hayvan “bakımevi” yapıldığını, 10
Ocak 2014’te, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun basına verdiği
demeçten öğrendim. Bakan Eroğlu, “hayvanlar kimliklendirilecek”, “sahipsiz
hayvan olmayacak”, “artık sokakta hayvan kalmayacak”, “öncelikli olarak şimdi
köpekler toplanacak, sonra kediler” diyerek, yüzyıllardır sokakları bizlerle
paylaşan ve sokaklarda yaşam savaşı veren kent hayvanlarının tecrit
edileceğinin müjdesini (!) veriyordu. Toplama kampı yüzünden İBB ile davalık
olduk.
Bu toplama
kampından haberdar olduktan sonra, inşaat alanına gidip yerinde görmeye karar
verdim. Kısırkaya’nın köy meydanına geldiğimizde, hemen karşımızda bulunan ve
720 hektar gibi çok büyük bir alana yayılmış olan, Kısırkaya Plajı’nın hemen
yanına konumlandırılmış dev bir toplama kampının inşa edildiğini gördüm,
kesinlikle Auschwitz’i andırıyordu.
Tesisi
görür görmez, orada neler olup biteceğini hayal ettim ve tesisin çok kısa bir
zaman içerisinde açılışının yapılacağını bizzat Bakan Eroğlu’nun ağzından
duyduğum için “modern” bir tecrit alanı haline gelecek bu tesisin durdurulması
için bir şeyler yapmaya karar verdim. Trilyonluk bütçeli olan bir projenin
iptal edilmeyeceğini bile bile, bu ülkede hukuka, adalete inanmayan birisi
olarak... Bu devasa “hapishane”nin inşasının başlangıcındaki niyet teşhir
edilmeliydi, öte yandan söz konusu tesisin hayvanlara getireceği felaket
konusunda kamuoyu bilgilendirilmeli, toplumsal bir tepki oluşturulmalı ve de
inşaatın yürütmesinin durdurulması, iptali konusunda tüm iç hukuk yolları
tüketilmeliydi. Kendi adıma, bu toplama kampının durdurulması için elimden
gelen her şeyi yaptığımı düşünüyorum. Şu anda ise inşaat hemen hemen bitmiş durumda...
Hayvan
Haklarını Koruma ve Geliştirme Derneği adına, söz konusu tesisin yürütmesinin
durdurulması ve iptali için Bölge İdare Mahkemesi’ne başvurduk ve İstanbul 6.
İdare Mahkemesi’nde şu anda görülmekte olan bir dava var. Arazi ve bölge
koşulları hakkında hiçbir teknik bilgisi olmayan mahkeme, İBB’nin savunmasını
aldıktan sonra, bilirkişi heyeti dahi tayin etmeden, yürütmeyi durdurma talebim
için ret kararı verdi. Tüm mevzuat hükümleri, alenen yürütmeyi durdurma kararı
verilmesini gerektiriyorken mahkeme bunu görmezden geldi. Ayrıca İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı da Kamu Görevlileri Etik Kurulu’na
şikâyet ettik. Ettik ancak geçtiğimiz günlerde bu şikâyetimizin akıbeti
hakkında bilgi almak istememiz üzerine, ilgili kurum tarafından kendilerine
böyle bir şikâyetin yapılmadığı tarafımıza bildirildi.
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Veteriner Hizmetleri Müdürü Muhammet Nuri Coşkun ile, İBB
barınaklarındaki sorunlar hakkında görüşmeye gittiğimizde, söz döndü dolaştı ve
Kısırkaya toplama kampına geldi. Kendisi, açmış olduğum dava neticelendiğinde,
kısa bir zaman içerisinde söz konusu tesisin açılışının yapılacağını söyledi ve
bu merkezde hayvanlara ne gibi hizmetler verileceği hakkında bilgi verdi. Müdür
Bey’in iyi niyetini sorgulamayacağım ancak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
tüm yerel yönetim dönemlerinde, sokak hayvanına bakış açısını bilmeyen yoktur.
Hayvan hakları savunucuları olarak, gerek 2004 senesinde yasalaşan Hayvanları
Koruma Kanunu öncesinde gerekse kanun sonrasında, İBB’ye karşı sokak hayvanları
için verdiğimiz mücadele hiç de yok sayılabilecek gibi değil. Ormanlara toplu
köpek atmalar, sürgünler, sistematik hak ihlâlleri, kısırlaştırma adı altında
soykırım, toplu ölümler, barınakların içler acısı hâli, toplama ekiplerinin, barınak
personelinin hayvan haklarına ve mevzuata aykırı davranışları... Saymakla
bitmez. İBB’ye ait Hasdal Barınağı’nda ise bir gecede 70’e yakın yavru köpeğin
sadece bir şüphe uğruna boğazlanmasını da unutmadık, unutamadık!
İstanbul
genelindeki İBB “bakımevleri”ni, yani barınaklarını incelediğimizde, kamuoyunda
hâkim olan algının aksine, bu tesislerin hayvanlar için lüks bir pansiyon
olmadığını kolaylıkla görebiliriz. İBB, 200 köpek kapasitelik barınağında dahi,
barınağa kapatılan ya da kısırlaştırmak için sırasını bekleyen hayvanların
takibini yapamazken, sayıları binlerle ifade edilecek hayvanların takibini
nasıl yapacak? En başta aklıma takılan soru bu... Bu dev toplama kampında görev
yapacak personelin, hiçbirisinin bir barınak gönüllüsü gibi hayvanlara duyarlı
bir yaklaşımla yaklaşamayacağı, barınakların genelde işçiler için sürgün yeri
olması dolayısıyla “iş” olarak görülen hayvan bakımının, temizliğin ve hijyenin
gerektiği gibi yerine getirilemeyeceği de ortada. Kent yaşamından koparılan,
insanlarla sosyalleşmiş ve yıllardır bu şekilde yaşayan binlerce köpekten
bahsediyoruz. Ve İBB’nin şu anda işlettiği birçok barınak kapatılarak, bu
tesislerdeki hayvanlar Kısırkaya’ya nakledilecek. Yıllardır mahkemelik durumda
olan ve metan gazı depolama sahası içinde ve yüksek gerilim hatlarının altında
bulunan Hasdal Barınağı da Kısırkaya’ya nakledilecekmiş. Hasdal’ın şu anki
faaliyeti de zaten mevzuata uygun değil, İl Orman ve Su İşleri Müdürlüğü,
mevzuattaki barınak kriterlerine göre Hasdal’ı sözde denetliyor...
Geçtiğimiz
sene, 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun değiştirilmesine dair kanun
tasarısı meclisteki ihtisas komisyonu olan TBMM Çevre Komisyonu’nda
görüşülürken, toplantılarda gözlemci ve temsilci olarak bulunan hayvan hakları
savunucuları ve aktivistler olarak ciddi efor sarfettik. Orman ve Su İşleri
Bakanlığı tarafından hazırlanılarak Başbakanlığa sunulan yasa tasarısında yer
alan “doğal yaşam parkları” diye anılan toplama kamplarının kurulması
düşüncesi, hepimizi oldukça tedirgin etmişti. “Doğal yaşam parkı” tartışmaları
yaşanırken, Bakan Eroğlu, İstanbul’un her iki yakasında, Kocaeli ve Trabzon’da
pilot uygulama olarak örnek bakımevleri açılacağını duyurdu. Bu tedirginlik,
yerini büyük bir tepkiye bıraktı ve hayvanlardan yana saf tutan onbinlerce insan
sokağa döküldü. Bu yoğun tepki karşısında, Bakanlık tasarısındaki “doğal yaşam
parkı” ibaresi kaldırıldı. Zaten bu tesislerin, tasarıda tanımı dahi
yapılmamıştı; toplama kamplarının nerede, ne şekilde inşa edileceğine dair en
ufak bir hüküm dahi bulunmuyordu.
“Doğal
yaşam parkı” ifadesi tasarıdan çıkarılmıştı ancak fiilen inşaatlar devam
ediyordu. Yani Bakanlığın attığı adım hiçbir işe yaramadı, fikir neyse zikir de
o oldu: Yakında dev toplama kamplarının açılışı yapılacak, sokak hayanlarının
kent yaşamından, gözlerden ırak bir şekilde tecrit edileceği bir döneme girmiş
olacağız. TBMM Çevre Komisyonu toplantılarının birinde, AKP Adıyaman
Milletvekili Mehmet Metiner’in sokak hayvanlarının besleme odaklarında
toplanması yönünde verdiği ve komisyonca kabul edilen, ancak daha sonraki
komisyon toplantısında yaşanan gerginlik sonucunda da tekrar müzakere edilip
farklı bir hâle bürünen ilgili tasarı maddesinden de anlaşılıyordu ki hükûmet
ve devlet, sokaklarda hayvan görmek istemiyordu. Zaten bu niyetlerini de alenen
ortaya koymuşlardı: Çevre Komisyonu Başkanı Erol Kaya da Orman ve Su İşleri
Bakanı Veysel Eroğlu da komisyonda çoğunlukta olan üye milletvekilleri de
sokakların hayvanlardan arındırılması gerektiğini defalarca dile getirmişti.
Milletvekilleri, “ne yani AB gibi biz de uyutalım mı, bunu mu istiyorsunuz, biz
barındıracağız, besleyeceğiz” diyerek üstü kapalı olarak bizleri tehdit
etmekten de kendilerini alıkoyamıyordu, ne de olsa erk sahibi onlardı, tüm
Türkiye’deki hayvanların kaderi bu muktedirlerin elindeydi...
Rant ve
kentsel dönüşüm için kılıf hazırlandı
Tüm yasama
sürecini izlediğimde, hayvanlar üzerinde oynanan oyunun aslında, kentsel
dönüşüm ve son dönemde ciddi bir rant getiren inşaat sektörünün bir parçası
olduğunu ve endişelerimizin oldukça haklı olduğunu görüyorum. Süreci izleyecek
olduğumuzda,
* 25.06.2010
tarihinde değiştirilen 6831 sayılı Orman Kanunu’na eklenen “Savunma, ulaşım,
enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, altyapı, katı atık bertaraf
ve düzenli depolama tesislerinin; baraj, gölet, sokak hayvanları bakımevi ve
mezarlıkların; Devlete ait sağlık,
eğitim ve spor tesislerinin ve bunlarla
ilgili her türlü yer ve binanın Devlet
ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması
halinde, gerçek ve tüzel kişilere bedeli mukabilinde Çevre ve Orman Bakanlığınca
izin verilebilir. Devletçe yapılan ve/veya işletilenlerden bedel alınmaz.”
fıkrası, ormanların bakımevi olarak kullanılmasının önünü açmış oldu (Madde 17;
üçüncü fıkra). Sadece bakımevi olarak değil, birçok alanda ormanların
kullanılması mümkün kılındı. 18.04.2014’de Resmî Gazete’de yayımlanan Orman
Kanunu’nun 17/3 ve 18. Maddelerinin uygulama yönetmeliği de yine hayvan
bakımevinin yanında patlayıcı madde deposuna kadar birçok tesisin ormanlar
üzerinde yapılmasına izin veriyor.
* Orman
Kanunu’na paralel olarak, 16.05.2012’de, bugün Kentsel Dönüşüm Kanunu olarak
anılan, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki
Kanun kabul edildi. Bu kanun, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üzerinden,
Büyükşehir Belediyesi ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı gibi büyükşehir
alanının tümüne müdahele edecek birimleri yetkili kılarken, uygulama alanları
adı verilen alanların belirlenmesini ve Hazine’ye devredilmesini TOKİ
aracılığıyla gerçekleştirilmesini öngörüyor. 2012’den bu yana İstanbul’da 27
alan/ilçe afet riski altındaki alan ilan edilirken, bu alanların
“iyileştirilmesi”, “tasfiyesi”, “yenilenmesi” süreci sokak hayvanlarının
belediyeler eliyle zehirlenmesi,
toplatılması ve uzaklaştırılmasını da barındırıyor. Sarıyer,
Kısırkaya’da inşası devam eden tesisle de, belirlenen bu afet alanlarından
toplatılan, zorla yerinden edilmiş on binlerce köpeğin şehirden uzak bir alanda
toplanması öngörülüyor. Böylece, TOKİ’ye ve İdare’ye bedelsiz olarak
devredilmesi planan büyük bir arazide, 100 köpekli barınakların bile denetim
sorununa çözüm üretemeyen yerel yönetimler devreden çıkarılarak, İBB eliyle
işletilen, bütün şehir alanındaki hayvan toplamaların hızlandırılması, ulaşımı
ve denetimi imkânsız bir itlaf merkezinin işler hale getirilmesi planlanıyor.
*
31.05.2012’de Resmi Gazete’de yayımlanan Afet Yasası Kanunu 3. maddesinin 6.
fıkrası da Kısırkaya toplama kampının arazi seçimi ve tahsis sürecindeki
mevzuata aykırı uygulamalarının birkaç yıl öncesinden yasal olarak önünün
açıldığını gösteriyor. Söz konusu
fıkrada, 25.02.1998 tarihli 4342 sayılı
Mera Kanunu’nun 14. maddesinin 1. fıkrasının g bendindeki alanlar, yani doğal
afet bölgelerinde yerleşim yeri için ihtiyaç duyulan alanların, ek gerekçe
gösterilmeksizin Bakanlık kararıyla Hazine’ye aktarılabileceği; tahsis
amaçlarının herhangi bir denetim ya da kısıtlamaya tabi tutulmaksızın
değiştirileileceği açıkça belirtiliyor. Dolayısıyla, tahsis amacındaki
değişikliği esnek kılarak arazinin bundan sonraki kullanım amaçlarının da
değişebileceğini, örneğin bu arazinin hayvan itlaf tesisi olarak kullanılmasını
ve hatta tüm hayvanların yok edildikten sonra bambaşka bir tahsis amacıyla
TOKİ’ye devredilmesini de yasal hale getirmiş oluyor.
*
Kısırkaya’daki toplama kampının inşa edildiği alan ve yanıbaşındaki plaj,
doğrudan afet alanı olarak ilan edilmiş değil. Ancak arazinin dahil olduğu
geniş ormanlık alanın imara açılmış olması ve Kısırkaya Köyü’nün en yakınındaki
mahallî yerleşim olan Çamlıtepe (Derbent) mahallesinin Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın 17.12.2012 tarihli ve 2200 sayılı yazısıyla “gerigörünüm ve
etkilenme bölgesi sınırları içerisinde” dahil edilmesi, Kısırkaya hayvan
toplama kampının inşasının, kuzeyde Kısırkaya Plajı’ndan başlayarak, Belgrad
Ormanları’nın büyük kısmını içine alan ve Sarıyer merkeze doğru genişleyen,
uluslararası sermaye, yatırım ve inşaat ihaleleriyle büyüyen ve bölgede
yoğunlaşan sermaye birikiminden ayrı düşünülemeyeceğini bir kez daha
gösteriyor.
* Bu ayın
sonunda TBMM’ye gelmesi beklenen torba yasa içinde; İmar Kanunu, Yapı Denetimi
Hakkında Kanun, İskân Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu,
Çevre Kanunu, Kat Mülkiyeti Kanunu, Belediye Kanunu, Belediye Gelirleri Kanunu
ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu’nda değişiklik öngörülüyor.
Torba yasada yer alan “3194 sayılı İmar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmündeki Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile
ilgili olarak, Mimarlar Odası “yönetimde merkezileşmeye yol açarak ve yerel
yönetimlerin yerinden yönetim yetkilerini kısıtlayacak, kamusal alanlarda
yapılaşmanın önünü açacak, mesleki hakların kısıtlanması yoluyla mesleki eğitim
alan uzmanların sunduğu nitelikli hizmetlerin topluma ulaşmasını engelleyecek,
kamusal hizmetleri özelleştirerek sermayeye rant ve kar sağlayacak koşulların
oluşumunun yasal altyapısını hazırlamaktadır” açıklamasında bulunuyor. Bu
kanunî düzenlemelerin Kısırkaya toplama kampı gibi alanlara da etki edeceği
oldukça belli.
*
10.09.2014 tarihinde değiştirilen 4342 sayılı Mera Kanunu’na da “Bakanlar
Kurulunca kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilen yerlerin,
ilgili müdürlüğün talebi, komisyonun ve defterdarlığın uygun görüşü üzerine,
valilikçe tahsis amacı değiştirilebilir” bendi eklendi (Madde 14/ı bendi).
Aniden torba yasa ile değiştirilen Mera Kanunu da meraların kentsel dönüşüm
projeleri kapsamında kullanılabilmesinin önünü açmış durumda. Kısırkaya toplama
kampının arazisi de statüsü değiştirilen bir mera... Arazinin bir kilometre
ilerisinde ise üçüncü köprü yol güzergâhı bulunuyor. Kısırkaya’ya komşu olan
Gümüşdere’deki mera ve tarım alanlarına da bazı sermaye gruplarının göz
diktiğini hepimiz biliyoruz.
* 2012
yılında ise Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca hazırlanılarak Başbakanlığa
sunulan, bizlerin tüm eleştiri, görüş ve önerilerine rağmen ısrarla tatmin
edici bir şekilde düzenlenmeyen Hayvanları Koruma Kanunu değişikliği tasarısı
da bakımevlerinin kurulmasını kolaylaştırıyor. Özellikle Orman Kanunu’nun ve
Mera Kanunu’nun değiştirilmesi, bu düzenlemelerden önce de ormanlık alanların madencilik
gibi endüstri kollarında, tarım vasfını kaybetmiş arazilerin de farklı
tasarruflarda kullanılmasının kanunen önünün açılması, yaban hayvanlarının
yaşam ortamları, yeşil alanlar ve tarım arazileri üzerinde ciddi bir tehdit
oluşturuyor.
Şu anda
TBMM Genel Kurulu gündeminde bulunan yasa tasarısında, hayvan bakımevi
izinlerinin belediyelerce verilmesi öngörülüyor. Malumunuz, Türkiye’de
belediyeler, sayısız usulsüz, ihtilaflı, hukuk dışı birçok projeye ruhsat
veriyor, adeta hayvanların doğal yaşam ortamlarını ve yaşam alanlarımızı inşaat
sektörüne peşkeş çekiyor. Son dönemdeki kanunî düzenlemelerle de hayvan
bakımevlerindeki hayvanlar, bu hırsın ve doyumsuzluğun kurbanı olacağa
benziyor; hayvan bakımevi kelimesi de bir kılıf olarak karşımıza çıkacak. Yine
aynı Bakanlığın tasarısında, tüm eleştirilerimize rağmen, hayvanat bahçelerinin
de kurulması teşvik ediliyor. Özel hayvanat bahçelerinin açılabilmesi için dahi
devletçe arazi tahsisi yapılabileceği öngörülüyor. Halbuki, mevcut hayvanat
“hapishaneleri”ndeki durum, hayvanlar açısından içler acısı... Hayvanları
birincil dereceden ilgilendiren yasama çalışmalarında dahi, hayvanların değil,
insanların, imtiyaz sahibi sermaye gruplarının çıkarları gözetiliyor. Mesela
İstanbul Tuzla’da 120 milyon 750 bin TL teklifle Bayraktar Kardeşler İnşaat
Taahhüt Ticaret A.Ş. tarafından inşası sürdürülen ve bünyesinde bir yunus
parkını da bulunduran dev marina projesinin arazi tahsisinin ne şekilde
yapıldığı ayrı bir merak konusu... Sözde, hükûmet yunus parklarının, kanun değişikliği
ile yasaklanacağını duyurmuştu bir de.
Tekrar
konumuza, Kısırkaya Sahipsiz Hayvan Geçici Bakımevi ve Bahçeli Yaşam Alanı’na
dönecek olursak; buranın çok kısa bir zaman içinde, tabelasında yazdığı gibi
bir bakımevi ve yaşam alanından ziyade kontrolden, denetimden uzak bir toplama
kampı, izolasyon alanı haline geleceğini düşünüyorum. Neden mi?..
100
köpeklik barınak kontrol edilemiyorken...
Yıllardan
beri, Türkiye barınaklarında, sokak hayvanlarına ne türden bir mezalim
yaşatıldığı ortada... 100 köpeklik bir barınakta dahi, hayvanlar aç kalıp bir
köşeye sinip kalabiliyor ve çoğunlukla hiçbir görevli tarafından fark
edilmiyor.
Yeterli ve
gerektiği gibi tedavi yapılmadığından, sağlık personelinin meslekî
deneyimsizliği, yetersizliği ve klinik imkânlar çok kısıtlı olduğundan salgın
hastalıklar nedeniyle birçok hayvan hayatını kaybediyor. Kısırlaştırılan
hayvanlar, buz gibi ıslak, beton zemine çuval gibi atılıyor. Mahallemizden
kaybolan bir köpeği aramak için İBB barınaklarını gezdiğim sırada, anesteziden
çıkmak için mücadele eden sokak köpeklerinin ölüme varabilecek kadar vahim
durumunu, bir İBB barınağındaki veteriner hekime bildirdiğimde, adam sıcak
ofisinden dışarı çıkma zahmetinde bile bulunmamıştı...
Ulaşım yok
İBB, her
ne kadar, Kısırkaya’nın hayvanlar için çok lüks bir merkez olacağını iddia
edip, tüm fizikî koşulların hayvanlar lehine oluşturulduğunu söylese de, bir
kere, söz konusu tesise ulaşım yok. Şehir merkezinden Kısırkaya Köyü’ne sefer
yapan otobüs, sizi köy meydanında indiriyor ve buradan İBB’nin toplama kampına
ancak çok uzun bir süre yürüyerek gidebiliyorsunuz. Özellikle çetin kış
koşulları düşünüldüğünde ulaşım neredeyse imkânsız.
Arazinin
su yoğunluğu oldukça fazla...
Toplama
kampının arazi seçimi yönetmeliğe aykırı...
Türkiye’de
hayvan bakımevlerinin ne şekilde tesis edileceği de Hayvanların Korunmasına
Dair Uygulama Yönetmeliği hükümleri dahilinde ve bakanlık genelgeleri ile
belirlenmiş durumda. İBB aleyhine, söz konusu tesisle ilgili açtığım davada da
bu yönetmelik hükümlerini hukukî dayanak olarak göstermiştim. Kısırkaya toplama
kampı, bu yönetmeliğin 22. maddesinde belirtilen koşulların neredeyse hiçbirini
karşılamıyor. Yönetmelik, bakımevi arazisinin su yoğunluğu fazla olan toprak
olmaması, çok yönlü rüzgâr almaması, denizden uzak olması ve dik yamaç üzerinde
olmaması gerektiğini söylese de sanki İBB, yönetmeliğin tam aksi yönünde bir
arazi seçmiş ve inşaata başlamış. Dev toplama kampı, Kısırkaya Plajı’nın hemen
yanında yer alıyor ve faaliyete geçtiği anda, zaten şu anda yıkılmış olan
Kısırkaya Plajı’nın kullanılmasına da imkân kalmayacak çünkü binlerce köpeğin
gürültüsü ve vücut artıklarından kaynaklanan koku, orayı kullanılamaz hâle
getirecek.
Sürekli
kayan toprak...
Emine
Erdoğan’ın ricacı olduğu iddiası...
Öte
yandan, T24 adlı haber sitesinde 31 Ağustos 2014 tarihinde yayınlanan bir
habere göre, Kısırkaya Plajı’nın yıkımında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine
Erdoğan’ın “ricası” olduğu iddia ediliyordu:
“Eski
Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine
Erdoğan’ın ricasıyla imara açtığı Sarıyer’deki Kısırkaya köyünde İstanbul
Büyükşehir Belediyesi (İBB), plajı ‘Hayvan barınağı yapılacak’ diye yıktı.
Ancak arazi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devredilirken bölgeye doğalgaz
hattının da çekildiği ortaya çıktı.
Bir tarafı
3. havalimanı, diğer yanı 3. köprü inşaatı ile çevrili Kısırkaya köyü
geçtiğimiz hafta, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın da
adının karıştığı bir yasal dinleme kaydıyla gündeme geldi. “
Neden
meclis kararı değil encümen kararı?
Ayrıca
İBB, arazi tahsisi ve bakımevi inşaatı konusundaki başvurularında kullanmak
için neden meclis kararı almadı da encümen kararı aldı?.. Bunu da sorgulamak
gerekiyor. Bir ya da birkaç sene sonra, yine başka bir encümen kararı alınarak
bu tesisin yıkılıp söz konusu arazinin bambaşka tasarruflarda
kullanılmayacağının garantisini kim verebilir? Tüm Kısırkaya halkının şiddetle
karşı çıktığı, Kısırkayalı çiftçilerin meranın statüsünün değiştirilmesini kesinlikle
istemediği İl Mera Komisyonu raporunda da açıkça belirtilmişken, hayvandan,
doğadan, yaşamdan yana saf tutan insanlar bu toplama kampına ve bölgede bitmek
bilmeyen rant projelerine ve bu projelerin etkilerine, olası sonuçlarına karşı
tepkilerini her fırsatta dile getiriyorken, daha açılmadan neye hizmet edeceği
belli olan bir ölüm kampı konusunda ısrarcı olmanın hiçbir iyi niyetli tarafı
yok.
Tüm bu
yasal düzenlemeler, Emine Erdoğan hakkındaki iddialar, İBB’nin arazi seçimi
konusundaki ısrarı, bizim gibi “sade” vatandaşın anlam veremeyeceği tüm bu
akılalmaz girişimler herkesin aklına, bu toplama kampının bir bahane olduğunu;
asıl niyetin kısa bir süre içerisinde İstanbul’un sokak hayvanlarının kökünü
kazımak olduğunu ve söz konusu arazinin imara açılarak türlü rant projelerinde
kullanılacağını getiriyor. Her şey bu kadar sistemli ve planlı iken, tüm yasal
düzenlemeler imar değişikliğini işaret ediyor iken maalesef ben tüm bu olan
biteni iyi niyetli olarak tanımlayamıyorum. Sadece yaban ve kent hayvanlarına
üzülebiliyorum, çünkü bunun adı zorunlu göç ve soykırım!
Hayvanlar
nereye gidecek?..
Meclis
genel kurulu gündeminde olan tasarıda yer alan “(...) kısırlaştırılan, aşılanan
ve rehabilite edilen hayvanların mikroçiple kayıt altına alındıktan sonra
öncelikle sahiplendirilmeleri esastır. Güçten düşmüş hayvanlar, bakımevlerinde
ayrılacak özel bölümlerde hayvan refahına uygun olarak bakılır. (...) 14 üncü
maddenin (p) bendinde tarif edilenler hariç olmak üzere sahiplendirilemeyenler;
okul, hastane, ibadethane, çocuk oyun alanı gibi toplumun yoğun olarak
kullandığı yerler hariç alındıkları ortama bırakılır.” ifadesi bana ne yazık ki
yine iyi niyetli gelmiyor. Çünkü kentlerde okul, hastane, ibadethane, çocuk
oyun alanı gibi yapıların olmadığı muhit ya da sokak, neredeyse yok denecek
kadar az. Bu şu demek oluyor; kimi ücra sokaklarda, vitrin malzemesi olarak tek
tük hayvan bırakılacak, geriye kalan kent hayvanları da tecrit altında,
birbirleri ile yaşamaya mahkûm edilerek, her türlü yaşamsal ihtiyaçtan yoksun
bırakılarak barındırılacak. Bu hayvanların ne kadar süre ile bu toplama
kamplarında tutulacağı ise tam bir muamma. Kanun tasarısı yasalaştığı takdirde,
kent hayvanlarına müebbet hapis geliyor diyebiliriz.
Yeryüzüne
Özgürlük Derneği olarak, kent hareketlerine ve diğer toplumsal hareketlere
mümkün olduğunca bu soykırım projesine karşı harekete geçmeleri ve birlikte
hareket etmek için davette bulunuyoruz. Kısırkaya toplama kampı için TMMOB
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, İstanbul Barosu Hayvan Hakları
Komisyonu ve Sarıyer Kent Dayanışması gibi örgüt ve oluşumlar yeni yeni
harekete geçmeye başladı ise de İstanbul’da sayıları 50’yi geçen hayvansever,
hayvan koruma dernek ve gruplarından bu dev toplama kampı için hiçbir tepki
gelmemesini de manidar buluyorum açıkçası...
“Modern”
Hayırsızada vakası yolda...
Kentsel
dönüşümün görünmez kurbanları olan kent hayvanları, şimdi de yasal
düzenlemelerin, rantın kurbanı haline geliyor. Başlarına geleceklerden habersiz
olarak, sokaklarda her türlü şiddete maruz kalan, bir lokma ekmek için yaşam
savaşı veren hayvanlar, yeni ancak “modern” bir Hayırsızada vakası ile karşı
karşıya kalacak. Yani 1910’dan 2015’e devletin hayvana bakış açısında zerre
kadar bir değişiklik yok, tek değişiklik imha ve tecrit yöntemlerini
geliştirmek; hayvanlar için yeni ve “modern” tesisler inşa ederek soykırımın
boyutunu büyütmek. Yüzyıllardır insanlarla, sokaklarda sosyalleşen, hiçbir suçu
olmayan hayvanların izole edilmesini ve soykırıma tâbi tutulmasını engellemek
için bir şeyler düşünmemeli miyiz sizce de? (BÖ/AS)
*
Türkiye’de sokak hayvanlarının ve barınakların hâli
No comments:
Post a Comment