Sunday, 25 January 2015

Evine dönemeyen Odysseus


Alev Doğan 3. ölüm yıldönümünde Angelopoulos'u yazdı.

Herkesin anlatacak bir hikayesi vardır. Yeter ki o hikayeyi anlatacak gücü, zamanı ve imkanı olsun. İyonyalı büyük ozan Homeros'un bu tasarrufu kullanıp İthaka kralı Odysseus'un, Truva savaşının ardından eve dönüşünü kaleme alması ile kuşkusuz insanoğlu hikayelerin arkasında yatan gerçek nedenleri de anlamaya başladı. Homeros bir ozan gibi yaşadı, bir ozan gibi öldü. Onun ölümünün ardından binlerce yıl sonra Atinalı bir adam çıkıp onun yarım bıraktığı hikayeleri anlatmaya başladı. Sinemanın ozanı Theo Angelopoulos, bir sinemacı gibi yaşadı, bir sinemacı gibi öldü.

Peki Angelopoulos'u çağdaşlarından ayıran ne idi? Bugün Yunanistan ulusal sinemasından bahsederken neden ismi her zaman Nikos Koundouros'tan, Pantelis Voulgaris'ten önce anılıyor? İşte bu yazıda bundan tam 3 sene önce bugün aramızdan ayrılan Angelopoulos'un sinemasını anlatmaya, yukarıda sorduğum soruların yanıtını aramaya çalışacağız.



Angelopoulos'un sinema algısını özetleyen temel referans noktası; sinemaya politikayı sokmak çabasından ziyade, sinemayı politik olarak yapma refleksidir. Bu refleks, sinemasının üzerinde yükselmiş olduğu zemini de tarifler. Sosyalizm algısı ne kadar doğru olursa olsun, sinema yapma hevesinde olan bir birey bu denklemi tersinden kurduğu takdirde üretmiş olduğu şey bir film değil, parodiler toplamıdır. Dünya sinema tarihi, sinemanın ayrı bir disiplin olduğunu önemsemeksizin siyasal akıllarından kaynaklı özgüven ile bir filme burnunu sokmakta beis görmeyen kişilerin, ajit-prop bile olamayacak nitelikte ürünleri ile doludur. Ezcümle yalnızca Angelopoulos'u değil Yılmaz Güney'i, Dziga Vertov'u, Eisenstein'ı, Costa Gavras'ı, Luis Bunuel'i bu kadar büyük yapan sinemayı politik bir biçimde yapma refleksidir.

Bu refleksten hareket ile Angelopoulos, Yunan sinemasında tematik ve biçimsel anlamda ciddi bir değişimin öncüsü olmuş, evrensel bir sinemacı kimliği kazanmaya başlamıştır. Farklı disiplinlerden beslenme konusunda son derece cömert davranmış, yaptığı bütün filmlerde çiğ ve sakil duracak tek bir plan bile çekmemiştir.



Filmlerinin tematik içeriğini genel olarak Metaksas Diktatörlüğü, Papagos İktidarı ve Albaylar Cuntası da dahil olmak üzere 1970'lerin sonlarına kadar uzanan tüm faşist iktidarlar ve iç savaş oluşturur. Angelopoulos'un Yunanistan'ın çok da dillendirilmeyen tarihini anlatmak konusundaki tercihi, Yunan sinemasında yeni bir yaklaşımın öncülüdür.

Bu tematik tercih, Angelopoulos'un sinamasındaki biçimsel unsurları da etkilemiştir. Anlatının başlıca kurallarından birisi, anlatacağınız şey her ne ise, ona uygun bir biçimsel form yaratmaktır. Angelopoulos'u başkalarından ayıran bir başka nokta, bu biçimsel formu yaratmaktaki başarısıdır.

Yaratmış olduğu biçimsel formda, Brechtyen unsurları fazlası ile kullanmış, izleyicinin tarihsel olanı eleştiri süzgecinden geçirmesini sağlamıştır. Bu yüzden filmleri bir analoji kurma çabasından ziyade, gerçekliği değiştirme arzusu yaratmıştır.

Karakterleri kendi tabiri ile insancıldır. Yaşadığı topraklardan soyutlamaz onları.Mitsel öğelerden, en çok da Odysseus'un eve dönüş yolculuğundan beslenmiştir. Anlatılan; sürgünler, savaşlar, acılar ve hayalkırıklıkları ile harmanlanmış insanların hikayesidir. Anlatılan, senin, benim, bizim hikayemizdir.


77 yaşında hayata gözlerini yumduğunda, aklında sosyalizmin gerekliliğine dair en ufak bir şüphe yoktur. Zamanı yalnızca -Homerostan farklı olarak- evine dönemeyen Odysseus'un hikayesini anlatmaya yetmiştir. Birkaç on yıl daha geç doğmuş olsa, Odysseus'u evine gönderebilir, devrimden sonrasını en iyi o anlatabilirdi; bizim de bundan şüphemiz yok.

Alev Doğan - İleri Haber


No comments:

Post a Comment