Alev Doğan
3. ölüm yıldönümünde Angelopoulos'u yazdı.
Herkesin
anlatacak bir hikayesi vardır. Yeter ki o hikayeyi anlatacak gücü, zamanı ve
imkanı olsun. İyonyalı büyük ozan Homeros'un bu tasarrufu kullanıp İthaka kralı
Odysseus'un, Truva savaşının ardından eve dönüşünü kaleme alması ile kuşkusuz
insanoğlu hikayelerin arkasında yatan gerçek nedenleri de anlamaya başladı.
Homeros bir ozan gibi yaşadı, bir ozan gibi öldü. Onun ölümünün ardından
binlerce yıl sonra Atinalı bir adam çıkıp onun yarım bıraktığı hikayeleri
anlatmaya başladı. Sinemanın ozanı Theo Angelopoulos, bir sinemacı gibi yaşadı,
bir sinemacı gibi öldü.
Peki
Angelopoulos'u çağdaşlarından ayıran ne idi? Bugün Yunanistan ulusal
sinemasından bahsederken neden ismi her zaman Nikos Koundouros'tan, Pantelis
Voulgaris'ten önce anılıyor? İşte bu yazıda bundan tam 3 sene önce bugün
aramızdan ayrılan Angelopoulos'un sinemasını anlatmaya, yukarıda sorduğum
soruların yanıtını aramaya çalışacağız.
Angelopoulos'un
sinema algısını özetleyen temel referans noktası; sinemaya politikayı sokmak
çabasından ziyade, sinemayı politik olarak yapma refleksidir. Bu refleks,
sinemasının üzerinde yükselmiş olduğu zemini de tarifler. Sosyalizm algısı ne
kadar doğru olursa olsun, sinema yapma hevesinde olan bir birey bu denklemi
tersinden kurduğu takdirde üretmiş olduğu şey bir film değil, parodiler
toplamıdır. Dünya sinema tarihi, sinemanın ayrı bir disiplin olduğunu
önemsemeksizin siyasal akıllarından kaynaklı özgüven ile bir filme burnunu
sokmakta beis görmeyen kişilerin, ajit-prop bile olamayacak nitelikte ürünleri
ile doludur. Ezcümle yalnızca Angelopoulos'u değil Yılmaz Güney'i, Dziga
Vertov'u, Eisenstein'ı, Costa Gavras'ı, Luis Bunuel'i bu kadar büyük yapan
sinemayı politik bir biçimde yapma refleksidir.
Bu
refleksten hareket ile Angelopoulos, Yunan sinemasında tematik ve biçimsel
anlamda ciddi bir değişimin öncüsü olmuş, evrensel bir sinemacı kimliği
kazanmaya başlamıştır. Farklı disiplinlerden beslenme konusunda son derece
cömert davranmış, yaptığı bütün filmlerde çiğ ve sakil duracak tek bir plan
bile çekmemiştir.
Filmlerinin
tematik içeriğini genel olarak Metaksas Diktatörlüğü, Papagos İktidarı ve
Albaylar Cuntası da dahil olmak üzere 1970'lerin sonlarına kadar uzanan tüm
faşist iktidarlar ve iç savaş oluşturur. Angelopoulos'un Yunanistan'ın çok da
dillendirilmeyen tarihini anlatmak konusundaki tercihi, Yunan sinemasında yeni
bir yaklaşımın öncülüdür.
Bu
tematik tercih, Angelopoulos'un sinamasındaki biçimsel unsurları da
etkilemiştir. Anlatının başlıca kurallarından birisi, anlatacağınız şey her ne
ise, ona uygun bir biçimsel form yaratmaktır. Angelopoulos'u başkalarından
ayıran bir başka nokta, bu biçimsel formu yaratmaktaki başarısıdır.
Yaratmış
olduğu biçimsel formda, Brechtyen unsurları fazlası ile kullanmış, izleyicinin
tarihsel olanı eleştiri süzgecinden geçirmesini sağlamıştır. Bu yüzden filmleri
bir analoji kurma çabasından ziyade, gerçekliği değiştirme arzusu yaratmıştır.
Karakterleri
kendi tabiri ile insancıldır. Yaşadığı topraklardan soyutlamaz onları.Mitsel
öğelerden, en çok da Odysseus'un eve dönüş yolculuğundan beslenmiştir.
Anlatılan; sürgünler, savaşlar, acılar ve hayalkırıklıkları ile harmanlanmış
insanların hikayesidir. Anlatılan, senin, benim, bizim hikayemizdir.
77
yaşında hayata gözlerini yumduğunda, aklında sosyalizmin gerekliliğine dair en
ufak bir şüphe yoktur. Zamanı yalnızca -Homerostan farklı olarak- evine
dönemeyen Odysseus'un hikayesini anlatmaya yetmiştir. Birkaç on yıl daha geç
doğmuş olsa, Odysseus'u evine gönderebilir, devrimden sonrasını en iyi o
anlatabilirdi; bizim de bundan şüphemiz yok.
Alev Doğan - İleri Haber
No comments:
Post a Comment