Hürrem
Sönmez
Ceylan
Önkol’u hatırlıyoruz değil mi? Hani o bir tanecik fotoğrafında turuncu kazağı
ve kocaman gözleriyle bize bakan, evden çıkarken annesine, “Makarna pişir
dönüşte yiyeyim” diyen ama evine dönemeyen Ceylan’ı…
7
Ocak 2015 tarihli haber: “2009’da Diyarbakır Lice’nin Şenlik köyünde koyun
otlatırken Yayla Karakolu’ndan atılan bir patlayıcı sonucu hayatını kaybeden 14
yaşındaki Ceylan Önkol’un ailesinin devlet aleyhine açtığı davada mahkeme, 28
bin 208 TL 85 kuruş maddi tazminata hükmetti, manevi tazminata gerek görmedi.”
‘Ceylankê
parçe parçe’
Manevi
tazminatın hukukumuzdaki karşılığı haksız bir fiilden ötürü zarara uğrayanın
yaşadığı elem ve ızdırabın bir nebze olsun hafifletilmesi. Görünen o ki İdare
Mahkemesi 12 yaşındaki Ceylan’ın ölümünün ailesinde giderilmeye muhtaç herhangi
bir manevi çöküntüye sebebiyet vermediğine kanaat getirmiş.
Hatırlıyorsunuz
değil mi, Ceylan’ın Türkçe bilmeyen, evladının etrafa savrulan parçalarını
eteğine toplayan annesinin “Ceylankê parçe parçe” diyen feryadını… İşte o
annenin herhangi bir duygusal zarar görmediğine karar vermiş mahkeme… Başka
söze gerek yok.
Yeri
gelmişken hatırlayalım, cezai soruşturmada da takipsizlik kararı verildi. Yani
Ceylan’ın ölümünden hiç kimse sorumlu tutulmadı.
Sınırsız
sorumsuzluk diyarı
Ceylan’ın
ölü çocuk bedenine mahkeme tarafından 28 bin 208 lira 85 kuruş fiyat biçildiği
sıralarda, Şırnak’ın Cizre ilçesinde 14 yaşındaki Ümit Kurt isimli çocuk
polisin panzerden açtığı ateş sonucu öldü.
Ailesi
ismini Ümit koymuş, belli ki ümidi olacakmış onların. Olamadı, ömrü yetmedi.
Çünkü doğduğu yer beşeri haritada çocuk ölümlerinin olağan görülüp
sorumlularının da asla cezalandırılmadığı, daha doğrusu ölümlerinden kimsenin
sorumlu olmadığı bir yere tekabül ediyordu; bir tür ‘sınırsız sorumsuzluk
diyarı.’
İnşaatlarda
boyacılık yaparmış Ümit. Biz yine öyle baktık ölüm haberinin üstündeki çocuk
yüzüne, zira onun ölümünden ötürü kimsenin sorumlu tutulmayacağına eminiz.
Nereden derseniz, Ceylan’dan biliyoruz…
Aslına
bakarsanız biz Ceylan’ın ölümünden de kimsenin sorumlu tutulmayacağını
biliyorduk. Nereden derseniz Uğur Kaymaz’dan…
Kanıksanmış
faşizmin karanlık tüneli
Biz
bu bilgileri birbirine ekleye ekleye yaşarken hayatı, şaşırma duygumuzu
yitirdik. İlk ne zaman vazgeçtik şaşırmaktan, ilk ne zaman girdik o kanıksanmış
faşizmin karanlık tüneline, kendimiz bile hatırlamıyoruz artık. Öldürülen
çocukları alt alta koyup toplayabiliyoruz sadece.
Çocukların
hepsi aynı bizim için. Kobani eylemleri sırasında öldürülen Yasin’i politik
malzeme yapıp dile dolayanlardan farklı olarak, faillerin bulunması ve
cezalandırılması tek isteğimiz.
Avaz
avaz gerçeği inkar etme hallerimiz
Bu
arada artık şaşırmadığımız bir diğer şey de insanlığı durduğu yere göre
değişen, mağdurun ve failin kimliğine göre daima durumu mazur gösterecek bir
açıklaması olanların ‘haklı’ sebepleriydi: “Ekmek almaya gitmiyormuş ki zaten”,
“Polise taş atıyorlar polis kendisini savunmasın mı”, “Ne işi varmış askeri
bölgede, havan topu elindeyken patlamış olmasın”, “Evinin önünde oynayan çocuğu
niye öldürsün asker, mutlaka teröristtir.”
Bu
yazının derdi bu aslında: Dur durak bilmeyen kendine Müslüman olma, ayranım
ekşi diyememe, penaltısı haksız olan kendi tuttuğumuz takım olunca avaz avaz
gerçeği inkar etme hallerimiz. Bir zümrenin her durumda ve her koşulda haklı ve
suçsuz olduğu bir yapı olabilir mi?
Oluyormuş
demek.
No comments:
Post a Comment