2 Ocak 2015
Korkut Boratav
Yunan
tarihi de (edebiyatı gibi) trajedilerle doludur. Sonuncusu uzun sürdü; on yılı
aştı. Ve galiba 2014 biterken son perde açıldı.
Bu
trajedinin önceki perdelerini hatırlatayım:
Birinci
perde: Yunanistan, belgelerle oynuyor ve Avro-Bölgesi’ne alınıyor.
2001’de
PASOK iktidarda; Simitis Başbakan’dır. Yunan siyasetçileri, ülkelerinin orta
halli bir çevre ekonomisi olduğunu kabul edemez; “ihtişam tutkusu” yaygındır.
Tutkunun güncel gereksinimi, Avro Bölgesi’ne girmektir. Ne var ki, kamu
borçları, Avro’ya geçiş sınırlarının üzerindedir. Hükümet, Goldman Sachs
Bankası’na gerekli koşulları “imal etmesi” için başvurur. Banka uzmanları,
Yunan bürokratlarıyla birlikte borç istatistikleri üzerinde oynarlar; 2,8
milyar Dolar’lık borç gizlenir; istatistikler “uygun” hale getirilir; Drahmi
tarihe karışır; ülke Avro Bölgesi’ne girer. Goldman Sachs’a da bu “hizmet”
karşılığında 300 milyon Dolar civarında ödeme yapılır.
İkinci
perde: Yunanistan Avro Bölgesi’nin “garibanları” içinde yer alıyor.
Avro
Bölgesi, emperyalizme özgü merkez/çevre ilişkilerini hızla üretti. 2002-2008 döneminde
Yunanistan’ın bağımlı konumu da açıkça ortaya çıktı. Drahmi’den Avro’ya geçiş,
rekabet gücü bakımından Yunanistan’ı Almanya’nın gerisinde bırakacak biçimde
gerçekleşmişti. Zamanla Almanya, Fransa ülkeye “bol kepçe” sermaye ihraç etti.
Yunanistan ile bu ülkeler arasında enflasyon farkı arttı. Ulusal para ortadan
kalktığı için, devalüasyon seçeneği gündem dışıydı. Rekabet gücü daha da
geriledi; cari açıklar tırmandı. Dış kaynak girişleri kamu açıklarını besledi.
2004 Olimpiyatları bu bozulmaya katkı yaptı.
Kısacası,
Avro Bölgesi’nin asimetrik yapısı, Yunanistan’ın dış bağımlılığını,
kırılganlığını ağırlaştırdı.
Üçüncü
perde: 2008 krizinin ikinci dalgası AB’de borç krizine dönüşüyor.
2007
sonunda ABD’de patlak veren finansal kriz, birkaç ay içinde Avrupa’ya taşındı.
Avro Bölgesi’nin çevre ekonomilerinde banka kredileri ödenemez hale geldi; özel
kesim borçları da devletleştirildi. Finansal kriz, borç krizine dönüştü. Alman,
Fransız bankalarının Yunanistan’dan 2010 alacaklarının 80 milyar dolara ulaşmış
olduğu ileri sürülüyor.
Şubat
2010’da Kanada’daki G7 Maliye Bakanları toplantısında ABD Hazine Bakanı Timothy Geithner’in yayımlanmamış
notlarını Financial Times ele geçirdi. Geithner’in notlarına göre, “Avro
Bölgesi’nin patronları” toplantıya Yunanlılara “ders vermek” niyetiyle
gelmişler. Söylenenleri aktarıyor:
“Yunanlılar korkunç davrandılar; bize yalan söylediler. Ortamdan yararlandılar;
mirasyedi gibi verdiklerimiz yuttular. Onları ezeceğiz…”
Bu
tepkiler, Yunanistan’daki çöküntüye, Avro Modeli’nin yapısal, asimetrik
özelliklerinin katkılarını elbette göz ardı etmekteydi. Yunanistan’ın kabahati
ise, emperyalizme tam teslimiyet getiren bir “zenginler klübü”ne hile ve desise
ile üye olmasında aranmalıydı.
Dördüncü
perde: Yunanistan Troyka’nın yönetimine giriyor.
IMF Başkanı Christine Lagarde Yunanistan
Başbakanı Lucas Papademos’u fırçalarken. 21 Şubat 2012.
“Yunanistan’ı
ezerek bir ders vermek…” Bu işlevi AB Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve
IMF’den oluşan Troyka üstlendi. Dört yıl boyunca, benzerine “Güney” krizlerinde
rastlanmamış ağırlıkta ve vahşette bir kemer sıkma/yoksullaştırma programı
Yunanistan’a uygulattırıldı. İktisatçı Yanis Varoukafis’ten aktarıyorum: “Milli
gelirini küçültmesi şartıyla, Yunan devletine, tarihsel rekor boyutunda kredi
açıldı ve iflas belirsiz bir geleceğe ertelenmiş oldu. Neden? Bankaların yüzlerce milyarlık batık kredilerini,
banka defterlerinden silip, Yunan halkının omuzlarına yıkmak için…” Sonuç,
milli gelirin yüzde 24 daralması; Yunan halkının Üçüncü Dünya ülkelerine özgü
toplumsal bunalımlara, sefalet düzeylerine sürüklenmesi…
Siyaseti
de Troyka yönetti. Siyasetçiler hakarete uğradı. Programı referanduma sunmaya kalkışan
Başbakan Papandreu istifaya zorlandı. Teknokrat Papademos Başbakanlığa
getirildi. PASOK ve Yeni Demokrasi (YD) partileri teslim alındı.
Elbette
halk muhalefeti yükselecekti. “Anlaşmayı tanımayacağız; borçları ödemeyeceğiz;
Avro’dan da çıkmayacağız” sloganıyla seçimlere giren Syriza’nın kazanması
önlenmeliydi. AB Komisyonu yetkilileri, “anlaşmayı tanımazsanız sizi Avro’dan
da çıkarırız; AB’den de” şantajını kullandı. Haziran 2012 seçimlerinde Troyka
karşıtı partiler çoğunluğa ulaştı; ama şantaj etkili oldu; YD %29,7 oyla öne
geçti. İlk sıradaki partiye elli milletvekili armağan eden seçim sistemi
sayesinde Samaras PASOK’la birlikte koalisyon hükümeti oluşturabildi. Troyka
programını sürdürdü.
Son
perde: Yunan balonu patlıyor; Syriza yükselirken yeni seçimlere gidiliyor.
2014’te
altı yıl kesintisiz küçülen ekonomi dibe vurmuş; ücretler ile fiyatların
birlikte düşmekte olduğu bir depresyon hali oluşmuş; bu sayede cari açık son
bulmuştu. Ne var ki Mayıs’ta Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Syriza %27 oyla
YD’nin dört puan önüne geçmişti. Başbakan Samaras Eylül’de iyimser bir söylemle
kamuoyunu etkilemeye karar verdi: “Buhran son buldu; kurtarma (Troyka)
operasyonlarının sonuna geldik; yeni Yunanistan doğuyor.”
Troyka
ise, kamuoyuna farklı bir mesaj iletti: Yunanistan bütçe açığını öngörülen
eşiğe indiremedi; gerekli yasal düzenlemeleri tamamlamadı; dolayısıyla son
kredi anlaşmasının koşullarını yerine getirmedi. Yıl sonuna kadar eksikler
tamamlanmazsa, son dilim ödeme yapılmayacaktır.
Yeni (üçüncü) bir kurtarma operasyonu da gündeme gelmektedir.
Samaras’ın
şişirdiği balon aniden patladı. Borçlanma faizleri yukarı; borsa aşağı indi.
Erkene alınan Cumhurbaşkanı seçimi sonuçlanmayınca genel seçimler Ocak’a kaydı.
Trajedinin
son perdesi, böylece, iki yıl öncesinin tekrarı gibidir: Troyka devam
etmektedir; kamuoyu yoklamalarında ise Syriza öndedir.
***
Trajedi
herhalde son bulacaktır. Ama nasıl? Ekonomik gerilemenin, toplumsal çöküntünün
sınırlarına ulaşılmıştır. Ya Troyka, finansal sistemi ayakta tutan bir
deflasyon ortamını (depresyonu) yönetmeyi üstlenecektir. Ya da Syriza seçimleri
kazanacaktır…
Kazanabilecek
mi? Kazanırsa ne olacak?
AB
yetkilileri, iki yıl önceki tavırlarını tekrar ediyorlar: Alman Maliye Bakanı
Schauble’nin sözleriyle: “Yeni seçimler hiçbir şeyi değiştiremez; yeni hükümet
öncekinin sözleşme yükümlülüklerini sürdürmelidir.” AB Komisyonu’nun ağır topu
Pierre Moscovici ise, borç ödemelerinin ihlalinin Avro Bölgesi’nden ihraç
sonucu doğurabileceğini belirtti.
Peki
Syriza ne yapıyor? Bu kez de Avro’dan çıkış seçeneğini reddediyor. Ancak, iki
yıl önceki “borçları ödemeyeceğim” çizgisini terk etmiştir. Şimdiki önerilerine
göre, özel sektör borçları ödenecek; Avro Bölgesi devlet alacakları üzerinde
ise müzakere başlatılacaktır. 1953’te Batı Almanya’nın dış borçlarının yüzde
50’sini silen Londra Anlaşması bu seçeneğe örnek gösteriliyor. Dış borç yükünün
hafifletilmesi ve varlıklı katmanların ek vergileri sayesinde Troyka’nın kemer
sıkma politikalarına son verilecek; sosyal harcamalar hızla artırılacaktır.
Bu
programı “satmak” amacıyla Avrupa finans çevreleri ile yoğun temaslar
başlatılmıştır.
Tahmin
edilebileceği gibi, Syriza’nın sol kanadı ve Komünist Parti, bu yeni çizgiyi
uzlaşmacı ve teslimiyetçi bulmaktadır. Bunlar, haklı olarak, Troyka ile yapılan
bütün anlaşmaların iptalini, bankaların kamulaştırılmasını ve Avro’dan çıkış
seçeneğini savunmakta ısrarcıdır.
***
Bana
öyle geliyor ki, bu Yunan trajedisinin son perdesi, Troyka’nın, yani
emperyalizmin lehine sonuçlanacaktır.
Bu
sonuç iki senaryo içinde gerçekleşir: Birincisinde, Avro’dan çıkış şantajı,
seçmenlerin kalabalık “orta sınıf” öğelerini ürküttüğü için Syriza seçimleri
yitirir.
İkincisinde
ise, Syriza seçimleri kazanır; ancak, sınırlı, sembolik ödünler dışında Troyka
politikalarını, borç yükümlülüklerini sürdürmek zorunda kalır.
Yunanistan’ın
ilerici, devrimci güçleri, bir kez daha temsilî demokrasinin sınırlarına
toslayacaktır. Belki de Syriza’nın seçimleri yitirmesi, bu partinin sosyal
demokratlaşmasını önleyebileceği, frenleyebileceği için daha hayırlıdır.
No comments:
Post a Comment