Wednesday 14 January 2015

Mohsen Namjoo İle Kaybolmak

“Lazım olan başka bir ömür
zamanımız tükenmişken
şimdikinde, elimizdekinde
ümit içinde, ümit içinde…”*

Yanlış hatırlamıyorsam mevsim sonbahardı. Mevsimin pek önemi yoktu olsun varsın kış olsundu. Ne fark ederdi ki? Sonuçta dört mevsim duyuyordu kulaklar ve atıyordu kalp.
Bir dostun o heyecanlı sesiyle: “Mohsen Namjoo’yu mutlaka ama mutlaka dinlemelisin” dediğini dün gibi anımsıyorum. O an ulaşamamış ve dinleyememiştim.
Derken bir gün ismi aklıma geliverdi ve bu kadar ısrar boşuna olmasa gerek diyerek bir dinleyeyim bakalım dedim.
ve bulmuştum…
O an “tamam artık aradığımı buldum” dediğimi iyi anımsıyorum. Tanışıklığımızı abartıyor muyum bilmem  ama o ana kadar benim için Mohsen Namjoo okyanusun derinliklerinde hiç kimsenin bilmediği bir yerde bir midye kabuğunun içinde saklı bir inciydi keşfedilmeyi bekleyen. Steinbeck in ‘İnci’ romanında anlattığı Kino yu çağrıştırıyordu. Kino’nun yoksulluk ve sefalet içindeyken okyanusta bulduğu ve dünyanın en büyük incisi olduğunu farkettiği o inci onun için bir umut olmuştur. Aç gözlü komşularını hesaba katmamıştır Kino. Mohsen Namjoo da Kino’nun incisi kadar değerlidir ve Kino’nun açgözlü komşuları gibi onun da klasik İran müziğini rock tınılarıyla, batı müziğiyle harmanlayıp ortaya çıkardığı bu yeni müzik dalgası rejimi rahatsız etmiştir. Şarkılarında nefesiyle yarattığı o iniş çıkışlar da aynı zamanda İran’ın çarpışmalarını ve o çalkantılı dönemlerini anlatır gibidir ve bu tınılara eşlik eden sözleri de rejimi rahatsız etmeye yetmiştir. Mohsen Namjoo’nun sonu tam da Kino gibi kötü bitecek derken küllerinden doğmasını bilmiştir İranlı müzisyen. Dün olduğu gibi bugün de sesinin yankısı dünyayı büyülemeye devam ediyor. Popülist kaygıları olmayan Mohsen Namjoo kendini aslında yaptığı müzikle ister istemez yeterince gündemde tutuyor, salt böyle bir amaç uğruna sanatını icra etmiyor olsa dahi. Onu her daim dinlenir kılan ortaya çıkardığı sentezde gizli. Mohsen Namjoo’nun geleneksel İran müziğine Blues-Jazz gibi batı kökenli tarzları serpiştirerek ayrı bir ton oluşturması ve bunu yaparken işinde ustalaşmış bir aşçı gibi hangi malzemeden ne kadar alacağını iyi bilmesi onun sır’rıdır. Aynı şarkı içerisinde gam ile neşe birlikte yer alır ve ah’ların sıkılı yumruklara dönüşürken ki yolculuğu derinden hissedilir.
Velhasıl Füruğ’ca söylersek onun rüzgarı bizi bir yerlere doğru sürükler.
Bizi tanıştıran dostumun Namjoo’yu dinlerken kendini hangi surette bulduğunu anlattığı o cümlesini ‘rüzgarla bir olan bilir’ diyerek aktarmak isterim:
“8 yaşında bir çoçuğun bedeninde buluyorum kendimi seni dinleyince…”
Arkadaşımın Mohsen Namjoo’su onu mekansal bir yolculuğun ötesinde zamanda da bir yolculuğa çıkarır ve 8 yaşına götürür.
İnternet üzerinden pek çok sayfa gezdim ve Namjoo’nun müziği ile ilgili hissedilen duyguları okumaya çalıştım ve farklı farklı insanların bu tınılarda neleri bulduğunu öğrenmeye çabaladım. Herkesin kendisini farklı bir Mohsen Namjoo ile tanımladığının farkına vardım. İnsanların ona kulak verirken kendilerini farklı bir surette, farklı bir mekanda bulabilmesi, şarkılarında yaşanmışlık hissini uyandırıyor oluşundandı.
Herkesin bir Mohsen Namjoo’su olması da biraz da bundandı.
Bendeki yeri ve hayatımda doldurduğu alan da farklıdır Mohsen Namjoo’nun.
Şu anda bu yazıyı yazarken onun sesidir kulaklarımdan girip ruhumu okşayan.
Bedenim Ankara’da ama ben bu yazıyı Tahran’dan, Paris’ten, Şam’dan veya Hasankeyf’ten yazıyorum mesela.
Bir yerlere daha kolay uçabilmek için gözlerimi kapatarak düş gücümden yardım da alabilirim ama inanın buna gerek bile kalmıyor. Yazacak çok şey var onunla ilgili ama yazmaktan daha önemlisi onu dinleyebilmek ve insanda hakiki duygulanımlar yaratan tınılardaki o derinliğine erişebilmek. Onu dinleyenler bunu yapıyor mu bilmiyorum ama aynı zaman da bir terapi olarak da dinliyorum çoğu zaman İran’ın nefesini.
Gündelik hayatın problemleriyle gelen geçip giden günlerde bazen bir şeylere kafanız çok bozulur ve dışarı çıkıp başka bir yerlere gitmek istersiniz.
Yalnızca gitme isteği…
Ama böyle zamanlarda kapıyı kapatıp dışarı çıkmak da aynı zamanda dünyanın en zahmetli işi olur ya işte o zaman Mohsen Namjoo’yla dertleşirim.
“Haydi gel dostum seninle çıkıp gidelim zamanın soluklandığı yerlere ama sen nereye götürüyorsan oraya gidelim” derim. Önüme gelen ilk taksiye el kaldırıp durdurduktan sonra nereye gideceğimi düşünmeden ‘Sür Kaptan sür’ der gibi yani.
İşte benim Mohsen Namjoo’m da budur. Dahası da vardır elbet ama bu yazıya sığabileni bu kadarı ile sınırlıdır. Biz susarız ve bundan gayrısını Mohsen Namjoo’nun kendisi anlatır:

“Zordur birisi hakkında konuşmak, hele ki yanlış anlaşılmaya açıksa bu kişi ve modern iletişim araçları kolayca yayabiliyorsa bu yanlış anlaşılmaları. Aslında öyle görünüyor ki kimse dinlemek istemiyor seni, sen kendi hakkında konuştuğunda. Yine biz öğrendik ki ahalinin eserlerin hakkındaki görüşleri, senin kendi hakkında yaptığın yorumlardan daha değersiz değil. Kısa keseceğim bu yüzden. 1976 yılında torbate jam’de doğdum. 12 yaşımdan 18 yaşıma kadar Nassrollah nasseh- pour’la klasik-geleneksel İran müziği söyleyişi üzerine çalıştım. Yüksek eğitimime kabul edildiğim Tahran Üniversitesi’nde tiyatro ya da müzik alanında devam edebilirdim. 1 yıl müzik kursunu beklemek yerine tiyatro kursuna başlamaya karar verdim. 1 yılsonunda müzik kursuna başlamaya hazır; öğrenmek, tecrübe etmek ve ilerlemek için heyecanlıydım. Fakat tahmin ettiğim gibi yürümedi işler ve Tahran Üniversitesi’nin eğitim sistemi beni hayal kırıklığına uğrattı. Başlangıçta müzik aşkımdan dolayı müzik okumaya karar vermiştim, sonunda müzik aşkım için müzik okumayı bırakmak zorunda kaldım. Her müzisyen gibi, hayalim profesyonel müzik sahasında yer almaktı. Sonunda, felaket yıllarımın ardından, bundan sadece birkaç yıl öncesinde müzik benim tek işim haline geldi. Eserlerim (100′den fazla) , müzikle olan 18 yıllık yolculuğumun sonuçları. Müziklerin ve şiirlerin kaynağı uçsuz bucaksız İran kültürü ve tarihidir. Bu ezgiler ve sözler, 400 yıldır çarpışan modernite ve geleneğin savaş alanı İran’dan bahseder ve İran kültüründe bulur anlamını. Ne vakit gülesim gelse toplumumdaki çelişkilere, blues müziğin gülen gamını ve söyleyişini kullanırım, harmanlayarak İran gamıyla ve söyleyişiyle. Sonra ne vakit bir ağlamak tuttursam, anlatmak istesem kederimi; İran söyleyiş tarzıyla Blues a yol alırım ya da bir mülteci olarak bulurum kendimi ezberlenen şiirlerde.
(başlangıçta dediğim gibi zor iştir birisi hakkında konuşmak, dolayısıyla emin değilim size söylediklerimin, söylemem gerekenler olduğundan.)”

Onu dinlemediyseniz dinleyin ve o andan öncesinin hayatı tuzsuz ve baharatsız yaşamak olduğunun farkına varın.
Ondan sonrası gam ile neşenin çarpışması, dalgaların geri çekilişi ve kıyıya tekrar vuruşu, ruhun zaman ve mekânda kayboluşudur…

[Eylül 2010]

(Fraksiyon)

No comments:

Post a Comment