“Lazım
olan başka bir ömür
zamanımız
tükenmişken
şimdikinde,
elimizdekinde
ümit
içinde, ümit içinde…”*
Yanlış
hatırlamıyorsam mevsim sonbahardı. Mevsimin pek önemi yoktu olsun varsın kış
olsundu. Ne fark ederdi ki? Sonuçta dört mevsim duyuyordu kulaklar ve atıyordu
kalp.
Bir
dostun o heyecanlı sesiyle: “Mohsen Namjoo’yu mutlaka ama mutlaka dinlemelisin”
dediğini dün gibi anımsıyorum. O an ulaşamamış ve dinleyememiştim.
Derken
bir gün ismi aklıma geliverdi ve bu kadar ısrar boşuna olmasa gerek diyerek bir
dinleyeyim bakalım dedim.
ve
bulmuştum…
O
an “tamam artık aradığımı buldum” dediğimi iyi anımsıyorum. Tanışıklığımızı
abartıyor muyum bilmem ama o ana kadar
benim için Mohsen Namjoo okyanusun derinliklerinde hiç kimsenin bilmediği bir
yerde bir midye kabuğunun içinde saklı bir inciydi keşfedilmeyi bekleyen.
Steinbeck in ‘İnci’ romanında anlattığı Kino yu çağrıştırıyordu. Kino’nun
yoksulluk ve sefalet içindeyken okyanusta bulduğu ve dünyanın en büyük incisi
olduğunu farkettiği o inci onun için bir umut olmuştur. Aç gözlü komşularını
hesaba katmamıştır Kino. Mohsen Namjoo da Kino’nun incisi kadar değerlidir ve
Kino’nun açgözlü komşuları gibi onun da klasik İran müziğini rock tınılarıyla,
batı müziğiyle harmanlayıp ortaya çıkardığı bu yeni müzik dalgası rejimi
rahatsız etmiştir. Şarkılarında nefesiyle yarattığı o iniş çıkışlar da aynı
zamanda İran’ın çarpışmalarını ve o çalkantılı dönemlerini anlatır gibidir ve
bu tınılara eşlik eden sözleri de rejimi rahatsız etmeye yetmiştir. Mohsen
Namjoo’nun sonu tam da Kino gibi kötü bitecek derken küllerinden doğmasını
bilmiştir İranlı müzisyen. Dün olduğu gibi bugün de sesinin yankısı dünyayı
büyülemeye devam ediyor. Popülist kaygıları olmayan Mohsen Namjoo kendini
aslında yaptığı müzikle ister istemez yeterince gündemde tutuyor, salt böyle
bir amaç uğruna sanatını icra etmiyor olsa dahi. Onu her daim dinlenir kılan
ortaya çıkardığı sentezde gizli. Mohsen Namjoo’nun geleneksel İran müziğine
Blues-Jazz gibi batı kökenli tarzları serpiştirerek ayrı bir ton oluşturması ve
bunu yaparken işinde ustalaşmış bir aşçı gibi hangi malzemeden ne kadar
alacağını iyi bilmesi onun sır’rıdır. Aynı şarkı içerisinde gam ile neşe
birlikte yer alır ve ah’ların sıkılı yumruklara dönüşürken ki yolculuğu
derinden hissedilir.
Velhasıl
Füruğ’ca söylersek onun rüzgarı bizi bir yerlere doğru sürükler.
Bizi
tanıştıran dostumun Namjoo’yu dinlerken kendini hangi surette bulduğunu
anlattığı o cümlesini ‘rüzgarla bir olan bilir’ diyerek aktarmak isterim:
“8
yaşında bir çoçuğun bedeninde buluyorum kendimi seni dinleyince…”
Arkadaşımın
Mohsen Namjoo’su onu mekansal bir yolculuğun ötesinde zamanda da bir yolculuğa
çıkarır ve 8 yaşına götürür.
İnternet
üzerinden pek çok sayfa gezdim ve Namjoo’nun müziği ile ilgili hissedilen
duyguları okumaya çalıştım ve farklı farklı insanların bu tınılarda neleri
bulduğunu öğrenmeye çabaladım. Herkesin kendisini farklı bir Mohsen Namjoo ile
tanımladığının farkına vardım. İnsanların ona kulak verirken kendilerini farklı
bir surette, farklı bir mekanda bulabilmesi, şarkılarında yaşanmışlık hissini
uyandırıyor oluşundandı.
Herkesin
bir Mohsen Namjoo’su olması da biraz da bundandı.
Bendeki
yeri ve hayatımda doldurduğu alan da farklıdır Mohsen Namjoo’nun.
Şu
anda bu yazıyı yazarken onun sesidir kulaklarımdan girip ruhumu okşayan.
Bedenim
Ankara’da ama ben bu yazıyı Tahran’dan, Paris’ten, Şam’dan veya Hasankeyf’ten
yazıyorum mesela.
Bir
yerlere daha kolay uçabilmek için gözlerimi kapatarak düş gücümden yardım da
alabilirim ama inanın buna gerek bile kalmıyor. Yazacak çok şey var onunla
ilgili ama yazmaktan daha önemlisi onu dinleyebilmek ve insanda hakiki
duygulanımlar yaratan tınılardaki o derinliğine erişebilmek. Onu dinleyenler
bunu yapıyor mu bilmiyorum ama aynı zaman da bir terapi olarak da dinliyorum
çoğu zaman İran’ın nefesini.
Gündelik
hayatın problemleriyle gelen geçip giden günlerde bazen bir şeylere kafanız çok
bozulur ve dışarı çıkıp başka bir yerlere gitmek istersiniz.
Yalnızca
gitme isteği…
Ama
böyle zamanlarda kapıyı kapatıp dışarı çıkmak da aynı zamanda dünyanın en
zahmetli işi olur ya işte o zaman Mohsen Namjoo’yla dertleşirim.
“Haydi
gel dostum seninle çıkıp gidelim zamanın soluklandığı yerlere ama sen nereye
götürüyorsan oraya gidelim” derim. Önüme gelen ilk taksiye el kaldırıp
durdurduktan sonra nereye gideceğimi düşünmeden ‘Sür Kaptan sür’ der gibi yani.
İşte
benim Mohsen Namjoo’m da budur. Dahası da vardır elbet ama bu yazıya sığabileni
bu kadarı ile sınırlıdır. Biz susarız ve bundan gayrısını Mohsen Namjoo’nun
kendisi anlatır:
“Zordur
birisi hakkında konuşmak, hele ki yanlış anlaşılmaya açıksa bu kişi ve modern
iletişim araçları kolayca yayabiliyorsa bu yanlış anlaşılmaları. Aslında öyle
görünüyor ki kimse dinlemek istemiyor seni, sen kendi hakkında konuştuğunda.
Yine biz öğrendik ki ahalinin eserlerin hakkındaki görüşleri, senin kendi
hakkında yaptığın yorumlardan daha değersiz değil. Kısa keseceğim bu yüzden.
1976 yılında torbate jam’de doğdum. 12 yaşımdan 18 yaşıma kadar Nassrollah
nasseh- pour’la klasik-geleneksel İran müziği söyleyişi üzerine çalıştım.
Yüksek eğitimime kabul edildiğim Tahran Üniversitesi’nde tiyatro ya da müzik
alanında devam edebilirdim. 1 yıl müzik kursunu beklemek yerine tiyatro kursuna
başlamaya karar verdim. 1 yılsonunda müzik kursuna başlamaya hazır; öğrenmek,
tecrübe etmek ve ilerlemek için heyecanlıydım. Fakat tahmin ettiğim gibi
yürümedi işler ve Tahran Üniversitesi’nin eğitim sistemi beni hayal kırıklığına
uğrattı. Başlangıçta müzik aşkımdan dolayı müzik okumaya karar vermiştim,
sonunda müzik aşkım için müzik okumayı bırakmak zorunda kaldım. Her müzisyen
gibi, hayalim profesyonel müzik sahasında yer almaktı. Sonunda, felaket
yıllarımın ardından, bundan sadece birkaç yıl öncesinde müzik benim tek işim haline
geldi. Eserlerim (100′den fazla) , müzikle olan 18 yıllık yolculuğumun
sonuçları. Müziklerin ve şiirlerin kaynağı uçsuz bucaksız İran kültürü ve
tarihidir. Bu ezgiler ve sözler, 400 yıldır çarpışan modernite ve geleneğin
savaş alanı İran’dan bahseder ve İran kültüründe bulur anlamını. Ne vakit
gülesim gelse toplumumdaki çelişkilere, blues müziğin gülen gamını ve
söyleyişini kullanırım, harmanlayarak İran gamıyla ve söyleyişiyle. Sonra ne
vakit bir ağlamak tuttursam, anlatmak istesem kederimi; İran söyleyiş tarzıyla
Blues a yol alırım ya da bir mülteci olarak bulurum kendimi ezberlenen
şiirlerde.
(başlangıçta
dediğim gibi zor iştir birisi hakkında konuşmak, dolayısıyla emin değilim size
söylediklerimin, söylemem gerekenler olduğundan.)”
Onu
dinlemediyseniz dinleyin ve o andan öncesinin hayatı tuzsuz ve baharatsız
yaşamak olduğunun farkına varın.
Ondan
sonrası gam ile neşenin çarpışması, dalgaların geri çekilişi ve kıyıya tekrar
vuruşu, ruhun zaman ve mekânda kayboluşudur…
[Eylül
2010]
(Fraksiyon)
No comments:
Post a Comment