Angry
Sandwich People, or in a Praise of Dialectic başlıklı videodan bir kare, Chto
Delat
30/1/2015 / skopbülten / Dmitry Vilensky, Çeviri: Elçin Gen
Aşağıdaki
metin, Chto Delat kolektifinden Dmitry Vilensky’nin 2010 yılında kaleme aldığı
Pavilion Unicredit: An Artist's Tale başlıklı yazıdan kısaltılarak çevrildi.
Yazı, UniCredit bankasının Bükreş şubesinin sponsoru olduğu Pavilion
galerisinde açılan Zamanın Yoldaşları başlıklı serginin öncesinde yaşananları
konu alıyor.
Basit bir
hikâyeyle başlayalım.
Bir
zamanlar, sanatçıların, birer işçi olarak, eserlerinin sergilenmesi
karşılığında ücret almaları gerektiğini düşünecek kadar saf bir sanatçı varmış.
Katıldığı pek çok projede bu konuda ısrar ettiğinde yaşadığı olumsuz deneyimlere
rağmen, elinden geleni yapması gerektiğini düşünüyormuş – özellikle de
eserleri, sermayenin varlığının bariz biçimde hissedildiği yerlerde
gösterilecekse. Olanca alçak gönüllüğüyle ücret verilip verilmeyeceğini
sorduğunda genelde aldığı cevap hep “para yok” oluyormuş. Ne sanatçı ödeneği
için, ne yol masrafları için, ne de üretim masrafları için... Küratörler
genelde ondan ve meslektaşlarından
sadece filmlerinin kopyalarını ya da eserlerinin basılı malzemesini istiyor,
gerisini kendilerinin halledeceğini söylüyorlarmış. Çoğu sanatçı, eserlerinin
de yer aldığı önemli sergileri görme, böylece mesleki açıdan gelişme fırsatına
bile sahip olamıyormuş.
Sanatçı,
bir kolektifin üyesiymiş. Bu kolektifin bir galerisi yokmuş; videolarının
çoğunu kendi kaynaklarıyla finanse ediyor (ya da doğru düzgün finanse
edemiyor), günün birinde yeni bir çalışma için para bulunacağı ümidine
sarılıyorlarmış. Üstelik, ürettikleri eserler kamuya açıkmış.
Birgün
sanatçı, henüz tanışmadığı, hoş bir küratörden nazik bir mektup almış. Kadın
mektubunda onu bir sergide videosunu göstermeye davet ediyormuş. Videonun
serginin genel teması için ne kadar elzem olduğunu anlatmış. Hatta sanatçıdan,
videoya eşlik edecek yeni bir çalışma daha yapmasını bile rica etmiş.
Bu daveti
görünce sanatçının etekleri zil çalmış. Hemen serginin temasıyla ilgili
açıklamayı okumuş ve kullanılan ifadeler, yer verilen fikirler karşısında çok
heyecanlanmış. Bitmemiş bir proje olarak modernliğin özgürleştirici yönü...
Devrimci düşüncenin, sosyalizmin, komünizmin günümüzde taşıdığı özgürleştirici
imkânlar... Toplumun dönüşümünde sanatın rolü... Bu minvalde devam ediyormuş
açıklamalar.
Sanatçı,
bu meseleleri dert edinen küratörlerin ve sanat mekânlarının var olması ne
müthiş, diye düşünmüş. Davet edildiği serginin açılacağı mekânın ismine bakmış:
Bükreş’teki Pavilion UniCredit. Bu mekân, en radikal (hatta devrimci)
çalışmaları, dünya çapındaki solcu ve toplumcu sanatçıları desteklemesiyle ünlüymüş.
Sanatçı,
UniCredit bankasının Romanya şubesini Google’da taratmış ve Avrupa’daki en
güçlü bankalar arasında bulunan kurumun toplumsal sorumluluk projeleriyle ve
kültüre verdiği destekle de övündüğünü görmüş:
UniCredit
Grubu’nu oluşturmak üzere güçlerini birleştiren bankalar, bulundukları
ülkelerde kültürü ve yerel sanat faaliyetlerini desteklemek konusunda uzun bir
geleneğe sahiptir. UniCredit’in geniş sanat koleksiyonu ve UniCredit & Art
Project bünyesindeki onlarca inisiyatif
bu katılımın kanıtıdır.
Bulunduğumuz
yerlerde yaşayan yerel topluluklarla yakınlık kurarak, kültürel gelişimlerine
katkıda bulunan her türlü girişimi destekleyerek, onlarla aramızda güçlü bir
bağ oluşturmaya çalışıyoruz. Müzik, edebiyat, film ve plastik sanat projelerine
destek vererek kültürel çeşitliliği teşvik ediyoruz.
Sanatçımız
pürist değilmiş. UniCredit’in bu kadar güzel bir politikası olduğuna göre
sanatçılara ve kültürel inisiyatiflere de saygı duyuyordur, diye düşünmüş –
özellikle sponsoru olduğu sanat mekânının kapısında ismi geçiyorsa. Peki
sanatçılara saygısını nasıl gösterecek? Tabii ki eserlerine doğru düzgün bütçe
ayırarak, konuk küratörlere ve projelerinde yer alan herkese insan gibi çalışma
koşulları sağlayarak.
Sanatçı
bütün bunlar üzerine düşündükten sonra Pavilion UniCredit’teki sergi davetine
icabet etmeye karar vermiş. Küratöre yazdığı mektupta, kibarca, eseri için ve
üyesi olduğu kolektifin video gösterimi için ücret ödenip ödenmeyeceğini
sormuş.
Küratör
sanatçıya epey ayrıntılı bir mektup yazmış. Sanatçılara ücret ödemek için para
yokmuş: Bütün para yeni bir duvarın inşaatına, pencerelerin karartılmasına vs.
gitmiş. Başka hiçbir şey için para kalmamış, ama yine de mekân harikaymış falan
filan...
Sanatçı bu
cevaba pek de şaşırmamış. Ama sınıf bilinci yüksek olduğu için, sanatçıların ve
diğer yaratıcı ve entelektüel işçilerin yeni bir tür proletarya olarak sömürüye
maruz kaldıklarını da gördüğü için, bu bildik hikâyeye rıza göstermeye devam
etmenin sorumsuzluk olduğunu düşünmekten kendini alamamış.
Bunun
üzerine sanatçı, küratöre yazdığı cevapta, projeye katılan (düzenleyenler de
dahil) herkesin, zengin kurumsal sponsorlardan alınan mali destek konusunu
gündeme getirmelerinin anlamlı olabileceği fikrini ortaya atmış. Kurumları,
kulağa hoş gelen toplumsal sorumluluk kavramının içini doldurup, sanatçı
çalışanlarla –yani meslektaşlarıyla– ilgili sorumluluklarını üstlenmeye davet
etmek iyi bir fikir olabilir, diye yazmış. Şu bildik, eski ekol kurumsal
eleştiri tarzında bir tartışmanın önünü açmakmış tek istediği. Yoksa skandal
peşinde filan değilmiş, insanları biraz durup düşümeye davet etmekten başka
derdi yokmuş.
Ayrıca,
küratörün sergilenmesini istediği video Brecht’le ve diyalektikle ilgili
olduğundan, sanatçı bu meseleyi halihazırdaki çalışma koşulları çerçevesinde
gündeme getirmenin ve böylece bazı şeylerin değişebileceğini kanıtlamanın çok
yerinde olacağını düşünmüş. Sergi için hazırlaması istenen ek çalışmanın da
aynı şekilde bu sorunlara değinmesi gerektiğine inanıyormuş.
Konuk
küratör bu fikri çok tutmuş. Zaten bunda ne terslik olabilir ki, diye yazmış.
Pavilion UniCredit gibi radikal mekânlar böyle zorlu konulara bayılırlarmış.
Sanatsal emeğin kırılgan koşulları hakkında bir tartışma düzenlemek bile mümkün
olabilirmiş. Sonra UniCredit’in desteğiyle, onlarca parlak güvencesiz çalışanın
yaptıkları iş karşılığında ücret almamaları üzerine kafa yordukları radikal bir
gazete çıkarılabilirmiş. Elbette bütün bu işleri ücretsiz yapacaklarmış (veya,
en azından, sanat dünyasında “huzur hakkı” diye bilinen yemek fişlerinden
verilebilirmiş). Aslında çok az masraf çıkaracak, şirketlerin en sıradan akşam
yemeklerinin faturası yanında devede kulak kalacak bu önemli tartışmayı finanse
etmeye para yokmuş.
Sanatçının
küratörle yazışmaları bu minvalde, gayet iyi gidiyormuş – ta ki sanatçının
önerileri Pavilion UniCredit’tekilerin kulağına gidene kadar. Sanatçıyı
(küratör vasıtasıyla) bilgilendirerek, yönetim kurullarının kuruma yönelik
içerden hiçbir saldırıya (sanat eseri biçiminde bile olsa) izin vermeyeceğini
bildirmişler. Ve o noktada konu kapanmış: Sanatçının, sözde serginin teması
için elzem olan eseri, bir kalemde ve hiçbir tartışma olmaksızın sergiden
çıkarılmış. (Sergiye alınmayan esere şuradan ulaşılabilir:
http://vimeo.com/6879250)
Neden?
Pavilion UniCredit yöneticileri her türlü temasa son verdikleri ve gerçek bir
tartışma imkânının yolunu kapattıkları için, sanatçı nedenler konusunda sadece
tahmin yürütebilirmiş. Acaba sebep, sanatçının olay çıkarmaya çalışan şöhret
delisi bir egomanyak olması mıymış? Yoksa sanatçıların üretimle ilgili herhangi
bir meseleyi gündeme getirmeleri yasak mıymış? Yoksa sebep, sanatçının
kayıtdışı sponsorluk ekonomisini ufaktan teşhir etmeye kalkması mıymış?
*
Bu
hikâyeden çıkarılacak ders nedir?
Bunun çok
tekil, kişisel deneyim ve duyguların damgasını taşıyan, genele yayılamayacak
bir hikâye olduğu söylenebilir. Bu, bir dereceye kadar doğrudur. Fakat sanatçı,
bu tür olayların kamuya açıklanması gerektiğine inanıyor. Şayet bugün ortada
açıkça telaffuz edilmeyen bir durum varsa, o da sanatçıların çenelerini kapalı
tutup neyin yapılacağı ve neyin tartışılacağı konusundaki kararı kurumlara
bırakmasını gerektiriyorsa, bu yanlıştır. Sanatta, kültürde ve düşüncede
radikalizm, parayı ve gücü arkasına almış kurumların mülkiyetinde olmamalı.
Kısacası
kurumlar, kibirleri ve acizlikleriyle, sanatçıları suistimal etmekte serbest
olmamalılar. Davranışlarının sonuçlarıyla yüzleşmeliler – Avrupa’nın en yoksul
ülkesinde bulunup, arkalarına en zengin şirketlerin desteğini aldıkları zaman
bile.
Dmitry
Vilensky, Saint Petersburg, 17 Şubat 2010
No comments:
Post a Comment