“sizin
şehrinizden Tanrı’ya götürüyorum
perişan ve
divane gönlümü“
Yaraları
aşktan, hüznü içine bıraktıkları hasretten, ellerini bahçeye dikip yeşermeyi
bekleyen, geceyi tutsak eden İran şiirinin kederli sesi Furuğ Ferruhzad. Modern
fars şiirinin en büyük temsilcisi. Aşk, ölüm, hayat, kadın -erkek eşitsizliği,
üzerine yer yer isyan ederek kelimelerin üstünde gezinen şair.
Furuğ
Ferruhzad, 5 Ocak 1935′te Tahran’da, asker bir babanın kızı olarak dünyaya
gelir 16 yaşında Tahran’ın ünlü simalarından Perviz Şapur’la evlenir iki yıl
sonra oğlu Kâmyâr doğar. 1954’te o dönemin koşullarında cesur sayılacak bir
karar ile eşinden boşanır ve oğlunu bir daha hiç görmez.
Siz eğer bir
şairseniz sıcak yatağınızda yaşlı biri olarak ölmeyi beklemeyin, torunlarınız
ve eşinizle gezmeyi ummayın. Şairin kaderi kederlidir, hüzün elbisesidir
çekilen bir dişin yokluğunu dili ile sürekli yoklamak gibi mutsuzluğu
yoklamaktır. Şiir güzel bir lanettir hiç vazgeçmek istemeyeceğiniz bir lanet.
Eğer Furuğ’un
yaşadıklarını az çok biliyorsanız şiirini okurken bir “ah” mutlaka yanınızda
oturur.
Bir kadının
maruz kalabileceği en büyük acıya tanık olmuştur Furuğ. Oğlu Kâmyâr’ı görmesi
yasaklanır. Gizlice okuluna gidip uzaktan seyreder oğlunun büyümesini. Aynı
zaman sinema sanatçısı olan şair 1963 yılında yaptığı “Kara Ev” filmi, Almanya’da
düzenlenen Ober Havzen film festivalinde en iyi film ödülünü alır. bu filmin
çekimleri için gittiği Tebriz cüzamlılar evinde tanıdığı küçük Hüseyin’i evlat
edinerek azaltmaya çalışır Kâmyâr’ın acısını.
“o günler
geçti
o günler,
kirpiklerimin arasından”
Furuğ
hayatını özetler gibi bu dize ve istediği o günlerin özlemi duyulur satırlarda.
İran+kadın+şiir+cesaret+sinema
=
Bu toplamanın
cevabını az çok herkesin cevaplayabileceğinden eminim. Aynı ortak paydada
birden çok cevap bulunabilir. Babasına yazdığı mektupta nasıl bir önyargı ve
aslında nasıl zorluklarla yaşadığını göstermektedir.
“Benim en
büyük derdim sizin beni tanımamış olmanızdır; hiçbir zaman da tanımak
istemediniz ve belki de hâlâ siz benim hakkımda düşündüğünüzde, beni uçarı, aşk
romanları ve tahran müsavvar dergisinin öykülerinden dolayı kafasında aptalca
düşünceler oluşan bir kadın olarak biliyorsunuz. keşke öyle olsaydım ve mutlu
olabilseydim. işte o zaman dünya küçücük bir odacık olurdu ve ben, dans
partilerine gitmekle, güzel ve şık elbiseler giymekle, komşu kadınlarla çene
çalmakla, kaynana ile dalaşmakla ve kısacası pis ve anlamsız binlerce işle
yetinirdim ve daha büyük ve daha güzel bir dünyayı tanımazdım; bir ipekböceği
gibi kendi kozalamın sınırlı ve karanlık dünyasında kıvranarak büyürdüm ve
hayatımı sona getirirdim. fakat ben böyle yaşayamazdım. ben kendimi bildiğim
andan beri, benim başkaldırım ve isyanım bu aptalca görünüş ile başlamıştır.
ben büyük olmak istiyordum ve istiyorum. ben, bir gün doğup ve bir gün bu
dünyadan çekip giden ve arkalarında bu geliş ve gidişlerinden herhangi bir iz
bırakmayan yüz binlerce insan gibi yaşayamam.”
Muhafazakâr
bir toplum, despot asker bir baba, baskıcı bir eş ve özgürlüğüne düşkün cesur
Furuğ. Bu çerçeve sebebi ile yaşadığı dönemin politik sorunlarına yönelmek
yerine bireysel çırpınışlarına yönlendirmiştir Furuğ’u. Ama daha sonra
Ferruhzad bütünleştirdiği bir dünya ile ülke sorunlarıyla da tamamlamıştır
kendini.
“eğer evime
gelirsen ey sevgili
bir lamba
getir bana
ve küçük bir
pencere
ki ordan
mutlu sokağın
kalabalığını seyredeyim”
Şiire
tutunarak yaşar Furuğ. Hiç bırakmaz elini, hiç gitmez o sokaktan.
SES-SES-YALNIZ-SES_107288_1Furuğ
hakkında kelimelerin yetersiz bir yazı olacağı klişesinden de bahsetmek
isterim. Böylesi zeki, “büyük bir zevkle günah işledim” diyecek kadar cesur
“benim payıma düşen
bir perde
asılmasının benden aldığı gökyüzüdür” diyerek acıyı başına taç yapmış bir kadın
–İranlı şair- Ferruhzad’ın kaleminden kelimeler sihirlenerek düşüyor. Bunu onun
şiirlerini okuyunca kulağınıza değen sesin büyüsünden anlıyorsunuz.
furuğun sesi
yaralı
furuğun sesi
kanayan kalbidir
elleri
yeryüzü ayeti
yüzü tutsak
bir kalbin çırpınışıdır
furuğ aşktan
yaralıdır.
furuğun şiiri
kaderine başkaldırıştır
evladından
ayrılmış bir annedir
Yağmurlu bir
gün; bundan 47 yıl önce, bundan ah bundan çok önce yağmurlu bir gün Furuğ. Sen
annene gidiyorsun kendi araban ile o güzel yağmurda saat 3′e kadar annen ile
kalıyorsun. Sonra kalkıp şoförünü yan koltuğa geçmesini istiyorsun ve
direksiyon başına geçiyorsun. Öğrencileri taşıyan otobüse çarpmamak için -yine
o anne kalbin- biliyorsun değil mi? Şimdi herkes duyuyor o gürültüyü Furuğ?
Sen! yok olamaz!
15 Şubat
kârlı bir gün toprağın soğuk yüzü çarpıyor sana.
“toprak her
an kendine çekmekte beni
yoldan gelip
yetişirler gömülmeme
ah, belki
âşıkların gece yarısı
çiçek
bırakırlar kederli kabrime
.
.
.
lakin benim
soğuk bedenimi artık
alıkoymuştur
toprak, basmıştır bağrına
sensiz,
kalbinin atışlarının uzakta”
Ah Furuğ! Sen
ellerini bahçeye diktin, kalbimizde yeşerdi ellerin ve kalbin. şimdi yağmur
yağıyor burda ama aylardan Şubat değil.
Onur Köybaşı
– edebiyathaber.net (6 Kasım 2014)
No comments:
Post a Comment