John
Hartigan’a sorarsan, her şeyin kötüye gitmesi pek de önemli değil. Emekliliğine
sayılı saatler kalan bir adalet savunucusu için her şey karanlıktır ve hiçbir
şey şaşırtıcı değildir.
Önce yaz
geldi, sonra da yavaş yavaş havalar serinledi. Aslında ne yazlar geçti Sin City
hayranları için, ama bir türlü Sin City‘nin devam filmi gösterime girmiyordu.
Hayranları Sin City: A Dame to Kill For‘u 2005’ten beri heyecanla bekliyordu.
Film yaz biterken sinema salonlarına biraz karanlık biraz da çizgi roman
derinliği(!) katmaya geldi.
Sin City: A
Dame to Kill For çizgi roman yazarı/çizeri Frank Miller’ın karanlık kenti Günah
Şehri‘ndeki hikâyelerin perdeye ikinci kez uyarlanışı. Sin City filmlerinin
belki de en çok öne çıkan özelliği çizgi romanın dünyasına en sadık çekim
tekniklerini kullanması. John English ve William Witney 1941’de 12 bölümlük
Adventures of Captain Marvel‘i filme çektiğinden beri yüzlerce çizgi roman film
oldu. Bunların önemli bir kısmını izlemiş ve kitapları okumuş biri olarak, Sin
City başarılı bir şekilde filme aktarılan bir çizgi roman daha olmadığını
düşünüyorum. Filme aktarım diyorum çünkü Sin City bir uyarlamadansa
yeniden-yapım projesi gibi. Hikâyeye ve atmosfere o kadar sağdık ki, Günah
Şehri kitaplarını eline almış biri için filmi okuyormuşsunuz gibi oluyor. Tabii
bu filmin her aşamasında Frank Miller’ın parmağı olmasından kaynaklanıyor.
Miller, oyuncu seçiminden kullanılan teknolojinin belirlenmesine kadar filmin
her şeyiyle ilgilenmiş.
Sin City
serisinin film-noir türünde iyi bir örnek olduğunu iddia etmek ise pek mümkün
değil. Her ne kadar ‘film-noir’ın karakteristik hikâye anlatım özelliklerini
barındırsa da filmleri film-noir türüne koymanın pek doğru olmadığını
düşünüyorum. Bana soracak olursanız greenbox ile yaratılan film-noir atmosferi
fazla abartılı… Ya da film-noir söz konusu olduğunda fazla muhafazakârım. Sin
City serisinde film-noir türünün
klasikleşmiş özellikleri olan şiddet ve cinsellik abartılı olarak kullanılıyor
ve maalesef, şahane yazılmış anti-kahramanlar ve tehlikeli güzellerin önüne
geçiyor.
Hülasa, Sin
City: A Dame to Kill bir devam filmi olarak çok da başarılı olmasa da serinin
ve sinema salonlarında film-noir’a selam çakan bir film izlemek isteyenler için
iyi bir seyir. Tabii daha iyi film noir örnekleri izlemek isterseniz. Aşağıdaki
filmlere göz atmanızda fayda var.
The Third Man
1949
Carol Reed’in
yönettiği filmde baş karakterimiz Holly Martins, savaş sonrası Viyana
sokaklarını dolaşırken ona Anton Karas’ın şahane müzikleri eşlik eder. Filmde
efsane sinemacı Orson Welles’in yanı sıra Alida Valli ve Joseph Cotten boy
gösterir.
The Double
Indemnity 1944
Billy
Wilder’ın 1944 yapımı filminde kocasını öldürüp sigorta parasını elde etmeye
çalışan Phyllis Dietrichson’ın hikayesini izliyoruz. Filmde femme fatale olarak Barbara Stanwyck
boy gösteriyor, suç ortağı sigorta şirketi çalışanını ise Fred MacMurray
canlandırıyor.
The Killing
Stanley Kubrick’in
henüz 28 yaşındayken yönettiği film, Lionel White’ın Clean Break adlı
romanından uyarlanmış. Filmde Sterling Hayden, at yarışı bahislerinin bol
olacağı bir günde hipodromun kasasını boşalmayı planlayan 5 dolandırıcının
liderini canlandırıyor.
The Big Sleep
Howard
Hawks’ın yönettiği film de bir kitap uyarlaması, ama bu sefer uyarlanan
seneryoyu Amerikan Edebiyatı’nın en etkili yazarlarından William Faulkner
yazmış. Humphrey Bogart’ın canlandırdığı Dedektif Marlowe film boyunca bir
cinayet, şantaj ve bir de aşkla uğraşıp durur.
No comments:
Post a Comment