Tuesday, 11 November 2014

Ne Kadar Karanlık O Kadar Film-Noir I Halid Zafer


John Hartigan’a sorarsan, her şeyin kötüye gitmesi pek de önemli değil. Emekliliğine sayılı saatler kalan bir adalet savunucusu için her şey karanlıktır ve hiçbir şey şaşırtıcı değildir.
Önce yaz geldi, sonra da yavaş yavaş havalar serinledi. Aslında ne yazlar geçti Sin City hayranları için, ama bir türlü Sin City‘nin devam filmi gösterime girmiyordu. Hayranları Sin City: A Dame to Kill For‘u 2005’ten beri heyecanla bekliyordu. Film yaz biterken sinema salonlarına biraz karanlık biraz da çizgi roman derinliği(!) katmaya geldi.

Sin City: A Dame to Kill For çizgi roman yazarı/çizeri Frank Miller’ın karanlık kenti Günah Şehri‘ndeki hikâyelerin perdeye ikinci kez uyarlanışı. Sin City filmlerinin belki de en çok öne çıkan özelliği çizgi romanın dünyasına en sadık çekim tekniklerini kullanması. John English ve William Witney 1941’de 12 bölümlük Adventures of Captain Marvel‘i filme çektiğinden beri yüzlerce çizgi roman film oldu. Bunların önemli bir kısmını izlemiş ve kitapları okumuş biri olarak, Sin City başarılı bir şekilde filme aktarılan bir çizgi roman daha olmadığını düşünüyorum. Filme aktarım diyorum çünkü Sin City bir uyarlamadansa yeniden-yapım projesi gibi. Hikâyeye ve atmosfere o kadar sağdık ki, Günah Şehri kitaplarını eline almış biri için filmi okuyormuşsunuz gibi oluyor. Tabii bu filmin her aşamasında Frank Miller’ın parmağı olmasından kaynaklanıyor. Miller, oyuncu seçiminden kullanılan teknolojinin belirlenmesine kadar filmin her şeyiyle ilgilenmiş.

Sin City serisinin film-noir türünde iyi bir örnek olduğunu iddia etmek ise pek mümkün değil. Her ne kadar ‘film-noir’ın karakteristik hikâye anlatım özelliklerini barındırsa da filmleri film-noir türüne koymanın pek doğru olmadığını düşünüyorum. Bana soracak olursanız greenbox ile yaratılan film-noir atmosferi fazla abartılı… Ya da film-noir söz konusu olduğunda fazla muhafazakârım. Sin City serisinde  film-noir türünün klasikleşmiş özellikleri olan şiddet ve cinsellik abartılı olarak kullanılıyor ve maalesef, şahane yazılmış anti-kahramanlar ve tehlikeli güzellerin önüne geçiyor.
Hülasa, Sin City: A Dame to Kill bir devam filmi olarak çok da başarılı olmasa da serinin ve sinema salonlarında film-noir’a selam çakan bir film izlemek isteyenler için iyi bir seyir. Tabii daha iyi film noir örnekleri izlemek isterseniz. Aşağıdaki filmlere göz atmanızda fayda var.

The Third Man 1949

Carol Reed’in yönettiği filmde baş karakterimiz Holly Martins, savaş sonrası Viyana sokaklarını dolaşırken ona Anton Karas’ın şahane müzikleri eşlik eder. Filmde efsane sinemacı Orson Welles’in yanı sıra Alida Valli ve Joseph Cotten boy gösterir.


The Double Indemnity 1944

Billy Wilder’ın 1944 yapımı filminde kocasını öldürüp sigorta parasını elde etmeye çalışan Phyllis Dietrichson’ın hikayesini izliyoruz.  Filmde femme fatale olarak Barbara Stanwyck boy gösteriyor, suç ortağı sigorta şirketi çalışanını ise Fred MacMurray canlandırıyor.

The Killing

Stanley Kubrick’in henüz 28 yaşındayken yönettiği film, Lionel White’ın Clean Break adlı romanından uyarlanmış. Filmde Sterling Hayden, at yarışı bahislerinin bol olacağı bir günde hipodromun kasasını boşalmayı planlayan 5 dolandırıcının liderini canlandırıyor.

The Big Sleep

Howard Hawks’ın yönettiği film de bir kitap uyarlaması, ama bu sefer uyarlanan seneryoyu Amerikan Edebiyatı’nın en etkili yazarlarından William Faulkner yazmış. Humphrey Bogart’ın canlandırdığı Dedektif Marlowe film boyunca bir cinayet, şantaj ve bir de aşkla uğraşıp durur.



No comments:

Post a Comment