13 Kasım 2014
İstanbul
uçağından indim, ‘Kürt sokağı’nda ilk rastladığım vatandaşa malum soruyu
yönelttim:
“Çözüm süreci
nasıl?”
Yanıt
sahiciydi:
“Kafalar
karışık.”
“Nasıl yani?”
“Tayyip
Erdoğan’a güven yok. Yine seçimler için oyalama ve zaman kazanma oyunu içinde
olduğuna inanılıyor.”
“Peki ya
ateşkes...”
“İnsanlar
barışın tadını aldı. Erdoğan’a rest çekmekten yana değiller. Yeniden kan ve
gözyaşı istenmiyor, ateşkes bozulsun istenmiyor.”
Sokaktaki
hava böyle esiyor.
‘Vandallar’la
Çapulcular kendi
barışını yapamaz mı?’
Genç bir adam
aradan lafa giriyor: Bu Erdoğan’dan bir şey çıkmaz. Söyle Hasan Abi, biz
Vandallar’la Çapulcular, kendi barışımızı yapamaz mıyız?
Ofis
semtindeki Mono Kafe ve Kültür Evi’nde, bir yandan son kitabım Kürdistan
Günlükleri’ni imzalarken sohbet koyulaşıyor.
Esas konu
çözüm süreci ama sohbet bununla sınırlı kalmıyor.
Genç bir adam
aradan lafa giriyor:
“Bu
Erdoğan’dan bir şey çıkmaz. Söyle Hasan Abi, biz Vandallar’la Çapulcular, biz
kendi barışımızı yapamaz mıyız?”
Önce
sessizlik, sonra gülüşmeler...
“İşte yarınki
yazı başlığı” diyorum, kahkahalar...
Arkasından
beklediğim ya da artık kanıksadığım sorular:
“Ama bir
zamanlar PKK’ye bakışın farklıydı.”
“Ama bir
zamanlar Tayyip Erdoğan’ı desteklemiştin, yetmez ama evet...”
“Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde oyunu Selahattin Demirtaş’a vermiş olsan da, yerel seçimlerde
CHP’yi tercih ettin, nasıl yaptın bunu?..”
Yanıtı belli
sorular her seferinde olduğu gibi uzun zaman almıyor.
Asıl konu
Erdoğan ve çözüm sürecinde düğümleniyor.
Reddedilmeyen
kötü ihtimal
Erdoğan’a
güven duyulmuyor.
Sorunu
çözeceğine dair umut beslenmiyor.
Belki daha
doğru deyişle:
Erdoğan’ın
kafasındaki çözüm modeli ile kendi beklentileri arasında büyük bir farklılık,
hatta uçurum olduğunu düşünüyorlar.
Ama aynı
zamanda ‘çözüm süreci’nin kör topal da olsa devamını istedikleri anlaşılıyor.
Çözüm
sürecindeki tıkanıklığın alternatifi yine silah mı sorusunun yanıtı genellikle
hayır oluyor.
Bu çerçevede
belirginleşen bir nokta var:
Çözüm
sürecinin tıkanıyor olması bir boşluk doğurmakta; ya bu boşluğu birtakım
provokasyonlar doldurursa, iki tarafın da iradesi dışında ya da istenmediği
halde ateşkes bozulursa...
Böyle bir
ihtimal yok denebilir mi?
Sanmıyorum.
Kimse de
reddetmiyor bu kötü ihtimali.
İki taraf da
oyunbozan olmak istemiyor
Osman
Baydemir, ‘Erdoğan çok büyük fırsat kaçırdı, Çanakkale Türkler için neyse,
Kobanê’nin de Kürtler açısından aynı anlamı taşıdığını anlamadı’ diyor
Bu nedenle
bir şeyler yapmak lazım.
Provokasyonlar
için verimli bir alan olabilecek bir boşluk yaratmaktan kaçınmak şart.
Bu tahlil
genel kabul görüyor.
O zaman da
soruluyor:
Top kimde?..
Benim
yanıtım:
Top, Tayyip
Erdoğan’da!
Evet öyle.
Erdoğan
iktidarı, şu sıralar, bir şeyler yaparmış gibi bile yapmıyor. Beklenti çıtasını
şöyle bir yükseltmeye bile yanaşmıyor.
Kapalı
kapılar arkasında ne olup bittiğini, MİT’le Kandil arasında trafik var mı, yok
mu bilinmiyor.
Ama şimdilik
durum bu.
Süreç
tökezlerken, bir boşluk büyüyor.
Bu boşluk
tehlikeli!
Tekrar
ediyorum:
İstenmese de,
arzu edilmese de, hiç beklenmedik provokasyonlar, Türkiye’de 6-7 Ekim’den çok
daha fena patlamaları tetikleyebilir.
Yineliyorum:
Top
Erdoğan’da!
Şimdilik her
iki taraf da oyunbozan olmak istemiyor, anlaşılan, çözüm süreci böyle kör topal
yürümeye devam edecek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir yıl önce, 17 Kasım 2013'te
Diyarbakır'da buluşan Mesud Barzani ve Şivan Perwer ile birlikte sahneye
çıkmıştı
‘Çanakkale
Türkler için neyse, Kobanê Kürtler için o’
Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi’nin eski başkanı sevgili dost Osman Baydemir’le sohbet
ederken şöyle diyor:
“Kürtler
açısından cumhuriyet tarihinin en büyük kazanımı, Tayyip Erdoğan’ın İmralı’yla
resmen müzakere başlatması oldu. En büyük kayıp ise yine Erdoğan’ın Kobanê
politikası oldu. Erdoğan çok büyük bir fırsat kaçırdı. Çanakkale Türkler için
neyse, Kobanê’nin de Kürtler açısından aynı anlamı taşıdığını anlamadı. Eğer
anlayabilseydi Kobanê’yi, Şeyh Said’den, Dersim’den bu yana Kürtlerin bütün
derin acı ve yaraları tedavi edilebilecek, iyileşebilecekti. Erdoğan böylesine
büyük bir fırsatı kaçırdı.”
Ankara’nın
Kürtler arası birliği güçlendiren tavrı
Erdoğan’ın
IŞİD’e karşı Barzani’ye yardım elini uzatmaktan kaçınması bir kırılma noktası.
Bu durum Kürtler arası birlik projesini güçlendirmiş
Bölgeyi
konuşuyoruz.
ABD’nin
bölgeye yeniden girişi, Barzani’yle, PKK-PYD ikilisiyle değişim yaşayan
ilişkileri...
IŞİD...
Barzani’yle
PKK-PYD arasındaki yeni yapılanmanın şifreleri...
Kötüleyen
Obama-Erdoğan ilişkisi...
İzlenimlerimi
şöyle toplayabilirim:
(1) IŞİD,
Erbil’i ele geçirmeye çok yaklaşmışken, Erdoğan’ın Barzani’ye yardım elini
uzatmaktan kaçınması bir kırılma noktası, bir dönüm noktası olmuş. Irak Kürt
yönetiminde Ankara’ya karşı güven ölümcül bir darbe yemiş. Ve Barzani
cephesinde Erdoğan’ın takiyeciliği sahne almış...
(2) Bu durum,
Barzani’yle PYD-PKK’yi yakınlaştıran ‘Dohuk anlaşması’na kapıyı açmış, Kürtler
arası birlik projesini güçlendirmiş...
(3) Amerika,
bir yandan IŞİD’e karşı Barzani’nin arkasında yer alırken, aynı zamanda Başkan
Obama, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın terör örgütleri olarak ilan ettiği PYD-PKK
ikilisiyle ilişki kapısını Erdoğan’ın gözlerinin içine baka baka aralamış.
Eğer ‘gerçek
barış’ kurulmazsa…
Bu üç nokta
bölgenin yakın geleceği ve Türkiye açısından son derece önemli.
Türkiye, bir
yandan kendi Kürtleriyle, diğer yandan bölge Kürtleriyle barışacak bir oyun
planı kuramazsa, -ki kurabileceğine dair umudum yok gibi- Türkiye’yi çok zor
bir dönem bekliyor demektir.
Kürt siyasal
hareketinden biri şöyle dedi:
“Barışa son
veren barış’ı biliyoruz. Birinci Dünya Savaşı sonrası, 1919-1923 arasında
kurulan barış malum. Gerçek barış değildi. Onun için de paramparça oldu, oluk
gibi kan ve gözyaşı aktı, hâlâ akmaya da devam ediyor. Irak’la Suriye’nin içler
acısı durumu gözler önünde... Eğer Türkiye bu gerçeği görmez ve ‘ben yaptım
oldu’ türünden bir barış kurmaya kalkışırsa, bir süre geçer, Türkiye de bugünkü
Suriye’ye döner.”
Bir diğeri
şöyle tamamladı:
“Hem
Suriye’ye, hem Mısır’a döner.”
Günübirlik
Diyarbakır izlenimleri böyle.
No comments:
Post a Comment