Seyit Rıza 77
yıl önce bu gece asıldı. Son dileği oğlundan önce asılmaktı ama önce oğlu
asıldı.
Dersim İsyanı
ve katliamlar, CHP'li Onur Öymen'in söylemleri ile bugün yeniden gündemde.
Bugün aynı zamanda Dersim İsyanı'nın önderlerinden Seyit Rıza, oğlu ve beş
Tuncelili'nin Elazığ'da idam edilişlerinin 77. yılı.
Etkin Haber
Ajansı
İSTANBUL-
Seyit Rıza'nın mezarının nerede olduğu sorusunu ise devlet hala açıklamıyor.
Seyit Rıza, idam edilmeden önce, bugün Öymen'in sözlerine de yanıt olacak
şekilde şöyle sesleniyor: “Kerbela'nın evladıyız; ayıptır, zulümdür,
cinayettir!”
Dersim
İsyanı'nın önderlerinden Seyit Rıza, 17 yaşındaki oğlu Resik Hüseyin, Uşene Seyid,
Aliye Mırze Sili, Cıvrail Ağa, Hesen Ağa, Fındık Ağa ve Hesene İvraime Qıji,
1937 yılının 15 Kasımı'nda idam edildiler. Seyit Rıza, oğlu ve 5 Dersimli
Elazığ'da göstermelik bir mahkemede yargılandı ve idama mahkum edildi. Seyit
Rıza ve oğlu, yaşları nedeniyle yasalar gereği idam edilmemeleri gerekiyordu.
Fakat Seyit Rıza'nın yaşı küçültüldü, oğlunun yaşı ise büyütüldü ve 15 Kasım
1937'de Elazığ Buğday Meydanı'nda idam edildiler.
“72 YILLIK
İNSANLIK SUÇU SON BULSUN”
Seyit
Rıza'nın mezarının yeri devlet arşivlerinde mevcut ancak 72 senedir
açıklanmıyor. Ailenin avukatı Hüseyin Aygün, 2007 yılında Elazığ Valiliği'ne
Seyit Rıza'nın mezar yerinin açıklanması ve aileye teslim edilmesi için
müracaat etti. Valilik talebe yanıt bile vermedi. Bunun üzerine Elazığ İdare
Mahkemesi'ne dava açıldı. Mahkeme tarafından “Devlet kurumlarının elinde
herhangi bir bilgi yok. Dolayısıyla valiliğin kararında hukuka aykırı bir taraf
bulunmuyor. Valilik görevini yapmıştır” şeklinde karar verilerek dava
reddedildi. Yerel mahkemenin kararı temyiz edildi ve dosya Danıştay'a geldi.
Danıştay, aradan geçen zamana rağmen dosyayı hala karara bağlamadı.
Avrupa'da
yaşayan Seyit Rıza'nın torunu Rüstem Polat, Danıştay'dan olumsuz karar çıkması
durumunda AİHM'e gideceklerini söylüyor. Polat'ın devletten talebi şöyle:
“Devletin bize mezar yerlerinin nerede olduğunu söylemesini istiyoruz. Mezarda
bir mum yakmak ve ziyaret etmek bizim de hakkımız. 72 yıldır kayıp ve biz artık
su yüzüne çıkmasını istiyoruz. 72 yıldır süren insanlık suçunun son bulmasını
talep ediyoruz.”
1937-38'DE
DERSİM'DE NE OLDU?
Hukukçu-yazar
Hüseyin Aygün'ün, ‘Dersim 1938 ve Zorunlu İskân’ adlı kitabında 71 yıl sonra
elde ettiği yüzlerce belge, “Dersim ‘38 Sürgünleri” üzerine bugüne kadar
yapılmış en kapsamlı araştırma niteliğini taşıyor. Dersim 1938 trajedisini tüm
çıplaklığı ile sunuyor. Doç. Dr Mesut Yeğen, kitaba yazdığı önsözde şunları
anlatıyor:
“Dersim’in
önce Osmanlılaştırılması, ardından da Türkleştirilmesi yolundaki teşebbüsün
yüzyıllık hikâyesini Osmanlının ve Cumhuriyetin Dersim raporları üzerinden
veren Hüseyin Aygün’ün bu çalışması, bu hikâyenin son halkasını teşkil eden
1938 İsyanının ardından takip edilen devlet siyasetinin resmi dökümünü yapan
kimi belgeleri de ilk kez bilgimize sunuyor. İlk husus şu: 1937-38 Dersim
İsyanı, Cumhuriyet dönemi Kürt ayaklanmaları içerisinde sivillere yönelik
eziyetin ve kıyımın en şiddetlisine sahne olmuş gibidir. İsyan açıkça
kışkırtılmış, ardından da isyancılarla beraber aileleri ve hatta isyana iştirak
etmeyenler eziyete ve kıyıma maruz kalmıştır. Binlerce isyancı ve sivil
vatandaş öldürülmüş, kalan on binlercesi sürgün edilmiştir. Dersim İsyanı
esnasında gerçekleşen kıyımın hacmini en açık biçimde bir resmi belge
gösteriyor. (Reşat Hallı, 1972), Dersim İsyanı esnasında 17 günde yapılan
tarama harekatında ölü ve diri 7954 kişinin ele geçirildiğini ve 1019 silahın
toplandığını rapor etmektedir. Topu topu birkaç on bin kişinin yaşadığı bir
havaliden 7954 kişinin ölü ve diri ele geçirilmiş olması kadar, ele geçirilen
kişilerle yakalanan silahların sayısı arasındaki bariz örtüşmezlik, isyan
esnasında vuku bulan eziyetin derecesi hakkında yeterince şey söylüyor olsa
gerek.”
DERSİM 'ÇIBAN
BAŞI'
Şimdiki
adıyla Tunceli olan Dersim'i hükümetin gözünde ‘çıban başı’ yapan,
Dersimlilerin özerk yaşamak istemeleri, devlete vergi ve asker vermeye
yanaşmamalarıydı. Ama Cumhuriyet kadroları işi kökten halletmeye kararlıydılar.
1925 Şeyh Said, 1926-1930 Ağrı isyanlarının bastırılmasından sonra sıra
Dersim’e gelmişti. Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, Şubat 1926’da hükümete sunduğu
raporda, “Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıban başıdır. Bu çıban üzerinde
kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti için
mutlaka lazımdır” demişti. 1931’de Birinci Umumi Müfettişi İbrahim Tali
(Öngören) yöntemi açıkladı: “A. Bütün Dersimin hariçle münasebetini kat ederek
(keserek) bu yüzden taarruzlarına ve ticaretlerine mani olmak, aç kalacak halkı
zamanla kendiliğinden ilticaya icbar etmek (zorlamak) ve şu suretle Dersimi
fenalardan tahliye. B. Her tarafı esaslı surette kapadıktan sonra ihata
çemberini tedricen darlaştırmak ve fenalıklardan dolayı yakalananları derhal
Dersimden çıkarak Garba atmak ve serpiştirmek.”
Dersim 1923
sonrasında vilayet yapılmış ama 1926’da lağvedilerek kazaları Erzincan ve
Elazığ vilayetleri arasında bölüştürülmüştür. 14 Haziran 1934'de Türkiye'yi
etnisite esasına göre üç bölgeye ayıran 2510 sayılı İskan Kanunu ile 25 Aralık
1935'de çıkarılan 2884 sayılı Tunceli’nin Yönetimi Hakkında Kanun iğrenç bir
diktatörlük ve terör rejiminin zulüm ve vahşetin kanunları olmuştur. Dersim’in
adı Tunceli (‘Tunç Eli’) olarak değiştirildi. Ardından Birinci Umumi
Müfettişlik bölgesi kapsamında bulunan Elazığ, Tunceli, Erzincan ve Bingöl’ü
içeren Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kuruldu. Bu genel valiliğin
başına General Abdullah Alpdoğan atandı.
Alpdoğan,
1936‘da Tunceli'nin Amutka, Pulur, Karaoğlan, Sin, Haydaran, Danzig ve Burnak
gibi stratejik merkezlerinde askeri kışlalar ve karakollar inşa ettirmeye
başlar. Bu merkezlerden biri de eskiden Mazgirt’e bağlı olan Mamikan (Mameki)
köyüdür. Bu köy adı Tunceli olarak değiştirilen Dersim’in yönetim merkezi
olarak seçilir. Demenan aşireti ile bazı Nazımiye aşiretleri kendi bölgelerinde
yapımı başlatılan karakollara baskınlar düzenlemeye başlarlar. Çatışma böyle
başlar (1936).
Seyit Rıza,
askeri vali Alpdoğan’dan tekrar tekrar Tunceli Kanunu’nun iptalini (olağanüstü
rejimin lağvını) ve Dersim’in ulusal haklarının tanınmasını talep eder.
Alpdoğan’ın buna yanıtı, işgalci orduları Dersim’e sürmek olur. Diyarbakır’dan
kalkan uçaklar Dersim’e bomba yağdırır.
ATATÜRK'ÜN
KIZI UÇAKLA BOMBALIYOR
20 Eylül’de
İsmet İnönü Atatürk tarafından görevinden alınmış ve başbakanlığa Celal Bayar
getirilmişti. Devletin yok etme saldırısı devam ediyor, Tunceliler direniyordu.
Dönemin CHP hükümeti, Tunceli'yi “terbiye” etmekte kararlıydı. Bunun gereği
olarak Diyarbakır’dan kalkan üç uçak filosu bölgeye bombalar yağdırmıştır. Bu
uçaklardan birini Mustafa Kemal’in manevi kızı ve Türkiye’nin ‘ilk kadın
pilotu’ Sabiha Gökçen kullanmıştır. Çatışmalar her tarafa yayılır. Kışın
gelmesiyle zorunlu olarak kesilen çatışmalar, 1937‘de tekrar başlar.
ŞARK RAPORU
Bölgeye dair
izlenim ve önerilerini 1935’de hazırladığı ‘Şark Raporu’nda belirten Başbakan
İsmet İnönü, 18 Haziran 1937’de Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın da
katıldığı Bakanlar Kurulu toplantısında Dersim için ‘Islahat Programı’nı
açıkladı. Programa göre, “Dersim’e yol, köprü, okul, kışla yapılacak, askerlik
ve vergi işleri düzene konulacak, ağalık, derebeylik, şeyhlik kökünden
kaldırılacak, zorbaların malları devlete geçecek, halka toprak, ziraat aletleri
ve tohumluk verilecekti. Dersim’i 'haydut yatağı' durumuna getirenler, Batı
illerine nakledilecek, orada iskân edilip, namuslu, eğitilmiş vatandaşlar
haline getirileceklerdi. Dersim tamamen boşaltılacak ve burada Bakanlar
Kurulu’nun izni olmadan kimse oturmayacak ve yerleşmeyecekti. Böylece, resmi
tarih tezine göre ‘Horasan’dan gelme öz Sünni Türk olan ama sonradan Kızılbaş
Kürtlere dönüşen Dersimliler’, asıl çevrelerine, benliklerine kavuşacaktı.
İnönü’nün açıkladığı önlemler arasında “Dersim'in Türk yuvası haline
getirilmesi’ de vardı.
SÜRGÜN SÜRECİ
Direniş
uzayınca devlet artık 'terbiye' etmekten vazgeçti. Bu kez ise “tenkil”
edecekti. Yani artık topluca ortadan kaldırılacaktı. Bakanlar Kurulu, “Tunceli
halkından ve yasak bölgelerin içinden ve dışından 5-7 bin kişinin Batı illerine
nakil ve iskânı” kararını almıştı. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından bizzat
seçilen 3 bin 470 kişiden oluşan 347 aile, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli,
Balıkesir, Manisa ve İzmir gibi Batı illerine serpiştirilerek yerleştirilirler.
Dersim
İsyanı, 1938 Eylül'ünde bir soykırımla ve toplu sürgünlerle bastırıldı. Artık
başında askeri sömürge valileri olan olağanüstü bir rejimle yönetilmeye
başlandı. Bütün Dersim, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından 10 yıl için
“Yasak Bölge“ ilan edildi. Mustafa Kemal, hastalığı dolayısıyla Celal Bayar
tarafından okunan 1 Kasım 1938’deki Meclis’i açış konuşmasında Tunceli’de
‘haydutluk ve eşkıyalık olaylarının bitirilerek ulusal egemenliğin
sağlanmasından duyduğu kıvancı’ dile getirmiş, İsmet İnönü “Dersim
müşkilesinden kurtulduk” demiştir.
Tunceli
Kanunu, Genel Valilik, Yasak Bölge uygulamalarının 1948/49‘larda artık sona
erdiği düşünülürse de, işgal başka biçimler altında, olağanüstü rejim biçiminde
devam etmiştir.
No comments:
Post a Comment