Wednesday, 26 November 2014

“Çağdaş olan, zamana aykırı olandır.”

“Çağdaş olan, zamana aykırı olandır.”
Roland Barthes

1874’te, o güne kadar Yunan metinleri üzerinde çalışmış ve iki yıl önce Tragedyanın Doğuşu’yla beklenmedik bir şöhret kazanmış genç bir filolog olan Friedrich Nietzsche, Unzeitgemäse Betrachtungen, Zamana Aykırı Düşünceler adlı kitabını yayınlar: kendi zamanıyla hesaplaşmaya ve şimdi karşısında bir tavır almaya çalıştığı bir eserdir bu. İkinci düşüncenin başında, “Bu düşüncenin kendisi zamana aykırıdır,” diye yazar, “çünkü bu çağın gayet haklı bir gurur duyduğu şeyi, yani tarihsel kültürünü, bir hastalık, bir acizlik ve bir kusur olarak anlamaya çalışmaktadır; çünkü ben hepimizin tarihin ateşiyle kavrulduğumuza ve en azından onu anlamamız gerektiğine inanıyorum.” Başka deyişle Nietzsche, kendi “güncellik” [attualitá] iddiasını, şimdiyle “çağdaşlığını”, bir kopukluk ve yerinden çıkmışlık içerisinde konumlandırır. Hakikaten çağdaş olanlar, hakikaten zamanlarına ait olanlar, ne onunla mükemmelen örtüşen ne de kendilerini onun gerektirdiklerine uyarlayanlardır. Böylece bir anlamda “günü geçmiş”tirler [inattuale]. Ama tam da bu durumlarından ötürü, tam da bu kopukluk ve anakronizm yoluyla, kendi zamanlarını algılamada ve kavramada başkalarından daha başarılı olurlar.

Elbette bu örtüşmezlik, bu “dis-kron”, çağdaş kişinin başka bir zamanda yaşayan biri olması; kendini yaşadığı şehirden ve zamandan çok, Perikles’in Atina’sına ya da Robespierre’in veya Marquis de Sade’ın Paris’ine ait hisseden bir nostaljik olması demek değil. Akıllı bir insan, kendi zamanından kaçışı olmadığını, ister istemez ona ait olduğunu bildiği halde, kendi çağını pekâlâ hor görebilir.

O halde çağdaşlık, insanın yaşadığı zamanla arasındaki tekil bir ilişki biçimidir: ona bağlı kalan, ve aynı zamanda ona belli bir mesafede duran bir ilişki. Daha net bir ifadeyle, çağdaşlık, zamana bir kopukluk ve anakronizm yoluyla bağlı kalan ilişkidir. Kendi zamanlarıyla mükemmelen uyuşan, ona her bakımdan bağlı olanlar, çağdaş değildirler – tam da onu göremedikleri, bakışlarını onun üzerinde tutmayı başaramadıkları için.


Giorgio Agamben

No comments:

Post a Comment