İçinde
yaşadığımız şehirler ölümün okullarıdır,
çünkü
gayri insanidirler. Bu şehirlerin her biri uğultunun
ve
leş kokusunun kesiştiği kavşaklar halini almıştır,
her
biri binalardan oluşan bir kaos olmuştur,
bu
şehirlerin içine milyonlarcamız yığılarak, yaşama
nedenimizi
yitirmekteyiz. Biz çaresiz bahtsızlar,
kendimizi
saçmalık labirentine iyi kötü girmiş hissediyoruz
ve
buradan ancak ölümüz çıkacak, çünkü bizim
yazgımız
daima çoğalmakta, tek amacımız da sayısızca
ölmekte.
İçinde yaşadığımız şehirler, çarkın
her
dönüşünde birbiri ardına hissettirmeden ilerliyor,
birbirleriyle
kaynaşma özlemiyle yanıp tutuşarak;
bu
yürüyüş mutlak kaosa doğru, uğultu ve leş
kokusu
içinde. Çarkın her dönüşünde arazi fiyatları
artıyor,
boş alanı yutan Iabirentin içinde plasman geliri şehir
duvarlarını günden güne yükseltiyor. Paranın para
getirmesi ve içinde yaşadığımız şehirlerin ilerlemesi
şart olduğundan, her kuşağın evlerinin iki misli
yükselmesi ve iki günde bir suların kesilmesi
de
meşrudur. Mimarların tek özlemi, bize hazırladıkları kaderden
kaçıp kırda yaşamaya gitmektir.
[...]
İçimizde
taşıdığımız cehennem, şehirlerimizin cehennemine karşılık
geliyor, şehirlerimiz zihniyetlerimizin ölçüsü,
ölüm istenci yaşama coşkusuna öncülük ediyor
ve hangisinin bize esin kaynağı olduğunu ayırt
edemiyoruz, tekrarlanıp duran işlere koşturuyor ve
doruklara yükselmekle övünüyoruz, ölçüsüzlüğün elinde esiriz ve
düşünüp taşınmadan sürekli
binalar
inşa ediyoruz. Dünya bir süre sonra yalnızca bir şantiye olacak. Burada,
beyaz karıncalar gibi, milyarlarca
kör, uğultunun ve leş kokusunun içinde
otomatlar gibi didinip duracaktır soluksuz kalana dek.
Günün birinde, deli gibi uyanıp, bıkıp usanmadan
birbirlerini boğazlamaya koyulacaklar. İçine
gömüldüğümüz bu evrende delilik, yabancılaşmış insanın,
cinli insanın, imkanlarının gerisinde kalmış
ve eserlerinin kölesi olmuş insanın kendiliğindenliğinin alacağı
biçimdir. Delilik artık elli katlı konutlarımızın
altında kuluçkaya yatıyor. Deliliğin kökünü
kazıma yönündeki aciliyetimize rağmen, yeni tanrı
odur, ona bir tür ibadette bulunsak bile yatıştıramayız onu: Ölümümüzdür o; hiç
durmadan her
şeyi talep eder.
[...]
Yok
olup gidecek olan için bir ölüm ezgisidir benim söylediğim
ve beş para etmez naiplerimiz karşısında, kafalarına
ayin başlığı geçirmiş düzenbazlarımız karşısında
ve çoğu olgunluğa bile erişmemiş bilginlerimiz karşısında,
ben, bir münzevi, meçhul biri, kendi
kuşağının kahini, yakılmak yerine sessizliğe canlı
canlı kapanmış ben, yarın insanların koro halinde terennüm
edecekleri bu silinmez sözleri ben söylüyorum.
Tek tesellim, bir dahaki sefere bu naiplerin, düzenbaz
ve bilginlerin de bizimle birlikte ölecekleri, bu
mel'unların felaketten kaçıp sığınabilecekleri bir
yeraltı olmayacak, okyanusta onları kabul edebilecek
ada kalmayacak, onları yutacak çöl de kalmayacak;
onları, hazinelerini ve ailelerini. Karanlıkların içine
hep birlikte geri dönüşsüzce yuvarlanacağız ve
gölgeler kuyusu kabul edecek bizi; bizi ve saçma
tanrılarımızı, bizi ve cani değerlerimizi, bizi ve
gülünç türlerimizi. Ancak o zaman, yalnızca o zaman adalet
yerini bulacak ve bizi hiçbir gerekçeyle taklit
edilmemesi gereken bir model olarak anımsayacaklar, biz
yükselen kuşaklar için uyarı olacağız ve gelip
metropollerimizin çirkin kalıntılarını -düzenin yarattığı
bu kaos evlatlarını!- seyredecekler.
Albert
Caraco / Kaos'un Kutsal Kitabı
No comments:
Post a Comment