onların ölümü
mavi bir ölümdür... sorsam
ateş
yollarından geçmişim, damarlarıma kan unutmaz cinayetler yürür
damarlarıma
kan unutmaz cinayetler yürür
kasıkları
bir cereyan mağmasında yanarak geçiyorlar gözlerimden
budanmış
bir dal gibi asılıyorum askı demirine, koltukaltlarımda buz dikenleri
uzun
yoldan gelmişim... zaman zindan içinde dehliz geceler
yaralarımızın
dilvermezliğiyle sustuğumuz çağlardan
kaç yıl
geçmiş bir kış gecesi donuyor mamak ışıklarında zaman
yüreğim
demir tarayan bir gemi gibi savruluyor fırtınaların göbeğine
soluk alamıyorum
savurdum gözlerimi çınıldayan mazgal deliğine
serçeler
bir çitlenbik dalında çiğ damlaları gibi dizildiler dikenli tele
sesler
geliyor koridordan çığlık çığlığa insan sesleri
susuyoruz
koğuşta biz kırk çift göz kırk pusatsız ağız
ite kaka
atıyorlar kapıdan kaşlarını dipçik ezmiş kaskatı kesilmiş elleri
susuyorum
bir çağ masalı bu ahir zaman içinde
sarı bir
köpük fışkırıyor ağzından ve ince bir fısıltı boğuk
soluk
alamıyorum bir çağ masalı bu ağabeyim nasıl
orada
düşüp kalacağım okuduğunuz kitap sayfalarına teri damlayan biri
fışkıracak
ağzımdan külrengi battaniyenin kıyısına safran çiçekleri
düşüp
kalacağım sokaklarda ve dağlarda insanlarımız düşüp kalacak
siz
eğiredurun diyeceğim susan çığlığınızı ağzımdan sızan köpüğün kirmeninde
buluşacak
bir yer bulunur elbet o korkunç çığlığı geceler boyu sustum
bir çağ
masalı bu belki inanan çıkmaz eşkalimi unuttum
ölüm'üm,
ölümün bütün mezheplerde ortak olan lehçesi
gümüş haç
ışıltılarıyla çağırıyor beni
ilk ateş
hırsızının
sedef bir
tabut kapağına kazınmış
o korkunç
gülümseyişi
Emirhan Oğuz
No comments:
Post a Comment