Çok geç
tanıştım hayvan sevgisiyle. 20′li yaşlarda. İlkin kedilerin oyuncu, farklı
doğalarına hayranlık duyarak başladım işe. Ama mesafeliydik yine de. Birdenbire
hayatıma girmiş, çok da fazla sorumluluk hissetmediğim ama varlıklarından
memnun olduğum yabancılardı. Oynar, sevişir, sonra kendi dertlerime dönerdim. Sonra
onlarsız yapamamaya başladım. Neden? İnsan dışında bir canlıyla anlaşabilmenin
cazibesinden desem daha hamdım. Seviyordum yine de onları. Bir kedi gördüğümde,
fısır fısır konuşmaya başladığımızda ilk evcilleşen bendim. Kedinin sahip
olduğu ben.
Daha çok
kedileştikçe, onlarla daha çok düşüp kalktıkça kedice bakar oldum dünyaya.
Sonra bir kapı açıldı, bu kapıdan tüm hayvanlar doldu içeri. Hayvan olmak böyle
bir şeymiş demek. Sadece kendini düşünmemekmiş.
Derken
köpekler, yunuslar, fok balıkları, balinalar, tilkiler, ayılar, inekler, koyunlar,
keçiler, tavuklar…… öyle veya böyle insanın zulmüne sistematik biçimde maruz
kalmış her canlı için diyeceğim bir şey olmalı telaşı. Tıpkı kendi acıma,
kardeşimin acısına tanık olduğumda bir şey demek istediğim gibi. Eşitlendi
kafamdaki tüm acılar. Birinin diğerinden farkı kalmadı, kafamdaki eşitlik
yüzünden daha beter çaresizlikler yaşasam da. Dalga geçilmesi mi dersiniz,
bıyık altından gülünmesi mi, kaçık muamelesi yapılması mı, duyarsızlık, küçük
burjuvalık yaftaları mı. Bu lanet söz öbeği bu topraklarda ne zaman bir hakaret
haline geldi bilmem ama laf aramızda tüm çevre küçük burjuvayken hem de.Çünkü
bu öyle bir durum ki “çık, ben istemiyorum bunu” dediğinizde olmuyor. Aldığınız
eğitimle, mirasınızla, sermayenizle ilgili bir durum bu. Üstelik sadece
paracıklardan değil kültürel sermayeden de bahsediyorum.
Çok içime
sinen bir açıklama olduğu için değil ama Amerikalı bir botanikçi şöyle demiş; ”
Güney Amerika akbabalarının ya da türdeşlerinin korunmasının önemi onlara
ihtiyaç duymamızda değil, onları kurtarmak için insani meziyetlere ihtiyaç
duymamızdadır; çünkü kendimizi kurtarabilmemiz için bize gereken de bu
meziyetlerdir”
Kulağa
güzel geliyor, sonuçta amaç insanı kurtarmak, merkezde biz varız. Ama
akbabalara ihtiyaç duyanlar ne olacak? Her börtüye, böceğe gözünü dört açarak
bakanlar. Yine de, insanı da, hayvanı da işin kolayına kaçmadan, eşit, eşite
yakın, eşitliği dert eder bir kaygıyla anlamaya, tanımaya, sevmeye çalışanlara,
egzotik meyve muamelesi yapanlar için bir anlam ifade edebilir, bu sözler. En
azından derdimiz bu olsun, “akbabalar” önemli çünkü onları kurtarmak için
ihtiyaç duyduğumuz meziyetler, bu yangından kurtarmaya çalıştıklarımızı
kurtaracak tek şey.
Bu yüzden
hayvanları dert etmeye “sistematik” olarak başlamayı önemsiyorum. Onların
yaşadığında başka bir şey var. Biz insanların yaşadığı şeyden daha kimsesiz bir
acı. Çünkü sınırlarını bizim belirlediğimiz bir dünyaya tam olarak tabiler.
Beğenmesek gideriz, çok kızarsak dövüşürüz, bıkarsak intihar ederiz, acı
çekersek bağırırız belki biri bizi duyar. Duysun diye bağırırız. Onların
bildiği bir “dil” değil bu. Hem
bağırsalar da en iyi ihtimalle “uygarlık zaiyatı” onlar, duyuramazlar
seslerini.
Peki kim
umursayacak onları? Devlet mi? Yasalarla mı? İnsanın ezileninin yanında olmayan
devlet, hayvanın ezilenin de, henüz ezilmemiş olanın da yanında değil. Onlar
toplama kampları tasarlamakla, gece yarısı hayvan itlaf edip suçu birbirlerine
atmakla,hayvanların yaşam hakkına göz dikenlerin sırtını sıvazlamakla, gadre uğramış hayvanları yok saymakla, dipsiz
bir vahşet içinde eyleşiyorlar.
Sivil
toplum kuruluşları? Evet ben de tam olarak onlardan bahsetmek istiyorum.
Yaklaşık 1 aydır korkunç bir hikayeye tanık olmanın azabıyla kıvranıyorum. Bir
adam, bir taşra ilinde, evine aldığı kedilere tecavüz ediyor, işkence ediyor.
İlin hayvanları koruma derneğı başkanının, evdeki hayvanları alıp, veterinere
götürmesiyle anlaşılıyor olay. Ama dernek başkanı, adamın çocuklarını
sıkıştırıp tedavi masraflarını alabilmeyi, bu işkence ve tecavüzün ortaya
çıkarılmasından daha önemli görüyor. Veterinerin rapor yazmasını talep etmiyor.
Konu daha büyük bir ildeki daha nüfuslu bir dernek başkanına aktarılıyor. O da
topu, bu raporu almaya gerek görmeyen başkana atıyor, o halleder deyip
kapatıyor dosyayı.
Tanık olan
kişi bu defa ennnn büyük ildeki başka bir kuruluş yetkilisini arıyor. Hemen
kollar sıvanıyor, müjdeli haber veriliyor. “2 temsilcimiz bir avukatla oraya
gelecek” Tabii sevinç nidaları atıyoruz, insanlık ölmemiş yahu, sevinmez miyiz?
Derken yeni bir haber geliyor, gelen sayısı 1′e düşmüş, bir de denilen tarihten
sonra gelinebilecek. Olur mu olur. Yine de sevinçliyiz. 15 Eylül’de bu şahıs
ilimize iniyor. Avukat beklentisi içerisinde olduğumuzdan, gelen kadını avukat
sanıyor, öyle muamele ediyoruz. İlin bir çok sorunu var, onları da anlatıyoruz.
Hani avukat ya gelmişken, dava, şikayet, suç duyurusu bir temize çekeriz belki
coğrafyayı. Ama olmuyor. Çünkü gelen kişi “avukat” değil. Olmayabilir, diyoruz.
Önemli olan şu problemleri bir hal yoluna koymak, bir dernek yetkilisi sonuçta.
Ama o da değil. Kendini “Hayvanları yaşatma ve Koruma Derneği’nin yönetim
kurulu üyesi diye tanıtan bu kadın, devlet tarafından tanınmayan, çünkü
kuruluşu gerçekleştirilmemiş bir “sanal” derneğin yönetim kurulunda. Neden
üzerinde duralım ki, illa yasal olmak zorunda değil. Belki bir gönüllüler
birliğidir , bu da olur, deyip geçebiliriz sorunu.
Velakin
yaşadığımız sorunlar için egzantrik çözümler öneriyor. Örneğin maket bıçağı
alarak tecavüzcünün evine gidip havyanlara el koymak, civcivleri canlı canlı
şehir çöplüğüne döken şirketle “gaga” için anlaşmak gibi. – gagalar köpek
yemeği yapmakta kullanılıyor- Bunları
yaparken de şehir çöplüğünden beslenen köpeklere mama götürüp fotoğraflarını
çekiyor, mezarlıktaki hayvanları besleyip fotoğraflarını çekiyor, ilin
gazetesinde hayvanlar hakkında suç niteliğinde yazılar yazan bir adamı tehdit
ediyor. Sert bir karşılık alınca hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ediyor.
Çeşitli toplantılara katıldığını, kurum ve kuruluşların yetkilileriyle görüşüp,
sorunları hallettiğini “iddia ediyor. Ama ne sorunların ne olduğundan, ne nasıl
hallettiğinden, ne kimle görüştüğünden, ne nasıl sözler aldığından haberdar
olamıyoruz. Sosyal medyaya eklediği bir videoda çöplere dökülen civcivler
sorununu “İki tavuk çiftliğini paketledim” diyerek çözdüğünü söylüyor. “Paketlemek?”
Bu bildiğim bir jargon değil. Bilmek zorunda da değilim. “Sorun neydi, nasıl
çözdün?” bilmek istediğim tek şey bu. Videonun altına bunu yorum olarak
yazıyorum ve siliyor.
Söz konusu
videoda söylediği başka şeyler de var;
“Çocuklar
kurtuldu.
Tecavüzcü
eziyetçi olarak bize ihbar edilen kişinin elinde hayvan kalmadı.
Ruhsatsız
bir silahı olduğu söylendi onu da paketletiyorum.
Gerekli
işlemleri de yaptım.
Bir daha
hayvan edinmemesini üzerine de bütün gerekli önlemler alındı.
Başka
gelişmeler de var.
Buraya
geldiğimizden ötürü çok memnun kaldı devletin bölge müdürlükleri, tarım il
müdürlüğü, orman bakanlığı
ve
belediyeyle de çok ciddi işler yaptık, projeler, çözüm önerileri.
ve iki
tavuk firmasını da paketliyorum arkadaşlar”
Sanki
İsveç’ten bildiriyor. Asayiş berkemal.
Bu adam
kim? Söylenmiyor.
Bu adam
hakkında suç duyurusunda bulunuldu mu? Söylenmiyor.
Gerekli
işlemler neler? Söylenmiyor.
Hayvanlar
elinden nasıl alındı? Söylenmiyor.
Hayvanlar
kime bırakıldı? Söylenmiyor.
Silah
nasıl paketlendi? Söylenmiyor.
Söz konusu
adamın bir daha hayvan sahiplenmemesinin önüne nasıl geçildi? Söylenmiyor.
Ciddi
işler, projeler, çözüm önerileri neler? Söylenmiyor.
Tavuk
çiftliklerini paketlemek ne demek? Söylenmiyor.
Bu iletiyi
27 kişi beğenmiş, 15 kişi paylaşmış. Söz konusu şahsın sayfasını beğenen 7962
kişi var ve mürit gibi davranıyorlar. Yaptığını iddia ettiği eylemler
sorgulanmıyor, sorgulayanın yorumları anında siliniyor, tıpkı benimki gibi.
Bununla da
kalmıyor ne yazık ki. Tecavüz ve işkence ihbarında bulunan kişinin telefonuna
“Sen yalancısın” diye mesaj atıyor, bu “sanal” dernek yönetim kurulu üyesi.
Çünkü veteriner hayvanların tecavüze uğradığını kabul etmemiş (!), sadece hafif
işkence var demiş. Bu işkenceye, hayvanların çığlıklarıyla tanıklık eden
apartman sakinleri ve yönetici tanık olmamak için “biz bilmiyoruz” demişler.
Veterinerden rapor almak yerine kedilerin tedavi masraflarını daha önemli bulan
dernek başkanı da” yok böyle bir şey” demiş. Ayrıca tecavüz ettiği iddia edilen
kişiye de sormuş, o da “Yok, ben böyle bir şey yapmadım” demiş.
Tecavüzle
suçlanan kişiye, veteriner masrafınının karşılanmasını hayvanlara tecavüz
edilmesinden daha önemli gören dernek başkanına, tanık olmamak için gördüğüne
sırt çevirme geleneği olan memleket insanına, tecavüzle suçlanan kişiyle
arkadaşlık eden bir babaya sahip olan veterinere sorup bu ihbarın yalan olduğu
sonucuna varmak da ayrı bir yetenek istiyor, kabul etmek gerek! Peki
tecavüz/taciz ihbarıyla bu şehre gelmiş “yetkili” yukarıdaki şahıslara sorarak
ihbarın yalan olduğu sonucuna vardığı halde neden böyle bir video yayınlar?
Sonra öğrendi desek bu videoyu yayınladığı tarih 16 Eylül, bugün 19′u ve hala
tekzip gelmedi! “Show must go on”mu yoksa?
Ey
insanlık, burada çok fena bir mide bulantısıyla başbaşa kalıyorum. Söz konusu
olan hayvanların yaşam hakkını, refahını korumak iddiasında olan 3 gerçek
dernek başkanı, 1 “sanal” dernek yönetim kurulu üyesi, 1 veteriner, 1
apartmanın sakinleri, 1 işkenceci/tecavüzcü, bu şahsın durumdan haberdar edilen
çocukları.
Hadi
diyelim veteriner sonradan tecavüz teşhisinden vazgeçti, hafif işkence de mi
kusur değil, hem işkencenin hafifi ne demek? Veterinere götürülen 3 hayvandan
2′si felçliydi. Bu hayvanların doğuştan değil, sonradan, omuriliğe baskı sonucu
felç olduğunu söyleyen veteriner nereye gitti?
Peki bir kediye nasıl tecavüz edilir? İlin hayvan derneği başkanının,
adamın evinde bulunan ve fotoğraflarını çektiği sakinleştiricilerle mi? Peki bu
fotoğraflar nerede?
Durup
sakin olmaya ve anlamaya çalışıyorum. Durum vahim… Hayvan dernekleri ve bazı
gruplar hakkında internette araştırma yapıyorum. Sonu gelmeyen iddialar,
birbirine çamur atmalar, didişmeler gırla gidiyor. Neden?
Neden bu
ülkede hayvan hakları savunuculuğuna iş adamları ve iş kadınları soyunuyor? Bu
derneklerde faaliyet gösterenlerle, bir şirkette altındaki herkesi ezerek
kariyer basamaklarını tırmanan kişiler arasındaki bu biçim ve söylem benzerliği
nereden geliyor? Bu alanda dernekleşme, hayvanları sevip korurken, önemli bir
kazanç kapısının, ego tatmininin kapısını mı aralıyor? Kirli çamaşırlar için
iyi bir deterjan görevi mi görüyor hayvanlar? Niye böyle düşünüyorum, çünkü
rant bozar, burası leş gibi rant kokuyor!
Peki bu
derneklerin gelirleri, giderleri denetleniyor mu? Denetleyenler kim?
Denetleyenleri kim denetleyecek? Ortada bir dernek olmadığı halde, kendini,
olmayan derneğin yönetim kurulu üyesiymiş gibi sunanları ne yapacağız? Peki
sınırlarını çizdiği kendi alanı içerisinde anlamlı işler yapmaya soyunsa da bunu
kendi alanına girmeyen hayvanların öldürülmesine, işkence görmesine göz yumarak
elde ettiği imtiyazlarla yapanları?
Daha ötesi
bu dernek ve derneğimsiler yaydıkları algıyla bize işlerin yoluna koyulduğu ile
ilgili koca bir yalan anlatıyorlar, bu yalanı besliyor, büyütüyor ve bizim
duygularımızı da sömürerek, görsek belki acısından gebereceğimiz gerçekleri
şehir dışına taşımanın, uzaklaştırmanın bahanesi oluyorlar. Bunun hangi iyi
niyetlerle yapıldığı umurumda bile değil. Bilinçsiz bir iyiliğin, önünü göremeyen
hayırseverliğin tescilli kötülüklerle yarışamayacağını biliyoruz.
İnsanlar
arıyor belediyeyi, “mahallemizdeki köpeklerden rahatsısız, gelin bunları
barınağa götürün” Barınak dediğin çokça küçük azca büyük hapishane. Hastası,
sağlıklısı, yavrusu tıkılmış demir parmaklıkların ardına. Kimin nereye atılması
için bu gayret? Acıyı, çaresizliği gözden uzak tutmanın en hijyenik yolu
bulunmuş, birtakım belediyeler, dernekler var, imza topluyor, barınak yapıyor,
hayvan yemliyor. Biz de evinde kedisi, muhabbet kuşu, belki köpeği bulunan
insanlar olarak gerekli yardımı yapıp huzurla uyuyabiliriz, öyle mi?
Sadece
bireysel arınma değil, kurumsal arınma ve dahası sermayenin arınması,
paklanması çabası da yine bu “sosyal moronluk” modasının marifetiyle devam ediyor.
Tavuk çiftliği sahibi, köpekleri doyuruyor. Fabrikalarıyla derelerimizi
zehirleyen şirket barınak sponsoru oluyor. Bir doğa derneğinin düzenlediği
foruma, doğaya bizzat kıyma kuşbaşı kıyan firma destek atıyor. Markaları, egoları cilalama yarışı içinde
köpeğin, kedinin, tavuğun, balığın, insanın vb. yaşam hakkı, doğa hakkı,
minicik bir leke. Ama uzlaşabiliyoruz! Bunun iyi bir halt olduğunu kim iddia
ediyor? Ne vererek, neden vazgeçerek uzlaşıyoruz?
Bizim,
belediye başkanlarıyla, sermaye patronlarıyla bol gülümsemeli pozlar vererek,
“ama uzlaşmadan bir şey elde edilmiyor ki” diyen şefkatli katillere ihtiyacımız
yok.Çünkü biliyoruz ki, o belediye başkanlarının, o patronların hayvanlara
yaptığı her iyilik, daha büyük bir kötülüğün kılıfı. Kılıfın hangi kumaştan
biçildiğini görmek için aylardır ziyaret edilmeyen herhangi bir barınağa, şehir
çöplüklerine, mezbahaneye, hayvan çiftliklerine, fabrikanın arka kapısından
akan dereye bakmak yeterli. Sahne “Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı”*. En iyi
ihtimalle sofra göz kamaştırıyor ama mutfaktaki etler kurtlanmış, en kötü
ihtimalle ise kurtlanmış etler vitrinde.
Sorular
çok büyük, çok ağır. Ve hayvan haklarına/özgürlüğüne bu kadar duyarsız bir
toplumda yaşıyorken, “gerçekten” bir şeyler yapanları karalamış sayılmak da
istemiyorum. Onlar üzerine de alınmayacaktır zaten. Diyeceğim odur ki hayvan
özgürlüğü/hakkı mücadelesi bu ülkede iş kadınlarından, adamlarından egoseverlerden, cilacılardan, normopatlardan
önce sol, sosyalist, anarşist, feminist, ekolojist insanların işi olmalıdır.
Eğer bu iş edinilmezse, bizi, iyi niyet taşlarına basarak cehenneme çıkaracak
yola çoktan girdik çünkü.
————————
Bu konuda
kurumsal bir destek bulunamadığı, hukuk yardımı alınamadığı için, tanığı
korumak adına, kişiler ve derneklerin adı verilememiştir. Çünkü olay büyük ama
tanık küçüktür. Tanık çok, ama iş “ben tanığım” demeye gelince hiç yoktur. Ama
ne gam! Tanık olmanın ağırlığını taşımaktansa, olmamanın utancını taşıyacak
insanlarla yaşıyorken! Üstelik bu insanlar, utancın ne olduğunun bile farkında
değilken. Ne diyordu Cemal Süreya ” Katil de bilmiyor öldürdüğünü, hırsız da
bilmiyor çaldığını”
* Peter
Greenaway filmi
Bu yazı
Meydan Gazetesi okuru tarafından gönderilmiştir.
No comments:
Post a Comment