Wednesday 26 November 2014

Melek Tavus’un çocukları



Eren KARAKUŞ

Diyarbakır - Mardin yolunda bulunan Êzidi kampında yaklaşık dört bin kişi yaşıyor. Şengalli Êzidi birinin yardımıyla, daha iyi ve sağlıklı iletişim kurabilmek için beraberce tek tek gezdiğimiz çadırlardakilere “diğer aile üyeleriniz nerede?” diye soruyoruz, ben de tek tek not alıyorum :

- Kı zkardeşimi ve annemi Işid esir aldı. Babamı ve abilerimi öldürdüler. Şengal dağına sığınırken amcam (yaşlıydı) öldü.

Bir diğer görevli soruyor :

-Kaç yaşındasın?

- 8

Not ediyorum.

Bu kampta fotoğraf veya film çekmek yasak. Burada yaşayan Şengalli Êzidiler’in kültürleri çok farklı ve bağımsız yaşamışlar hep. Kendilerine özgü bir düzenleri var. Şengal’in dışındaki dünyayla nerdeyse bir bağları yok. Tamamen içe kapalı bir topluluk olarak (meselâ Êzidi değilse asla karşılıklı kız alıp vermiyorlar) yüzyıllardır yobaz müslümanlar tarafından her katledilişlerinde, her seferinde, sığındıkları Şengal (Sincar) onlar için kutsal bir şehir. Birinin derdi oldu mu Şengal Dağı’na çıkar, dua eder. “Şengal’e sığındım” der. Bu yüzden dışardan gelen insanlar onlar için ürkütücü ve güvenilmez oluyor ve kampta birilerinin fotoğraf veya video çekmelerinden çok rahatsız oluyorlar. Belediye de buna saygı duyup, özen göstermeye çalışıyor. Yasağın nedeni bu. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin çabasıyla “Fidanlık” denilen bir piknik alanında yaşıyorlar şimdilik. Arada çok az sayıda geri dönenler ya da yeni gelenler oluyor. Işid Şengal’e saldırdığında yüzlerce peşmerge kaçıyor, Barzani bundan rezil oldu zaten. Çok konuşuldu bu ve ancak YPG orada bir koridor açabildikten sonra, binlerce kişi kurtulabilmiş. Kamptaki gönüllüleri ve çalışanları çok seviyorlar. Herkese, “Siz olmasaydınız, hepimiz katledilirdik” diyorlar. Ben fırsat buldukça fotoğraf çekiyorum ama bazen öyle kareler görüyorum ki, çekemediğim için içim eriyor.

Bir çocukla karalama defterime yaptığım desenleri paylaşıyorum. Hangisini beğenirse, o yaprağı koparıp ona verirken, “Arka çadırda yaşayan senden biraz daha küçük biri var. O da çok güzel resimler yapıyor. Kim beni çiz dese, aynısını yapabiliyor ama defteri yok şimdi. O da artık tişörtlere, ne bulursa ona çiziyor, istersen senin de resmini yapar” diyor.

Çantamda her zaman, mutlaka koli bandı bulundururum. Bir çok zaman işime yarar, ama en çok, denk geldiğimde farklı renklerde yapraklar kullanır, bandın arasına yapıştırıp birilerine hediye ederim, ayraç niyetine. Yanımda bana meraklı gözlerle bakan bir Êzidi çocuğa “Şu karşıdaki çiçeğin yapraklarından bir kaç tane getirsene” dedim. Koşarak 3-5 yaprak koparıp getirdi. Çantamdan bandı çıkardım. “n’aptığımı dikkatlice izle” dedim. Yaprakları özenerek yerleştirirken yapışkan kısıma o da beni merakla izliyordu. “Dikkatli ve güzelce yerleştirilmeli, çamurlaşmamalı” dedim. Bittikten sonra ona verecektim. Sağ tarafta duran 5-6 yaşlarındaki daha küçük bir çocuk vardı ve daha sonra meraklı gözlerle, küçük adımlarıyla yaklaşıp bizi izleyen başka çocuklar... “Al bu senin olsun” dedim. Gözlerinin içi güldü o küçük çocuğun. Yanımdaki, “ama sen onu bana verecektin?” dedi. “Nasıl yaptığımı görüp anladın değil mi?” diye sordum. “Evet” dedi. “O zaman al bu bant da senin olsun, çevreyi gez ve kendine göre güzel bulduğun yaprakları topla” dedim. Ertesi gün o çocukla tekrar karsılaştım. Cebinden çıkarıp yaptığı onlarca ayraçı gösterdi bana, yeşilin farklı tonlarından yapmıştı ve tüm bunlar gerçekten birbirinden güzel, kıymetliydi. Daha sonra “gene gelecek misin?” diye sordu. “Haftaya” dedim. “Gelirken bana renkli yapraklar getirebilir misin? Çünkü bütün gün boyunca kampın her tarafını gezdim ve hiç renkli yaprak bulamadım” dedi.

Valiliğin filan zerre umurlarında değil, “Madem siz getirdiniz, siz bakın” diyorlar. Sadece bir günlük yemek masrafları 34.000 lira tutuyormuş. Çok parasız kalmış diyorlar belediye bu yüzden. Yaklaşık 3 ay oldu biliyorum. Ortada bir çözümsüzlük oluşmaya başladı ve sorunu çözmeye çalışıyor şu an belediye.

Adını söyledi ama hatırlayamıyorum. Daha önce hiç “duymadığım” bir isimdi. 6 Yaşlarında Êzidi bir kız çocuğu. Diyarbakır Fidanlık’ta, kampın arka tarafındaki ağaçlık bölgedeydik, yanımda kampta gönüllü çalışan bir arkadaşım daha vardı. Sınırı küçük bir  göletle çevrili bir yerdi burası. Diğer tarafı Bismil’e kadar boş bir alan. Geziyorduk ve fotoğraf çekmek istiyordum o gün. Bozuk Kürtçe’mle “Eze fotoya te bıkşinım?” diye sorduğumda, “evet” onayını gözlerinden okuyabildim ve o an çok mutluydu, çok güzeldi. Belki ilk kez bir yabancı adını soruyordu. Şengal’den yüzlerce km uzağa, Işid katliamından kaçmıştı bu çocuk, ailesinden geriye kalanlarla ve belki de yürüyerek buralara kadar gelebilmişti. Sevimliliği ve o inanılmaz enerjisi, size herşeyi çok çabuk unutturabilecek gibiydi.

İşte diyorum ya…

Kulağa çok hoş gelen ama daha önce hiç “duymadığınız” bir adı vardı onun, hatırlıyamıyorum...
Duyup öğrenebilir misiniz acaba? Eminim keyifle söylerdi adını ve sizi hemen o an sevebilirdi.


No comments:

Post a Comment