Eren
KARAKUŞ
Diyarbakır
- Mardin yolunda bulunan Êzidi kampında yaklaşık dört bin kişi yaşıyor.
Şengalli Êzidi birinin yardımıyla, daha iyi ve sağlıklı iletişim kurabilmek
için beraberce tek tek gezdiğimiz çadırlardakilere “diğer aile üyeleriniz
nerede?” diye soruyoruz, ben de tek tek not alıyorum :
- Kı
zkardeşimi ve annemi Işid esir aldı. Babamı ve abilerimi öldürdüler. Şengal
dağına sığınırken amcam (yaşlıydı) öldü.
Bir diğer
görevli soruyor :
-Kaç
yaşındasın?
- 8
Not
ediyorum.
Bu kampta
fotoğraf veya film çekmek yasak. Burada yaşayan Şengalli Êzidiler’in kültürleri
çok farklı ve bağımsız yaşamışlar hep. Kendilerine özgü bir düzenleri var.
Şengal’in dışındaki dünyayla nerdeyse bir bağları yok. Tamamen içe kapalı bir
topluluk olarak (meselâ Êzidi değilse asla karşılıklı kız alıp vermiyorlar)
yüzyıllardır yobaz müslümanlar tarafından her katledilişlerinde, her seferinde,
sığındıkları Şengal (Sincar) onlar için kutsal bir şehir. Birinin derdi oldu mu
Şengal Dağı’na çıkar, dua eder. “Şengal’e sığındım” der. Bu yüzden dışardan
gelen insanlar onlar için ürkütücü ve güvenilmez oluyor ve kampta birilerinin
fotoğraf veya video çekmelerinden çok rahatsız oluyorlar. Belediye de buna
saygı duyup, özen göstermeye çalışıyor. Yasağın nedeni bu. Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi’nin çabasıyla “Fidanlık” denilen bir piknik alanında
yaşıyorlar şimdilik. Arada çok az sayıda geri dönenler ya da yeni gelenler
oluyor. Işid Şengal’e saldırdığında yüzlerce peşmerge kaçıyor, Barzani bundan
rezil oldu zaten. Çok konuşuldu bu ve ancak YPG orada bir koridor açabildikten
sonra, binlerce kişi kurtulabilmiş. Kamptaki gönüllüleri ve çalışanları çok
seviyorlar. Herkese, “Siz olmasaydınız, hepimiz katledilirdik” diyorlar. Ben fırsat
buldukça fotoğraf çekiyorum ama bazen öyle kareler görüyorum ki, çekemediğim
için içim eriyor.
Bir
çocukla karalama defterime yaptığım desenleri paylaşıyorum. Hangisini
beğenirse, o yaprağı koparıp ona verirken, “Arka çadırda yaşayan senden biraz
daha küçük biri var. O da çok güzel resimler yapıyor. Kim beni çiz dese,
aynısını yapabiliyor ama defteri yok şimdi. O da artık tişörtlere, ne bulursa
ona çiziyor, istersen senin de resmini yapar” diyor.
Çantamda
her zaman, mutlaka koli bandı bulundururum. Bir çok zaman işime yarar, ama en
çok, denk geldiğimde farklı renklerde yapraklar kullanır, bandın arasına
yapıştırıp birilerine hediye ederim, ayraç niyetine. Yanımda bana meraklı
gözlerle bakan bir Êzidi çocuğa “Şu karşıdaki çiçeğin yapraklarından bir kaç tane
getirsene” dedim. Koşarak 3-5 yaprak koparıp getirdi. Çantamdan bandı çıkardım.
“n’aptığımı dikkatlice izle” dedim. Yaprakları özenerek yerleştirirken yapışkan
kısıma o da beni merakla izliyordu. “Dikkatli ve güzelce yerleştirilmeli,
çamurlaşmamalı” dedim. Bittikten sonra ona verecektim. Sağ tarafta duran 5-6
yaşlarındaki daha küçük bir çocuk vardı ve daha sonra meraklı gözlerle, küçük
adımlarıyla yaklaşıp bizi izleyen başka çocuklar... “Al bu senin olsun” dedim.
Gözlerinin içi güldü o küçük çocuğun. Yanımdaki, “ama sen onu bana verecektin?”
dedi. “Nasıl yaptığımı görüp anladın değil mi?” diye sordum. “Evet” dedi. “O
zaman al bu bant da senin olsun, çevreyi gez ve kendine göre güzel bulduğun
yaprakları topla” dedim. Ertesi gün o çocukla tekrar karsılaştım. Cebinden
çıkarıp yaptığı onlarca ayraçı gösterdi bana, yeşilin farklı tonlarından
yapmıştı ve tüm bunlar gerçekten birbirinden güzel, kıymetliydi. Daha sonra
“gene gelecek misin?” diye sordu. “Haftaya” dedim. “Gelirken bana renkli
yapraklar getirebilir misin? Çünkü bütün gün boyunca kampın her tarafını gezdim
ve hiç renkli yaprak bulamadım” dedi.
Valiliğin
filan zerre umurlarında değil, “Madem siz getirdiniz, siz bakın” diyorlar.
Sadece bir günlük yemek masrafları 34.000 lira tutuyormuş. Çok parasız kalmış
diyorlar belediye bu yüzden. Yaklaşık 3 ay oldu biliyorum. Ortada bir
çözümsüzlük oluşmaya başladı ve sorunu çözmeye çalışıyor şu an belediye.
Adını
söyledi ama hatırlayamıyorum. Daha önce hiç “duymadığım” bir isimdi. 6
Yaşlarında Êzidi bir kız çocuğu. Diyarbakır Fidanlık’ta, kampın arka
tarafındaki ağaçlık bölgedeydik, yanımda kampta gönüllü çalışan bir arkadaşım
daha vardı. Sınırı küçük bir göletle
çevrili bir yerdi burası. Diğer tarafı Bismil’e kadar boş bir alan. Geziyorduk
ve fotoğraf çekmek istiyordum o gün. Bozuk Kürtçe’mle “Eze fotoya te bıkşinım?”
diye sorduğumda, “evet” onayını gözlerinden okuyabildim ve o an çok mutluydu,
çok güzeldi. Belki ilk kez bir yabancı adını soruyordu. Şengal’den yüzlerce km
uzağa, Işid katliamından kaçmıştı bu çocuk, ailesinden geriye kalanlarla ve
belki de yürüyerek buralara kadar gelebilmişti. Sevimliliği ve o inanılmaz
enerjisi, size herşeyi çok çabuk unutturabilecek gibiydi.
İşte
diyorum ya…
Kulağa çok
hoş gelen ama daha önce hiç “duymadığınız” bir adı vardı onun,
hatırlıyamıyorum...
Duyup
öğrenebilir misiniz acaba? Eminim keyifle söylerdi adını ve sizi hemen o an
sevebilirdi.
No comments:
Post a Comment