Friday, 21 November 2014

Evladını alıyorlar, iki çift pabuç veriyorlar! / Umur Talu

21 Kasım 2014 Cuma

Hepimiz duygulandık.

Çünkü TV’de, fotoğraflarda gördüğü “sıvasız hane” onu hepimizden daha da çok duygulandırmış, “Fransa’da yaşayan sıvacı” Ali Dal, Türkiye’ye koşup “şehit ailesi”ne Eskişehir’deki evini bağışlamıştı.

Diyarbakır’da maskeli kalleş tarafından arkadan, hem de hamile eşinin yanında, 25 yaşında vurulan Astsubay Nejdet Aydoğdu için.

İşte o dul anne adayı, ancak “henüz doğmamış ama hemen yetim kalmış” bebeğinin adına kabul etti daireyi.

“Sıvasız hane” Aydoğdu’nun ana eviydi…

Sosyal medyada “Cumhurbaşkanı’nın sarayı” ile karşılaştırılmıştı…

Ve duydum ki, o karşılaştırma, “sıvasız hanesi”nin yoksulluğunun gösterilmesi o anayı üzmüş, “Hiç orayla burayla bir olur mu zaten” diye yakınmıştı.

Çünkü “Evladının güzel bir mezarı olacağı” için, “Tören sayesinde köyün yoluna mıcır döküldüğü için” teselli bulan “Tevekkül Anaları”ndan biriydi.



***



İlk hangi kayıptan sonra kullanmıştım… Karıştırıyorum.

Uzun bir yazın sonunda uzun bir yazıydı. Şimdi bu satırı yazarken, tam burada arayıp buldum:

21 Ekim 2008… Başlık: Sıvasız evlerin ölü çocukları!

“Aslında siz bu çocukları hiç sevemediniz…  Ama ölülerini çok seviyorsunuz” diye akıp giden bir yazı işte.

Hala öyle akıyor; bazen kan gibi, bazen gözyaşı gibi.

Sıvasız hanelerin boyasız analarına saygıyla!



***



Ali Dal, hakikati bin yazıdan da, bin nutuktan da daha çıplak vurdu yüzümüze.

Sıvasız bir hane, Fransa’daki bir emekçiyi, bir sıvacıyı duygulandırmış, kendi çocuklarının geleceği için sahip olduğu sıvalı bir haneyi, babasız bebeğe sunmuştu. Hem de öyle ortalama nefret diliyle değil, özenli bir kardeşlik temennisiyle.

Hem de emeğinin, yüreğinin hatırası olarak sunduğu bir sıvacı malasıyla birlikte!

O vakit şunu da söylemeli:

Ne bizim gibi yazılar yazanların, ne çok atıp tutanların, ne sıvasız hane ile Ak saraylar karşılaştıranların, ne de Ak Saray ve benzeri ikametgah sahiplerinin aklına gelmişti; sıvasız haneye bir sıva, doğmadan babasız bebeğe bir yuva!



***



Elbette devletin bir yığın şeyi, desteği filan vardı; elbette paşaların yönettiği askeri vakıflar mutlaka şey yapıyordu; elbette “şehit yakınları ve gaziler”e sahip çıkılıyordu!

Öyle ya, devlet, kanun gereği “Kamu kuruluşlarında istihdam edilecek şehit yakınları ve gaziler”in ücretinin sınırını da kafadan belirlemişti.

Önümde misal Sağlık Bakanlığı’nın “şehit yakınları ve gaziler” için tüm birimlere yolladığıklarından bir belge var:

Anlatıyor, anlatıyor ve nihayetinde, “şehit yakını ve gazi”yi hemen asgari ücrete bağlıyor.

Kafadan verilen aylık bu!

Böylece sadece “Şehit yakını ve gazi” olduğu için “iş verilen”, yani lütfedilen bir insan olmakla kalmıyor, aynı zamanda ucuz işgücü olarak da vazife başı yapıyor!

Misal, bir bakanlığın il müdürlüğünde istihdam edilen, ama vazifesi “tuvalet temizliği” olan “şehit eşi”… Yahut Hürriyet’teki yeni bir habere göre, yine “Tuvalet temizlikçisi” yapılmış, üstelik bedensel engelleri de bulunan, bu yüzden temizlikte eşini de yardıma çağıran “Gazi”!

Yıllarca ölümün kıyısında iken bir orduevinde çay içmesi dahi yasak olan uzman çavuşların bir kısmı da, ancak esas işine son verilip o da ona sivil bir iş isabet ederse, “sivil memur-hizmetli” olarak o orduevlerine girebiliyor ya!



***



Şunu söylemek elbet mümkün:

İşsizliğin yüksek olduğu bir ülkede… hiç değilse bir iş bir maaş…

Hem o işleri başka yapanlar, yapmaya hazır olanlar da var!

Elbette.

Lakin bilelim ki, sıvasız haneler ülkesinin şehitlere cenneti bu kadar!

Önemli olan palavralar.

Sultanların, paşaların buyurduğu kibir ve otorite rejiminde; malın, mülkün, zenginliğin tapınaklarında; sıfırlama, kutu, kasa tapelerinin “montajsız” bulunduğu Adli Tıp ülkesinde, kadim palavraların bir otopsisi de işte böyle!

Başka şeyler bir yana, sözde herkesin içinin titrediği, üzerine titrediği, “devletin en hassas olduğu mevzu”da bile durum böyle hissiz, yüzsüz!



***



Bu kadar palavra olmasaydı, “Şehitten çok intihar eden asker… 20 yılda iki tugay boyutunda şaibeli asker ölümü… Bir yıl içinde kendini öldüren 50’den fazla polis… 12 yıl boyunca işyerlerinde can veren 14 bin işçi” belki olmazdı!

Yahut böyle bir manzara karşısında sultanların, paşaların, ağaların, patronların koyu kibri biraz olsun sarsılırdı!



***



Tamam, biraz katı bir özet ama nihayetinde şöyle mi:

Evladını, eşini, kardeşini veriyorsun…

“Aman asgari ücretten olacak” diye genelgesi çıkmış “temizlik” işin hazır!

Evladını devletin şikeli denetlediği madene veriyorsun…

İki çift lastik pabuç geliyor devletten!  



No comments:

Post a Comment