Wednesday, 26 November 2014

Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı

Eskiden aynanın, ikiye bölünmenin ve sahnenin, ötekiliğin ve yabancılaşmanın düşselliğinde yaşıyorduk. Bugün ekranın, ara­yüzeyin ve iki katına çıkmanın, benzerliğin ve bir iletişim ağı oluşturmanın düşselliğinde yaşıyoruz. Tüm makinelerimiz ekran haline geldi ve insanların interaktivitesi de ekranların in­teraktivitesi haline geldi. Ekranda yazılan şeylerin hiçbiri derinlemesine çözülmek için değildir; anlam aniden tepki gös­terdiğinde, temsil kutupları kısa devre yaptığında, anında keş­fedilmek içindir bunlar.

Bir ekranı okumak bakışla söz konusu olan şeyden tamamen farklıdır. Gözün bitmek bilmeyen bir kırık çizgi uyarınca do­laştığı dijital [dokunsal, sayısal] bir keşiftir bu. İletişimde mu­hatap olunan kişiyle, enformasyonda. bilgiyle kurulan ilişki aynı niteliktedir: Dokunsal (tactile) ve keşfettirici. Yeni bilgisayarlardaki ya da hatta telefondaki ses, dokunsal, boş ve iş­levsel bir sestir. Bu tam olarak bir ses değildir artık; tıpkı ekran için bakışın söz konusu olmaması gibi. Tüm duyarlılık pa­radigması değişti. Bu dokunsallık, dokunmanın organik anlamı değildir; gözle görüntünün yüzeydeki bitişikliğini, bakıştaki es­tetik mesafenin sonunu belirtir yalnızca. Ekranın yüzeyine son­suzca yaklaşıyoruz, gözlerimiz görüntülerin içine serpiştirilmiş gibi. Seyirciyle sahne arasında mesafe kalmadı, bütün teatral uzlaşmalar yok oldu. Bu düşsel ekran komasına böyle kolay gi­riyorsak eğer, ekran, doldurmamız istenen sürekli bir boşluk halinde belirdiğindendir: Görüntülerin yakınlığı, görüntülerin izdihamı, görüntülerin dokunsal pomografisi. Buna karşın bu görüntü hep ışıkyılı uzaktadır. Hep bir tele-görüntüdür. Çok özel bir mesafeye yerleştirilmiştir; bu yüzden bedenin aşa­mayacağı mesafe olarak tanımlanabilir ancak. Dilin, sahnenin ve aynanın mesafesi beden tarafından aşılabilir niteliktedir; böyle olduğundan bu mesafe insani kalır ve değişime [mü­badeleye] olanak tanır. Ekran ise sanaldır;yani aşılamaz. Yal­nızca bu soyut, kesinlikle soyut bir biçim olan iletişime olanak tanımasının nedeni budur.

İletişim alanı içinde sözcükler, jestler ve bakışlar sürekli yan yana olmalarına karşın birbirlerine asla değmezler. Çünkü ne bu mesafe ne de bu yakınlık, bedenin etrafını çevreleyen şeye olan mesafe ve yakınlığın aynısıdır. Görüntülerimizin ekranı, in­teraktif ekran ve telematik ekran hem çok yakın hem çok uzak­tır: Hakiki olmak için (bir sahnenin heyecan verici yo­ğunluğuna sahip olmak için) çok yakın, sahte olmak için (yapayın suç ortağı olacak bir mesafeye sahip olmak için) çok uzaktır. Bu ekranlar, bu biçimde, artık tam anlamıyla insani ol­mayan bir boyut, uzamın kutupsuzlaşmasına ve beden şe­killerinin birbirinden farksızlaşmasına uygun düşen dışmerkezli bir boyut yaratırlar.

Bilgisayarlarımızın ekranıyla beynimizin zihinsel ekranının iç içe geçtiği, yakınla uzağın, içle dışın, nesneyle öznenin ayrı sarmal içindeki bu bitişikliğini belirtmek için Möbius to­polojisinden daha iyisi yoktur. Enformasyon ve iletişim de en­sestvari bir halkalanma içinde; özneyle nesnenin, içle dışın, soruyla yanıtın, olayla görüntünün vb. yüzeysel ayrımsızlığı içinde, bu Möbius modeline göre, birbirleri etrafında sürekli dönerler. Bu biçim, matematikteki sonsuz işaretinin döngüsel taklididir.

"Sanal" makinelerimizle ilişkimiz için de aynı şey geçerlidir. Nasıl ki aygıt Tele-kompüter İnsan'a tahsis edilmişse, insan da aygıta tahsis edilmiştir; her ikisi de birbirine dolanır ve birbiri tarafından kırılmaya uğratılır. Makine, insan ne is­tiyorsa onu yapar; ama buna karşılık insan, makinenin yap­maya programlandığı şeyi gerçekleştirir yalnızca. İnsan sa­nallık işlemcisidir ve izlediği yol da görünürde bilgilenme ya da iletmedir; nasıl ki oyuncu oyunun tüm imkanlarını tü­ketmeyi hedefler ise insan da gerçekte bir programın tüm imkanlarım araştırır. Örneğin fotoğraf makinesi kullanımında bu imkanlar, dünyayı kendi görüşüne göre "düşünen" öznenin imkanları değil, objektifin imkanlarını kullanan nesnenin imkanlarıdır. Bu açıdan fotoğraf makinesi her isteği baş­kalaştıran, her niyeti silen ve yalnızca fotoğraf çekmeye ilişkin katıksız refleksin hafifçe belli olmasına olanak veren bir ma­kinedir. Bakışın kendisi bile ortadan kaybolmuştur; çünkü nes­nenin ve dolayısıyla görüşteki ani değişmenin suç ortağı olan objektif, bakışın yerine geçmiştir. Büyülü olan şey, öznenin kara kutuya kapanması ve öznenin bakışının yerine makinenin kişisiz bakışının geçmesidir. Aynada kendi düşselliğiyle oy­nayan öznedir. Objektifte ve genel olarak ekranlarda ise tüm medyatik ve tele-kompüter tekniklerin lehine kendini "kuvve olarak" teslim eden şey nesnedir.

Günümüzde tüm görüntülerin olanaklı olmasının nedeni budur. Her bireyin genetik formülü uyarınca değişebilmesi gibi (tek hedef bu genetik kodun tüm sanallıklarının tüketilmesine yöneliktir; bu da yapay aklın temel özelliklerinden biri ola­caktır) her şeyin bilgi-işlem haline getirilebilmesinin, dijital işlem içinde yer değiştirebilir olmasının nedeni budur. Daha somut olarak bu, bundan böyle teknik bir görüntü içinde ya da bir ekran üzerinde yansıyıp kırılmayan hiçbir eylem ve olay; fo­toğraflanmış, filme alınmış, kaydedilmiş olmayı arzular ol­mayan, bu bellekte toplanmayı ve burada sonsuza dek çoğaltılabilir olmayı istemeyen hiçbir eylem olmadığı anlamına gelir. Ölümden sonraki kalıcı sonsuzlukta değil; yapay bel­leklerde dal budak salmanın geçici sonsuzluğunda, sanal bir son­suzlukta kendini aşmayı istemeyen bir hareket yoktur artık. Sanal atılım, tüm ekranlarda ve tüm programların göbeğinde kuvve olarak var olma atılımıdır ve bu, büyülü bir talebe dö­nüşmektedir… Kara kutu sarhoşluğu budur.

Tüm bunların içinde özgürlük nerede? Özgürlük hiçbir yer­dedir. Seçim yok, nihai karar yok. Bilgisayar ağları, ekran, enformasyon ve iletişim alanındaki her karar seri, kısmi, parçalı ve fraktaldır. Fotoğrafçının, Tele-kompüter İnsan'ın ya da en sıradan televizyon seyirciliğimizin tarzını meydana getiren şey, yalnızca kısmi kararların art arda gelişi, kısmi nesnelerin ve sekansların oluşturduğu mikroskobik seridir. Tüm bu dav­ranışların yapısı nicelikseldir; tek tek kararlardan oluşan rast­lantısal bir bütündür. Tüm bunların yarattığı hayranlık da o kara kutunun verdiği sarhoşluktan, özgürlüğümüze son veren o be­lirsizlikten gelir.


Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı

No comments:

Post a Comment