Eskiden
aynanın, ikiye bölünmenin ve sahnenin, ötekiliğin ve yabancılaşmanın
düşselliğinde yaşıyorduk. Bugün ekranın, arayüzeyin ve iki katına çıkmanın,
benzerliğin ve bir iletişim ağı oluşturmanın düşselliğinde yaşıyoruz. Tüm
makinelerimiz ekran haline geldi ve insanların interaktivitesi de ekranların
interaktivitesi haline geldi. Ekranda yazılan şeylerin hiçbiri derinlemesine
çözülmek için değildir; anlam aniden tepki gösterdiğinde, temsil kutupları
kısa devre yaptığında, anında keşfedilmek içindir bunlar.
Bir
ekranı okumak bakışla söz konusu olan şeyden tamamen farklıdır. Gözün bitmek
bilmeyen bir kırık çizgi uyarınca dolaştığı dijital [dokunsal, sayısal] bir
keşiftir bu. İletişimde muhatap olunan kişiyle, enformasyonda. bilgiyle
kurulan ilişki aynı niteliktedir: Dokunsal (tactile) ve keşfettirici. Yeni
bilgisayarlardaki ya da hatta telefondaki ses, dokunsal, boş ve işlevsel bir
sestir. Bu tam olarak bir ses değildir artık; tıpkı ekran için bakışın söz
konusu olmaması gibi. Tüm duyarlılık paradigması değişti. Bu dokunsallık,
dokunmanın organik anlamı değildir; gözle görüntünün yüzeydeki bitişikliğini,
bakıştaki estetik mesafenin sonunu belirtir yalnızca. Ekranın yüzeyine
sonsuzca yaklaşıyoruz, gözlerimiz görüntülerin içine serpiştirilmiş gibi.
Seyirciyle sahne arasında mesafe kalmadı, bütün teatral uzlaşmalar yok oldu. Bu
düşsel ekran komasına böyle kolay giriyorsak eğer, ekran, doldurmamız istenen
sürekli bir boşluk halinde belirdiğindendir: Görüntülerin yakınlığı,
görüntülerin izdihamı, görüntülerin dokunsal pomografisi. Buna karşın bu
görüntü hep ışıkyılı uzaktadır. Hep bir tele-görüntüdür. Çok özel bir mesafeye
yerleştirilmiştir; bu yüzden bedenin aşamayacağı mesafe olarak tanımlanabilir
ancak. Dilin, sahnenin ve aynanın mesafesi beden tarafından aşılabilir
niteliktedir; böyle olduğundan bu mesafe insani kalır ve değişime [mübadeleye]
olanak tanır. Ekran ise sanaldır;yani aşılamaz. Yalnızca bu soyut, kesinlikle
soyut bir biçim olan iletişime olanak tanımasının nedeni budur.
İletişim
alanı içinde sözcükler, jestler ve bakışlar sürekli yan yana olmalarına karşın
birbirlerine asla değmezler. Çünkü ne bu mesafe ne de bu yakınlık, bedenin
etrafını çevreleyen şeye olan mesafe ve yakınlığın aynısıdır. Görüntülerimizin
ekranı, interaktif ekran ve telematik ekran hem çok yakın hem çok uzaktır:
Hakiki olmak için (bir sahnenin heyecan verici yoğunluğuna sahip olmak için)
çok yakın, sahte olmak için (yapayın suç ortağı olacak bir mesafeye sahip olmak
için) çok uzaktır. Bu ekranlar, bu biçimde, artık tam anlamıyla insani olmayan
bir boyut, uzamın kutupsuzlaşmasına ve beden şekillerinin birbirinden
farksızlaşmasına uygun düşen dışmerkezli bir boyut yaratırlar.
Bilgisayarlarımızın
ekranıyla beynimizin zihinsel ekranının iç içe geçtiği, yakınla uzağın, içle
dışın, nesneyle öznenin ayrı sarmal içindeki bu bitişikliğini belirtmek için
Möbius topolojisinden daha iyisi yoktur. Enformasyon ve iletişim de
ensestvari bir halkalanma içinde; özneyle nesnenin, içle dışın, soruyla
yanıtın, olayla görüntünün vb. yüzeysel ayrımsızlığı içinde, bu Möbius modeline
göre, birbirleri etrafında sürekli dönerler. Bu biçim, matematikteki sonsuz
işaretinin döngüsel taklididir.
"Sanal"
makinelerimizle ilişkimiz için de aynı şey geçerlidir. Nasıl ki aygıt
Tele-kompüter İnsan'a tahsis edilmişse, insan da aygıta tahsis edilmiştir; her
ikisi de birbirine dolanır ve birbiri tarafından kırılmaya uğratılır. Makine,
insan ne istiyorsa onu yapar; ama buna karşılık insan, makinenin yapmaya
programlandığı şeyi gerçekleştirir yalnızca. İnsan sanallık işlemcisidir ve
izlediği yol da görünürde bilgilenme ya da iletmedir; nasıl ki oyuncu oyunun
tüm imkanlarını tüketmeyi hedefler ise insan da gerçekte bir programın tüm
imkanlarım araştırır. Örneğin fotoğraf makinesi kullanımında bu imkanlar,
dünyayı kendi görüşüne göre "düşünen" öznenin imkanları değil,
objektifin imkanlarını kullanan nesnenin imkanlarıdır. Bu açıdan fotoğraf makinesi
her isteği başkalaştıran, her niyeti silen ve yalnızca fotoğraf çekmeye
ilişkin katıksız refleksin hafifçe belli olmasına olanak veren bir makinedir.
Bakışın kendisi bile ortadan kaybolmuştur; çünkü nesnenin ve dolayısıyla
görüşteki ani değişmenin suç ortağı olan objektif, bakışın yerine geçmiştir.
Büyülü olan şey, öznenin kara kutuya kapanması ve öznenin bakışının yerine
makinenin kişisiz bakışının geçmesidir. Aynada kendi düşselliğiyle oynayan
öznedir. Objektifte ve genel olarak ekranlarda ise tüm medyatik ve
tele-kompüter tekniklerin lehine kendini "kuvve olarak" teslim eden
şey nesnedir.
Günümüzde
tüm görüntülerin olanaklı olmasının nedeni budur. Her bireyin genetik formülü
uyarınca değişebilmesi gibi (tek hedef bu genetik kodun tüm sanallıklarının
tüketilmesine yöneliktir; bu da yapay aklın temel özelliklerinden biri
olacaktır) her şeyin bilgi-işlem haline getirilebilmesinin, dijital işlem
içinde yer değiştirebilir olmasının nedeni budur. Daha somut olarak bu, bundan
böyle teknik bir görüntü içinde ya da bir ekran üzerinde yansıyıp kırılmayan
hiçbir eylem ve olay; fotoğraflanmış, filme alınmış, kaydedilmiş olmayı
arzular olmayan, bu bellekte toplanmayı ve burada sonsuza dek çoğaltılabilir
olmayı istemeyen hiçbir eylem olmadığı anlamına gelir. Ölümden sonraki kalıcı
sonsuzlukta değil; yapay belleklerde dal budak salmanın geçici sonsuzluğunda,
sanal bir sonsuzlukta kendini aşmayı istemeyen bir hareket yoktur artık. Sanal
atılım, tüm ekranlarda ve tüm programların göbeğinde kuvve olarak var olma
atılımıdır ve bu, büyülü bir talebe dönüşmektedir… Kara kutu sarhoşluğu budur.
Tüm
bunların içinde özgürlük nerede? Özgürlük hiçbir yerdedir. Seçim yok, nihai
karar yok. Bilgisayar ağları, ekran, enformasyon ve iletişim alanındaki her
karar seri, kısmi, parçalı ve fraktaldır. Fotoğrafçının, Tele-kompüter İnsan'ın
ya da en sıradan televizyon seyirciliğimizin tarzını meydana getiren şey,
yalnızca kısmi kararların art arda gelişi, kısmi nesnelerin ve sekansların
oluşturduğu mikroskobik seridir. Tüm bu davranışların yapısı nicelikseldir;
tek tek kararlardan oluşan rastlantısal bir bütündür. Tüm bunların yarattığı
hayranlık da o kara kutunun verdiği sarhoşluktan, özgürlüğümüze son veren o
belirsizlikten gelir.
Jean
Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı
No comments:
Post a Comment