08.06.2014
Yönetmen
Eylem Şen’le Suriyeli Kürtler, Bedeviler, Çerkezler, Ermeniler, Arapları içine
alan her kesimden çok sayıda insanla Hatay'da, İstanbul'da, İzmir'de görüşerek
yaptığı Asfur belgesel filmi üzerinden Suriyelilerin korkularını, yaşamlarını,
Suriye politikaları, mültecilik üzerine konuştuk.
Yaklaşık
dört yıldır belgesel çalışmalarını sürdüren Eylem Şen, Roboski’de çoğu çocuk 34
kişinin TSK'nın savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürülenlerin anısına
yaptığı Geçen Yıl Roboski’de (2012), karanlık atölyelerine aydınlık taşımak
üzere meslek hastalıklarının tespiti için araştırma ve eğitim çalışması yürüten
deri, tekstil ve kundura işçilerinin meslek hastalıkları araştırma ve eğitim
sürecinin çalışmalarının belgeseli Çıplak Ayaklı Aydınlık (2012); çocukken Aşık
Veysel’in gözlerinin görmediğini öğrenmesi üzerine göz hekimi olan Prof. Dr.
Sait Eğrilmez'in Cem Cansız ile hikayesi üzerinden kornea ve organ naklinin
hayati önemini gözler önüne serdiği Kornea İkilisi (2013) ve Resmî şiddet ve bu
şiddetin uygulayıcıları, nedenleri, mağdurları ve cezasız kalması üzerine bir
Metropolis belgeselini yaptı.
Eylem Şen,
son olarak Suriye'deki savaşın mağduru olan Suriyeli mültecileri konu alan,
Hatay'ın sınır köylerinden başlayarak İstanbul'a İzmir'e uzanan 'kör olma da
gör beni' diyenlerin günlük yaşam deneyimlerini ve yaşadığı sorunları konu alan
bir belgesel çekti.
10 Haziran
akşamı İzmir’de, Fransız Kültür Merkezi'nde gösterilecek olan Asfur
belgeselinden hareketle yönetmen Eylem Şen ile konuştuk.
Yurtsuz -
Sizi biraz tanıyalım istiyoruz.
Eylem Şen
- İlk üniversitemi Ege Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünde okudum.
Bu yıl Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı
bölümünde mezun oluyorum. Özgür Yaşam Eğitim ve Dayanışma Derneği'nin dayanışma
çalışmalarına katılıyorum. SES üyesiyim.
Yurtsuz -
Yaşadığın bir olay seni sinemaya mı itti peki?
Eylem Şen
- Aslında gördüğüm her olay beni buna itti diyebilirim. İnsanlara ya da kendime
bir şeyleri görünür kılmak için çaba sarf eden biri oldum hep. Demokratik kitle
örgütlerinde çalıştım. Bir derdin olunca bunu bire bir temasla anlatmak gibisi
yok ama daha geniş kesimlerle temas etmek için sanatın yardımcı olduğunu
düşünüyorum. Bilhassa belgesel çalışmaları bu açıdan çok anlamlı. Toplumsalın
içinden anlamlılığı ya da işlevselliği bir yana sinema, bundan daha fazlasına
sahip büyülü bir dünya. Onun bir parçası olmak bana hep heyecan veriyor.
İzleyici olarak da bu heyecanı yaşayabiliyorum. Kimi zaman film okuması
yaparken de ama büyücü olmaya kalktığınız da bambaşka bir kapı açılıyor. İyi bir
büyücü olmak ve kötülüğe kaçışa izin vermeden hakikatler dünyasının özüne dair
bir çarpıtma yaratmaksızın sihirle uğraşmak, işte bunlar, hem çok zor hem de
muhteşem. Sanırım beni bu dünyaya ilk yaklaştıran anneannemin masalları oldu.
Tabi ben henüz kendimi büyü kitabının kapağını açmayı başarmış bir eşikte
görüyorum.
Yurtsuz -
Asfur ne anlama geliyor? Neden belgeselin adını Asfur koydunuz?
Eylem Şen
- Arapça kuş anlamına geliyor. Mültecilerin ve kuşların birbirine çok
benzediğini düşünüyorum. Gittikleri yerde mülteciler ile kuşlar neler ile
karşılayacaklarını bilmiyorlar. Ama özel bir nedeni de var. Marcel Khalife
isimli bir şair var. Onun Filistin ile ilgili yazmış olduğu bir şiiri var.
Filistin'de, kendi ülkesinde tutsak olarak yaşayan insanlar ile ilgili yazmış
şiiri. Sonra da bunu şarkı haline getirdi. Kardeş Türküler de aynı şarkıyı
seslendiriyor. Şiir, kendi ülkesinde yaşayıp karşılaştıkları baskı ve zor
nedeni ile başka bir yere sığınmak zorunda kalan, orada toplumun merhametine
kendini bırakmak zorunda kalan insanlar ile ilgili. Bu nedenle adı Asfur oldu.
Yurtsuz -
Suriye'de yaşanan iç savaş, çatışma süreci hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eylem Şen
- Suriye'de, toplumun Esad'a karşı ayaklanmadan önce çok ciddi baskı ve zor
altında olduğunu söylemek doğru olur. Bir kere bir çeşit hanedanlık hüküm
sürüyor. Bununla birlikte toplumdaki her kesim için olmasa da bazıları
açısından çok ciddi bir ayrımcılık söz konusu. Örneğin Kürtler, uzun yıllar
kimliksiz olarak yaşamışlar. Bu dünyada varsın ve nüfusta yoksun yani kimliğin
yok. Anti demokratik ve otoriter bir yönetim var. İlk ayaklanma aslında
Deraa'da başlıyor. Deraa aslında, kimsenin ayaklanmasını beklemediği güneyde
bir yerleşim yeri. Liseli gençler, okulun duvarına Mısır’da yaşanan
ayaklanmanın şiarı olan "Halk rejimin düşmesini istiyor" yazıyor. Ve
gözaltına alınıp işkence görüyorlar. Halk, bu gençlere sahip çıkıyor ve sokak
eylemleri başlıyor. Sokağa çıkan halk, çok sert devlet şiddeti ile karşı kaşıya
kalıyor. En baştaki talepler ise demokrasi ile ilgili örneğin rüşvetin
kaldırılması gibi talepler de var içinde. Doğrusu insanlar baskıya, rüşvete ve
zora karşı isyan ediyorlar ve eşitlik ve özgürlük istedikleri için ayaklanıyor.
Aslında 31 Mayıs’ta Gezi eylemleri ile başlayıp tüm Türkiye’ye yayılan Haziran
isyanına benziyor Suriye’de ilk 6 ay içinde yaşananlar. Deraa’da başlayan
ayaklanma, Suriye’ye yayılıyor. Kendi vatanında esir edilmiş Kürtler de hızla
ayaklanmaya katılıyorlar. Rojava’da bir devrim gerçekleşiyor. Ayaklanmaya karşı
devletin bombalarla yanıt vermesi ayaklanmanın silahlı çatışmalara dönüşmesinin
önünü açıyor. Ayaklanma silahlı çatışmaya dönüştükten sonra ve işin içine El
Kaide çeteleri girdikten sonra tablo iyice değişiyor. İnsanlar Suriye’den
sadece Esad’dan değil bu çetelerden de kaçıyorlar. El Kaide çeteleri insanları
sokak ortasında durdurup, sorguya çekiyorlar ve öldürebiliyorlar. Özgürlük için
çıkan halk ayaklanması, El Kaide çetelerinin hegemonyasının arttığı bir iç
savaşa dönüşünce işin içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Bir de savaşın
uluslararası güç dengeleri ile bir yönü var. Emperyalistler ya da emperyalist
hiyerarşi de basamak atlama hırsı ile hareket eden devletler (Türkiye gibi),
Ortadoğu’da elini güçlendirmek üzere hareket ediyorlar.
Yurtsuz -
Manipülasyon?
Eylem Şen
- Suriye’de ayaklanma manipülasyonla çıktı denilemez, bu kesinlikle doğru
değil. Emperyalist ve emperyalist olma iddiası taşıyan bütün devletler, böyle
bir olay olduğunda müdahale etmeye çalışırlar. Bu durum, ayaklanmaları onların
çıkardığı ve başarılı olabilecekleri anlamına gelmez. Mevcut durumu, ayaklanma
ya da düzen sağlandığında da çıkarlarına uygun bir yönde gelişmesi için taktik
ve stratejik geliştirebilirler ya da bu yönde hamleler de bulunabilirler.
Bunların hepsi mümkün ve her zaman olur. Fakat halkların kendi hak ve
özgürlükleri için sokağa çıkması, bu manipülasyonlar nedeniyle olmaz tabi ki.
Ortada bir halk ayaklanması görünce arkasında manipülasyon aramak, kitlelerin
düzen dışı canlarını ortaya koydukları bir isyanın parçası olmasının önemini ve
değerini düşürmek için yapılan bir iş bence. 7’den 77’ye insanlar sokağa başka
bir devletin ajanları ikna ettiği için çıkmaz. Fakat onlar sokağa çıkarken
başka devletlerin ajanları bu durumdan kendi devletlerinin çıkarları için
yararlanmaya kalkabilir. Ama zaten düzen durumunda iken de yine kendi
devletlerinin çıkarları doğrultusunda düzen içi güçlerle işbirliği yapıyor
olurlar. Tıpkı gezi ile başlayan Haziran Ayaklanmasını “faiz lobilerinin” işi
olarak göstermek isteyen hükümet gibi halkın kendilerinin ve dünyanın kaderini
değiştirmek için ayağa kalkmasını ve direnmesini kabul etmek istemeyenler
olabilir. Esas manipülasyon budur.
Yurtsuz -
Neden yaptınız bu belgeseli?
Eylem Şen
- Ben Özgür Yaşam Eğitim ve Dayanışma Derneği'nde çalışıyorum. Lisede okuyup
üniversiteye gitmek isteyen emekçi çocuklarına dersler veriyoruz. Fizik, Kimya,
Matematik dersleri veriyorduk. Ben de dönüşümlü olarak İngilizce dersi
veriyorum orada Yine düzenli olarak Limontepe Halk Dayanışma Festivali’ni
düzenliyoruz. Festival öncesi de kapı kapı dolaşıp davetiye dağıtırdık.
Geçtiğimiz yıl çaldığımız kapıların önemli bir kısmında bizi sıcacık
tebessümleriyle Suriye’den gelen göçmenler karşıladı. Aynı dili konuşamıyorduk.
Ben Kürtçe ya da Arapça bilmediğim halde hızla sıcak bir iletişim kurabildik.
Kapı aralığından kafamı uzatıp yaşamlarını görmek istedim. Bu merak, beni
belgeseli yapmaya itti.
Yurtsuz -
Belgeselin yapım sürecinde nerelere gittiniz, kimlerle görüştünüz?
Eylem Şen
- Ben bu belgeseli aslında İzmir’deki tek bir aile ile sınırlı düşünüyordum
başlangıçta. İzmir'de yaşayan Suriyeli çocuklar eğitim imkanına sahip
değillerdi. Estravan adından bir kız çocuğunun gözünden durumu görünür kılmayı
düşünüyordum. Onun hikayesini anlatmak istiyordum. Daha sonra mevcut tablo
içinde böyle bir anlatımın naif kalacağını düşündüm. İzmir'de, İstanbul'da,
Hatay'da ve Hatay'ın sınır köylerinde çekimler yaptım. 50'nin üzerinde farklı
kişi ile görüşme yaptım sanıyorum, 20 civarında farklı kişi ile kamera kaydı
yaptık.
Yurtsuz -
Neler anlattılar size?
Eylem Şen
- Bir kere sınırdan geçerken şiddete maruz kalıyorlar. Kurşunlanmadan tutun,
sınırı geçerken dayak yemeye kadar. Bir şekilde rüşvet var.
Sınırı
geçtikten sonra önce Hatay, Urfa, Antep tarafına yerleşenler var ama çok daha
büyük bir kesim metropollere taşınıyor hızla. Çünkü iş bulma derdi var. Bir
kesim kamplara gidiyor. Ama Suriye’den gelen toplulukların hepsi, kamplara
gitmeyi tercih etmiyor. Kamplarda bir çeşit mahalle baskısı var. Hükümet ve
AFAD'dan kaynaklı değil bu baskı. AFAD özel olarak buna neden olmuyor ama bunun
önüne geçmek için özel olarak bir çaba göstermedikleri de kesin. Sonuçta
Hristiyanlar, Ermeniler, Ezidiler, Aleviler, Kürtler kamplara gitmeyi tercih
etmiyorlar. Bunun farkına varıp nedenlerini ortadan kaldıracak düzenlemeler
yapılması, kamp içindeki yaşama bu yönde müdahalelerde bulunmak gerekiyor. Ama
ülkemizde bu yöndeki ayrımcılıklar o kadar meşru ki bunları söylerken bile
kelimeler dudaklarımdan dökülür dökülmez boşluğa düşüyor.
Yurtsuz -
Eğitim?
Eylem Şen
- Eğitim alamıyorlar. 3 yıldır süren bir savaş ve kayıp bir kuşak var. 3 yıldır
mülteciler Türkiye'ye geliyorlar. 2014'ün sonunda 1,5 milyon mültecinin olacağı
öngörülüyor. Yüz binlerce çocuk eğitim imkânından yoksun. Sadece sınıra yakın
illerde Hatay’da Urfa’da okullar açılmış durumda. Ama çocuklar Türkçe öğrenmiş
hızla. Çünkü mahallede oyun oynarken, kolay öğreniyorlar. Eğitim-Sen'de üyesi
bazı hocalar, eğitim almaları için çaba sarf etmişler ve bir iki tane çocuğun
hayatını değiştirecek katkıları olmuş ama genel bir çözüm yok.
Yurtsuz -
İş bulma?
Eylem Şen
- Suriye'deki mesleki formasyonları ne olursa olsun burada o işi yapamıyorlar
ve çok düşük ücretler ile çalışıyorlar ve hatta parasını alamıyorlar. Benim
görüştüğüm insanlar içinde mühendisler, İngilizce öğretmenleri vardı.
Görüşmecilerimden biri İngilizce öğretmeni ama burada tekstil atölyesinde
çalışıyorlar. Haftanın 6 günü sabahtan akşam 9'a kadar çalışıyor ve 500-600
lira civarlarında bir maaş alıyorlar ve yavaş çalıştığı iddiası ile üstüne her
gün fırça yiyor.
Yurtsuz -
Ev bulma?
Eylem Şen
- Bu bir rant alanı olmuş. Evler, değerinin üstünde fiyatlarla kiraya
veriliyor. Lavabosuz banyosuz tek göz odalar bile İstanbul’da 300 lira.
Yurtsuz -
Belgesel'de bir tanığın olan Reyhanlı Eğitim Sen Temsilcisi Yunus Dolgun,
"Buraya, Türkiye'ye gelen Suriyelileri 3'e ayırmak lazım: Militanlar,
buraya gelip pervasızca para harcayanlar ve gerçekten açlıktan ve savaştan kaçıp
gelen yoksul insanlar var" diyor.
Ne dersiniz bu tanımlamaya?
Eylem Şen
- Öncelikle şunu söyleyeyim; bu sınırlar, halkların çizdiği sınırlar değil. Bu
nedenle sınır olması zaten başlı başına saçmalık. Fakat Yunus hoca, 3 kesimden
bahsederken şu konuya dikkat çekmek istiyor. Hatay’da ya da sınırdaki illerde
şöyle bir durum var. El Kaide çetelerine mensup kişiler de bu sınırdan geçiyor.
Ve bunların elinde Kürtlerin, Alevilerin, Hristiyanların kanı var. Suriye’de
katliam yapıyorlar ve sınırı geçip Hatay’ı adeta lojistik destek gibi
kullanabiliyorlar.
Hatay'da
yaşayan Arap Alevilerin akrabaları, sınırın öbür tarafında yaşıyor. Bu durumda
Reyhanlı’da, sokakta dolaşan Çeçenistanlı El Kaide militanlar olması, onlar da
başka bir huzursuzluk, korku ve öfke yaratıyor.
Bu nedenle
bir duygu karmaşası var. Yoksul mültecilere yardım ederken de imtinalı
davranıyorlar.
Yurtsuz -
Gelenler ile konuştuğunuz zaman Türkiye hakkında hem devlet, hem insan
topluluğu ne düşünüyorlardı? Burada yaşamaya başlayınca ne değişti?
Eylem Şen
- Bizim memleketteki en yoksullar, en vicdanlılar. Adamın evde 2 kanepesi
varken, bir tanesini vermiş. Komşusu açken evinde tok yatmayan insanlar var.
Bir tane ahır varken, ahırını vermiş. Ama bunların yanı sıra mülteciler
üzerinden rant sağlamaya çalışan kullanmaya kandırmaya çalışan insanlar da var.
Pazara
gittikleri zaman 10 liralık gömleği 20 liraya satmaya çalışanlar var.
Çalıştırıp parasını vermeyen insanlar da var. Bir bütün olarak değerlendirmek
yanlış olur. Irkçı tutumlar da var dayanışmacı tutumlar da.
Esas
sıkıntı şu: Çok sayıda mülteci var ve çok ucuz maaşlara çalışmayı kabul
ediyorlar. Emek piyasasında ücretler düşüyor. Bu zaman içinde derin problemler
yaratabilir. Irkçılığın artma sebeplerinden biri olabilir. Yunanistan'da
mültecilerin ölümüne yol açan faşist saldırılar gibi olaylarla karşılaşabiliriz
ileride.
Yurtsuz -
Türkiye'nin politikası hakkında ne düşünüyorlar?
Eylem Şen
- Sınırın mutlaka açık kalması gerektiğine inanıyorlar. Savaştan kaçmaya
çalışan akrabaları olabiliyor.
Türkiye
hükümetinin mültecilerle ilgili bir politikası yok. Sınırı açtıktan sonrasına
ilişkin bir politikası olmadığı için mülteciler kendilerini başka bir yaşam
savaşı içinde buluyor.
Avrupa
ülkeleri, kampların inşa edilmesi ve mültecilerin Türkiye’de kalmasını istiyor.
Aslında sahiden Suriyeli mültecilerin yaşamları ile ilgili samimiyetle çözüm
üretmeye çalışan belki de parmakla sayılacak kadar sivil toplum kurumu ya da
insani dayanışma derneğinin dışında hiç kimse ya da hiçbir kurum ya da tek bir
devlet yok.
Yurtsuz -
Türkiye'de "Geldiler buraya, ülkelerine geri dönsünler. Onlar yüzünden
işlerimizi kaybettik. Her yere doluştunuz" diyen insanlara ne söylemek
istersiniz?
Eylem Şen
- Sınır dediğimiz şeyi biz çizmiyoruz. Apartmanın tam karşı dairesinde adamın
biri karısını ve çocuklarını dövüyor her gün. Onlar oradan kaçıp, senin kapını
çaldıkları zaman, sen orada ölmeye ve dayak yemeye devam et diyebilir misin?
Çok net. Sınırlar bir takım devletlerin ihtiyaçları doğrultusunda çizildiği
ortada bunlar halkların sınırları değil ve olmamalı. Sınırı bahane edip, yanı
başımızda cereyan eden bir katliamla ilgilenmemek insaniyet dışı bir eğilim.
Kendi
çocuğuna biraz daha iyi bir yaşam sunabilmek için yüzbinlerce çocuğun ölümüne
gözlerini kapatan birinin neden bu dünyaya çocuk getirdiğini sorgulaması lazım.
Nasıl bir dünya, nasıl bir gelecek istiyor?
Röportaj:
Uğur Şahin UMMAN
No comments:
Post a Comment