Kasım 16,
2014
Ahmet Kaya,
14 yıl önce bugün, sürgün gitmek zorunda kaldığı Paris’te yaşamını yitirdi.
Bakmayın ardından başlayan ‘sevgi tsunamisi’ne. İlk kasetinden son kasetine dek
her gün hukuki, vicdani, ahlaki olarak yargılandı. Oysa henüz bir fenomene
dönüşmeye başladığı yıllarda, 1988’de çıkardığı bir albümünde, seslenmişti:
“Beni tarihle yargıla…”
Evet,
gerçekten de Ahmet Kaya ancak böyle yargılanabilir. Zira onun müziği, basit bir
popülist-protest kolaj değildir. Çünkü her kesimden insana kendini
dinletebilmesinin sırrı, kasetlerinin kronolojisinde gizlidir. Şarkıları
sırayla çalındığında ortaya çıkan şey sadece bir “Ahmet Kaya diskografisi”
değildir. Aynı zamanda yakın siyasi tarihin başka bir gözle, bambaşka bir
cepheden kronolojik olarak da okunmasıdır…
Ölümünün 14.
yılı anısına, 13 Ahmet Kaya kaseti üzerinden alternatif bir Türkiye tarihi:
12 EYLÜL
DARBESİ: AĞLAMA BEBEĞİM (1985)
Ahmet Kaya,
darbeyle askerden dönünce tanışır. Neredeyse tanıdığı herkes cezaevindedir.
1982’de ilk çocuğu Çiğdem doğar. Artık kendisi gibi binlerce kişi için de tek
umuttur o. Babaları cezaevinde olan çocuklar için söyler: “Ağlama bebek, ağlama
sen de… Umut sende, yarın sende… Çok uzakta öyle bir yer var; o yerlerde
mutluluklar, paylaşılmaya hazır bir hayat var…”
Çocuklarının
hasretiyle ‘prangalar eskiten’ babaları da unutmaz elbette: “Burda çiçekler
açmıyor, yıldızlar ışık saçmıyor, günler su gibi akmıyor, geçmiyor günler
geçmiyor…”
Albüm büyük
ses getirir. O ses, hapishanedekilerin ve yakınlarınındır…
HUKUK YOK,
UMUT YOK: TEK ÇARE ‘ACILARA TUTUNMAK’ (1985)
Cezaevinde
günler geçmez ama darbenin üzerinden 5 yıl geçer. Mahkumlar için ne hukuk
vardır ne adalet. Dışarıdaki yakınları içinse ne iş, ne umut…
Ahmet Kaya da
geçim sıkıntısı, gözaltılar derken eşi ve kızı Çiğdem’in çekip gitmesiyle
yıkılır. Hem kendisi hem cezaevindekilerin umudunu simgeleştirdiği çocuğu
kaybetmenin acısıyla söyler bu kez: “Acı çekmek özgürlükse, özgürüz ikimizde. O
yuvasız çalı kuşu, bense kafeste kanarya… Yalanmış hepsi yalan…”
NEOLİBERAL
DEHŞET: ‘AN GELİR’ (1986)
Turgut
Özal’lı yıllar… Askerin ‘demir yumruğu’ yerini dizginsiz bir neoliberalizme
bırakmıştır. Herkesin hayatında o güne dek bildiği tüm ‘kutsal kaideler’ tek
tek yıkılmaktadır. “An gelir” der Ahmet Kaya, bu tuhaf değişimin kıyametvari
dehşetini anlatır: “Paldır küldür yıkılır bulutlar… Gökyüzünde anlaşılmaz bir
heybet… An gelir biter muhabbet, şarkılar susar, heves kalmaz… O eski heyecan
ölür… An gelir, şimşek yalar masmavi dehşetiyle siyaset meydanını…”
HERKES
UNUTUR, O HATIRLATIR: ‘ŞAFAK TÜRKÜSÜ’ (1987)
Türkiye,
‘eski’ Türkiye değildir. Yeni bir kuşak, yeni bir ekonomi, yeni bir siyaset…
Darbeyi pek kimse hatırlamaz artık. Mümkünse ‘siyaset’ denilen şeyin de göz
önünden kaybolması istenir…
Oysa
cezaevlerinde idamı bekleyenler vardır hala. O mahkumlar günlük hayattan,
gazete haberlerinden, Meclis gündeminden kovulmuştur. Bir idam mahkumu olan
Nevzat Çelik’in “Şafak Türküsü” şiirini albüm yapan Ahmet Kaya ısrarla
hatırlatır: “Beni burada arama anne… Kapıda adımı sorma… Saçlarına yıldız
düşmüş, koparma anne…”
“Şafak
Türküsü” o kadar büyük bir etki bırakır ki, bu insanlık dışı gündemi bir anda
milyonlarca evin içine taşır.
1970’İN PES
ETTİĞİ AN: HANİ BENİM GENÇLİĞİM? (1987)
1970’lerin
ateşli kuşağı yavaş yavaş cezaevinden çıkmaya başlamıştır. Ne var ki, buldukları
ülke, geride bıraktıklarından epey farklıdır. Yeni kuşakların gözünde birer
‘dinozor’, yakınları için ‘vebalı’, devletin nezdinde ‘sakıncalı’dırlar. Ahmet
Kaya bu hissiyatı en iyi anlayandır: “Hani benim gençliğim nerde… Bilyelerim,
topacım… Kiraz ağacında yırtılan gömleğimi, çaldılar çocukluğumu habersiz…”
Albüme ismini
veren “Yorgun Demokrat” ise her şeyiyle bir siyasi kuşağın yıkımını özetler:
“Şarkılar küsmüş dudağa… Ömründe gecikmiş hasat… Karışmış çoluk çocuğa… Geçim
derdinde demokrat… Ah akıp gidiyor hayat… Yüreğim anlıyor seni… Artık susma
yorgun demokrat…”
GENÇLİK
ÇEMBERİ KIRIYOR: ‘BAŞKALDIRIYORUM’ (1988)
Özal’ın
iktidarının sarsıldığı günler… İşçiler ‘bahar eylemleri’ olarak anılan uzun bir
protesto sürecine girerken, üniversite öğrencileri de yeniden derneklerini
kurmaya ve YÖK’e bayrak açmaya başlar. Ahmet Kaya bu yeni muhalefeti derhal
benimser: Başkaldırıyorum…
Sözler önceki
şarkılarının siyasi romantizminden uzaktır. Hem kendine yönelik gözaltılara
meydan okuma, hem de gençliğin tavrına destektir: “Başkaldırıyorum…. Kırmızı
rujlu sokakların aşağılık pazarlıkların adı anılmayacak benle… Bir çiçeğim halk
ormanında fışkırdım… Ben bir bıçak ucuyum, kavga vermiş halkına…
Başkaldırıyorum işte, varın benim farkıma…”
DARBEYLE
HESAPLAŞMA VAKTİ: ‘EYLÜL’E İSYAN’ (1990)
‘Başkaldırıyorum’
albümünden sonra Ahmet Kaya üniversite gençliğiyle buluşur. Türkiye’nin her
yanında konserler verir. Çoğunun ilk copu, ilk gözaltısı Ahmet Kaya şarkıları
yüzündendir…
Bu yeni bir
umuttur Ahmet Kaya için: “İyimser bir gül olsun dudaklarında…”
Gençliğin
dinamizmi aydınları da etkiler. 12 Eylül sorgulanmaya başlar. Bu durum Ahmet
Kaya’nın şarkısına da yansır: “Güneşte kavruluruz kıraç topraklar gibi…Hazanda
savruluruz serseri yapraklar gibi… Yalnızlığı yaşarız geride kalan gibi… Düşer
düşer kalkarız eylüle isyan gibi…”
ÖĞRENCİ
EVLERİNE BASKIN FURYASI: ‘BAŞIM BELADA (1991)
1990’lar
öğrenci eylemlerine karşı devletin sertleştiği dönemdir. Öğrenci evlerine
baskınlar ve yargısız infazlar artmıştır. ODTÜ’lülerin kaldığı bir evi basan
polislerin bir kanepeyi kurşun yağmuruna tutması dönemin mizah dergilerine
kapak olur. Ahmet Kaya şiddetin adını koyar: “Nerden baksan tutarsızlık, nerden
baksan ahmakça… Yasal mermisi ile bir komiser yaklaşmakta… Başım belada…”
‘KÜRT EŞİTTİR
TERÖRİST’E YANIT: ‘DOKUNMA YANARSIN’ (1992)
Türkiye, Kürt gerçeğiyle sert bir şekilde karşı karşıya gelir. PKK’nın eylemleri, Kürt illerindeki çatışmalar gündeme damgasını vurmaya başlar. Devletin yeni güvenlik konseptinin adı konulur: “Kürt eşittir terörist”. Sokaklarda nüfus cüzdanına bakılarak gözaltıların olduğu bir zamanda Ahmet Kaya “Dokunma yanarsın” diye bağırır: “Bütün telsizlerde adım okunur… Beni bir korkak bile vurur…Dokunma bana fişlenirsin…Dokunma bana, sen de yanarsın.”
Yüzünü dağlara dönmeye başlayan Kürt gençlerinin hikayesini de taşır albümüne: “Biz üç kişiydik… Bedirhan, Nazlıcan ve ben… ”
‘BÖLÜCÜ’ DİYENLERE REST: ŞARKILARIM DAĞLARA (1994)
Kürt
işadamlarına infazlar, faili meçhuller… Çoğu kimsenin Kürt bile demekten
korktuğu bir dönemde her mikrofon uzatıldığında “Kürt” der, Ahmet Kaya. O güne
dek gazetelerin sempatiyle yaklaştığı Ahmet Kaya artık PKK’lı gibi görülür. Ne
kadar reddetse de dinletemez. Ve tavrını gösterip, restini çeker: Şarkılarım
dağlara…
Bu albüm
resmi rakamlara göre 3 milyona yakın satar. ‘Ağladıkça’ adlı parça yılın ‘hit’i
olur: “Ağladıkça dağlarımız yeşerecek… Görecek göreceksin.. Ağladıkça güneşi
tutacağız…”
CUMARTESİ
ANNELERİ’NİN SESİ: BENİ BUL (1995)
Kürt
illerinde şiddetli bir savaş, Beyoğlu’nda Galatasaray Lisesi’nin önünde ise bir
arayış vardır. Her cumartesi bir araya gelen kayıp annelerinin sesini ne medya
ne devlet duyar. Ahmet Kaya, tıpkı 12 Eylül’de o çocukların babalarının sesi
olduğu gibi bu sefer de kayıp çocukların sesi olur: “İki yanımda iki polis…
Ellerim kelepçede…Beni bul, beni bul anne…”
MEDYA
ABLUKASI: ‘EZDİRMEM SANA KENDİMİ’ (1998)
Her yaptığı
albüm olaydır ama her söylediği de olay haline gelir Ahmet Kaya’nın. Medyanın
hedef tahtasına koyması, kısa sürede karşılığını bulur. Bir sözünden dolayı
Berberler Federasyonu eylem yapar, bir esprisinden dolayı Tokatlılar…
Konserleri ‘PKK gösterisi’ olarak haberleştirilir.
Türbanlı
öğrencilere destek verdiği için soldan, Kürt dediği için sağdan eleştirilir.
Geri adım atmaz. “Dosta düşmana karşı” albümündeki “Giderim”le yanıt verir:
“Ezdirmem sana kendimi…Gövdemi yakar giderim…Beddua etmem üzülme…Kafama sıkar
giderim!”
…VE SÜRGÜN:
‘HOŞÇAKAL İKİ GÖZÜM’ (1999)
Her yaptığı
albüm olaydır ama her söylediği de olay haline gelir Ahmet Kaya’nın. Medyanın
hedef tahtasına koyması, kısa sürede karşılığını bulur. Bir sözünden dolayı
Berberler Federasyonu eylem yapar, bir esprisinden dolayı Tokatlılar…
Konserleri ‘PKK gösterisi’ olarak haberleştirilir.
Türbanlı
öğrencilere destek verdiği için soldan, Kürt dediği için sağdan eleştirilir.
Geri adım atmaz. “Dosta düşmana karşı” albümündeki “Giderim”le yanıt verir:
“Ezdirmem sana kendimi…Gövdemi yakar giderim…Beddua etmem üzülme…Kafama sıkar
giderim!”
…VE SÜRGÜN:
‘HOŞÇAKAL İKİ GÖZÜM’ (1999)
10 Şubat 1999
gecesi… Herkesin hatırladığı o meşum olay… Günlerce süren linç kampanyası
sonucunda çekip gider, geriye tam da ona yakışan şekilde “Hoşçakal iki gözüm”
diyerek: “Vakit tamam seni terk ediyorum…Bu incecik bir veda havasıdır…Parmak
uçlarına değen sıcaklık…İncinen bir hayatın yarasıdır…Hoşçakal iki gözüm, hoşçakal…”
(Radikal –
Bahadır Özgür)
No comments:
Post a Comment