Kasım 13,
2014
“Yeni
Türkiye”, TC’nin bir polis devletine ve bölgesel karşı devrim merkezine
dönüşmesi anlamına geliyor. Ortadoğu’nun yeniden dizayn edildiği koşullarda, TC
neo- Osmanlıcı bir söylemle pozisyon almaya ve bölgesel bir güç olmaya çalıştı.
Bu süreç bir yanıyla da TC’nin yeniden yapılanmasını koşulladı. Sarsıcı geçen
bir dönemden sonra I. Cumhuriyet tasfiye edildi ve kurucu paradigması İslam
olan “yeni Türkiye”nin inşası sağlandı. Neo- Osmanlıcı söylem, İslam ve İslamı
Sünnilikle özdeş tutan yorumlanışı hem “tranformasyonun” ideolojik çimentosu
oldu, hem de TC’nin bölgede nüfuzunu yayma ve nüfuz etme aracı olarak
kullanıldı. TC, agresyon politikalarını bu ideolojik konumlanış üzerinden
yürüttü. Hayırsever/cemaatçı kapitalizmle yeni rıza mekanizmaları oluşturuldu.
Yıkıcı emek rejimleri inşa edilerek, sınıf kadavra haline getirilmek istendi.
Polis devleti düzenlemeleriyle zor rafine bir şekilde kullanılmaya başlandı.
AKP bu
süreçte tipik bir burjuva partisi olmaktan çıktı, bir nevi devletin partisine,
devletin kendisine dönüştü. Devletin ruhu, aklı ve pratiği haline geldi. Yeni
komprador karakterli bir devlet yapılanmasının önü açıldı. AKP, “Yeni
Türkiye’nin” kurucu aktörü gibi hareket etti. “Restorasyonun” kritik aşamaları
geçildi. Kuvvetler ayrılığının devre dışı kalması, yargı ve yasamanın yürütmeye
bütünüyle tabi olmasıyla (bu yönde cemaat operasyonları ve Cumhurbaşkanlığı
seçimleri katalizör işlevi gördü) bir iktidar yoğunlaşması yaşandı. Bu aynı
zamanda oligarşik yapı içindeki daralmayı simgeledi. Yürütme erki toplumsal
bedeni hızla sardı. Toplum, devlet, birey ilişkisi otoriter ve korporatist
düzenlemelerle yeniden dizayn edildi. Bir anlamda devlet, parti ve kitle iç içe
geçerek “yeni” faşizmin, siyasi sosyolojisini oluşturdu.
Hızlı bir
militarizasyon süreci, içerde muazzam bir yağmayı ve kitlelerden yaygın onay
alan bir hakikat rejimini koşulladı. Ya da iç politikada sosyal yıkım, yağma ve
sınıfa stratejik saldırılar, dış politikada bölgesel güç olma hamlelerinin
yapılmasını olanaklı kıldı. Yeni süreçte iç ve dış politika hızla iç içe geçti ve birbirini şiddetle etkilemeye
başladı. Ortadoğu’daki destabilize ortam, TC’ye ciddi manevra şansı verdi.
Bölgede ABD’yle yer yer ortaya çıkan (cüretsiz adımlara) sorunlara rağmen,
TC ABD’ye tam angaje bir pozisyonla
hareket etti.
ORTADOĞU
SÜREKLİ SAVAŞ COĞRAFYASINA DÖNÜŞÜYOR
ABD,
bölgenin yeniden dizaynında zorlanıyor, bir dizi küresel ve yerel faktör, hem
hamlelerini daraltıyor, hem de emperyal projelerini sekteye uğratıyor. ABD
sorunları çoklu bir şekilde bölgesel aktörleri devreye sokarak, son derece
pragmatist ve reel politiker bir tarzda çözmeye çalışıyor. Yer yer TC’ye
yaptığı gibi inisiyatif dışı gelişmeler karşısında, etkisizleştirici ve hâd
bildirici adımlar atıyor. Mısır’da bu süreç Sisi’nin desteklenmesi, darbenin
onaylanması şeklinde, yani restorasyonun restorasyonu şeklinde biçimlendi. ABD,
Irak ve Afganistan’da yaşadığı başarısızlıklardan dersler çıkararak, son karar
verici rolü oynamaya, yıpranmamaya, zayiatlardan dolayı kendi kamuoyunu
rahatsız etmemeye ve “uluslararası meşruiyeti” korumaya özen gösteriyor. Daha
rafine ve seçici şiddet politikaları izliyor.
Ortadoğu’nun
“Yugoslavya’laşması” yönünde soğukkanlı politikalar gerçekleştiriyor. Bu yönde
her şeyin yıkımı ve herkesin birbirinin celladına dönüşmesi için her dinamiği;
etnik, dinsel, mezhebi çelişkileri, tarihsel gerilimleri kullanıyor ya da
tahrik ediyor. Özellikle bölgede Suudi Arabistan ve İsrail’i mızrak ucu olarak
devreye sokuyor. Katar, TC ve Mısır’a da yeni dizaynın ya da “kontrollü kaosun”
temel unsurları olarak, Libya, Suriye, Irak ve Filistin’de olduğu gibi rol
yüklüyor. “Eşik ülkeler” diye de tanımlanan bu ülkeleri, küresel stratejilerine
uygun bir şekilde konumlandırıyor. Bölgesel taşeron güçlerin risk almasını,
operasyonel masrafları karşılamasını ve aktif görevler yüklenmesini sağlıyor.
ABD,
2020’leri kapsayan yeni jeo-politik yönelimini Asya -Pasifik üzerinden kurguluyor. Güney’den Rusya’yı
kuşatmayı (AB’nin de dahil olduğu, Ukrayna krizi Rusya’nın nüfuz ve ekonomik alanlarını
daraltmayı, destabilize etmeyi amaçlayan bu projenin batı ayağıdır), Batıdan ve
Pasifikten ise Çin’i kuşatmayı hedefliyor. Bu yönde Uzak Asya ve Pasifik’te bir
dizi askeri, ekonomik (APEC- Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü içindeki
Çin’i etkisizleştirme hamleleri gibi ), diplomatik ataklar yapıyor. Bölge
ülkeleriyle stratejik ittifaklar kuruyor.
Emperyalist
hegemonya krizinin/ savaşının bir yansıması olan bu jeo-politik yönelim,
Ortadoğu’nun bir savaş alanına ve sürekli savaş coğrafyasına dönüştürülmesini
koşulluyor.
Kapitalizmin
sistemik/ organik krizi ve bu krizin bir dışavurumu olan hegemonik güçler
arasında çelişkilerin keskinleşmesi, Ortadoğu’da şiddetli yansımalar buluyor.
Sistemik kriz dönemlerinde, Rosa Luxemburg’un tanımlamasıyla “düzeltici
savaşlar” kaçınılmazlaşır. Ortadoğu’da bir anlamda etki alanı Afganistan’a,
Pakistan’a ve hatta Rusya’ya yayılan bir “Üçüncü dünya savaşı” yaşanıyor.
Ortadoğu küresel jeo-politik bir odak olarak “düzeltici savaşların” bugünkü
konjonktürdeki biçim alışı olan, bölgesel savaş merkezi haline geliyor.
Savaşların, kaynak savaşlarının küresel finans kapitalin, yapısal krizlerden
çıkmak için uyguladığı yöntemlerden biri olduğu unutulmamalıdır.
Emperyalizm
Ortadoğu’yu yıkarak, bir savaş cehennemine çevirerek, etnik ve mezhebi
jenositler yaratarak tahakkümünu kuruyor ve gücünü gösteriyor. Bölgesel gerici
ve faşist güçler bu sürecin parçaları olarak konumlanmış durumdalar.
Bölge tam
bir katastrofik anaforun içine girdi. Irak bir katastrofik odak haline geldi.
Libya laboratuvarından sonra, Suriye’de gerçekleştirilen taşeron savaşı
özellikle Irak ve Suriye coğrafyasını bütünüyle destabilize etti.
Jeo-politik
ve jeo-stratejik açıdan kritik öneme sahip bu coğrafya, küresel karşı devrimci
güçlerin taşeron savaşında kullanmak için kadro transfer ettiği alana
dönüştürüldü. Başta CIA, MI 6 ve bölge gizli servisleri aracılığıyla daha önce
Bosna’da, Çeçenistan, Afganistan’da savaşmış ya da değişik İslâmcı
örgütlenmelerle irtibatlı, binlerce
kadro (ağırlıkla Selefi) alana taşındı. Yeni lejyonerler, profesyonel
katilliklerini “allahü ekber” nidâlarıyla gösterirken, bölgenin hızla
destabilizasyonu yönünde iç savaş ve psikoloijk savaş taktikleri uygulandı.
Esad
rejiminin hızla yıkılması için başta ABD olmak üzere, bölge gerici güçlerinin
her düzeydeki desteğine rağmen sonuç alınamadı. Taşeron savaşı tutmadı, geri
tepti.
Kısa
zamanda çökmesi beklenen Esad rejimi halk desteğini korudu, rejim coğrafi
alanını daraltarak, güçlü bir alan koruma stratejisi izleyip, küresel güç
ilişkilerinin de ( özellikle Rusya ve Çin faktörünün ) katkısıyla ayakta kaldı.
Bu süreçte
Rojava Devrimi’nin gerçekleşmesi, hızla derinleşmesi, halklaşması ve bir kadın
devrimi içeriği kazanması, devrimin ruhunun bir kadın devrimi şeklinde
biçimlenişi Ortadoğu’da bambaşka dinamiklerin önünü açtı.
IŞİD:
DİNSEL GERİCİLİĞİN, İSLAMOFAŞİZMİN EN SAHİCİ, EN AKTÜEL BİÇİMİ
Irak’ın
Sünni bölgesi ve Rojava dışında kalan Esad rejiminin inisiyatifinin olmadığı
alanlarda, önce taşeron savaşını yürüten İslamcı güç ve klikler arasında
inisiyatif ve hakimiyet savaşları başladı. Birçok klik ya çözüldü ya da
etkisizleşti. Bu arada Suriye ordusunun ataklarının sonuç alıcı olmaya
başlaması, İslamcı lejyonerler ve çetelerin yüksek kayıp vermesine, demoralize
olmasına ve hızla dağılmasına yol açtı. Klikler arasında iktidar savaşları
başladı. Bu durum çözülme ve dağılma sürecini hızlandırdı.
Bu dönemde
Irak Baas rejimi artıklarının yer aldığı, El Kaide’nin Irak yapılanmasının bir
dizi evrim geçirmesiyle oluşan, uluslararası alanlardan transfer edilen Selefi
kadrolar için çekim merkezi haline gelen ve Sünni aşiretlerin aktif desteğini
alan IŞİD “ortaya çıktı”. Hibrid savaşları adı da verilen yeni sömürgeci
savaşlarının bir aktörü olarak, bir nevi IŞİD’in önü açıldı ve hızla inisiyatif
kazanması sağlandı. IŞİD, ABD’nin Irak ordusuna bıraktığı modern silahlarla
etki gücünü yaydı. Başta TC, Katar, Suudi Arabistan’dan askeri, istihbarati,
lojistik ve maddi destek alan örgüt, Irak’ın orta kesiminden, Suriye’nin
içlerine kadar geniş bir bölgeyi hızla kontrol altına aldı.
Yeni Irak
ordusunu, Musul’dan savaşmadan atan IŞİD, giyimleri, bayrakları ve
katliamlarıyla dünya gündemine girdi. IŞİD, her ne kadar politik hattı ve
önermesi olmasa da Şeriat ve halifelik vurguları ve Hz. Muhammed’in mührünü
bayraklaştırmaları ve katliamlarıyla gerçek ve gerçek olduğu kadar
psiko-patolojik bir dünyayı simgeliyor.
IŞİD’in
psikolojik savaş taktiği aldığı, uyguladıkları dehşet stratejisiyle ortaya
çıkıyor. Bu strateji bir yanıyla da etki gücünü yayma ve kitlesel bir korku
yaratma ya da korkuyu kitleselleştirme aracı olarak kullanılıyor.
IŞİD
kendine oryantalist bir aksiyon imgesi ya da imajı (bu kurgunun gizli
servislerin ve oryantalist bir anlayışın ürünü olduğunu düşünüyorum, infaz
biçimleri, şiddetin estetize edilmesi, bilinçli görselleştirilmesi, ölümün
pornografileştirilmesi ve müfrit şiddetin
kullanılması bir dizi psikolojik, askeri faktörün yanında, Batının
algısına ve görme biçimlerine hizmet etmektedir. Batı’da toplum mühendisliği
operasyonlarını ve İslamofobiyi besleyen içeriktedir. Ve özellikle
emperyalizmin bölgeye müdahalesini meşrulaştıran, hatta kitlesel onay
kazandıran mahiyettedir) vermeye çalışıyor. Arkaik görünümün ardında ise
“modern” bir fenomen karşımıza çıkıyor.
Karşımızda
Ortadoğu’nun yıkımının, enkazının yarattığı ultra gerici, faşist, konsantre bir
karşı devrimci bir örgüt var. IŞİD, dinsel gericiliğin, İslamofaşizmin bir nevi
en sahici ve en aktüel biçim alışıdır.
Ortadoğu
küresel boyutta bir karşı devrim laboratuvarına dönüşüyor, 1970’li yıllarda,
Orta Amerika ve Uzak Asya ABD’nin karşı devrim projelerinin odak coğrafyaları
olarak işlev görüyordu. Bugün Ortadoğu emperyal paylaşımın, yerel, bölgesel ve
hegenomik güçlerin inisiyatif kazanma, yeni dengelerin ve dengesizliklerin
coğrafyasına dönüştü.
SÜREKLİ
SAVAŞ COĞRAFYALARI VE NON- GEVENMENTAL GÜÇ ODAKLARI
2000’li
yılların başından bugüne, Ortadoğu’nun yeniden dizaynını kapsayan BOP belirli
evrelerden geçti ve birbirini tamamlayan ( çıplak açık zor, açık zor ve
ideolojik zorun senkronu, yaratıcı kaos, akıllı güç, taşeron savaşı ya da
kontrollu kaos gibi ) konsept değişiklerini ihtiva etti.
Bu karşı
devrimci süreç, kaynak savaşlarının aktüel biçim alışı oldu ve bölgesel yıkım,
tahribat ve yağmanın üzerinden yürütüldü.
Etnik,
mezhebi, dinsel polarizasyon üzerinden emperyalist makro tahakkümün kurulmasını
sağlayan düzenlemelere gidildi. “Yaratıcı kaosla”, bölgenin balkanlaştırılması
hedeflendi. Bu yönde mikro ve kanton devletler kuruldu. Irak ve Filistin deney
alanı oldu. “Taşeron savaşlarıyla” süreç derinleştirildi.
Sürecin
derinleşmesi sürekli kaos ve istikrarsızlaşma taktiklerini beraberinde getirdi.
İŞİD gibi
oluşumlar emperyalizmin sömürgeci hamlelerle, yeni dizayn politikalarıyla,
kaotik bir sürece soktuğu istikrarsız bölgelerde yerel dinamiklerin ürünü
olarak doğan ve bu dinamiklerden, çelişkilerden beslenen, oluşum ve işleyiş
olarak her türlü manipülasyona açık, hatta manipülatif ilişkilerden de rahatsız
olmayan, son derece pragmatik ve oportünist yapılar olarak dikkat çekiyor.
Uluslararası bağları olan bu yapılar, kadro ve ciddi finansal transferler
yapabiliyorlar. Kuzey Afrika’da Libya’da, Mali ve Batı Afrika’da ve Ortadoğu’da
bir istikrarsızlaştırma nesnesi olarak devredeler. İslam ve Şeriat bu yapıların
ruhunu, ideolojik bedenini oluşturuyor.
ABD
emperyalizmi izlediği yeni jeo-politikle; enerji kaynaklarını, enerji
yollarını, kıymetli madenleri, kıymetli toprakları ve su kaynaklarını kontrol
etmek, dünya ticaretini güvence altına almak, sermaye birikiminin önündeki her
türlü engeli kaldırmak ve diğer emperyal güçlerin gelişimini engellemek
istiyor. Bir hegemonya restorasyonu ve diğer emperyal güçlerin nüfuz ve
ekonomik alanlarını kırmayı, daraltmayı hedefleyerek, ” Full Spectrum
Dominance” konseptine uygun hareket ediyor. Bu yönde jeo-stratejik coğrafyaları
gerektiğinde şiddetle istikrarsızlaştırıyor, darbeler yapıyor ya da müdahalelerde
bulunuyor. IŞİD gibi çeteleri şekillendiriyor, destekliyor ve yönlendiriyor.
Bazen bu
yapılar proto-devlet karakterli yada non-gevenmental (devlet dışı) güç odağı,
oluşumu niteliği gösterebiliyor. IŞİD bu karakterde bir yapı. IŞİD’in ciddi bir
finansman gücü var, Irak’ın en önemli petrol rezervlerini elde tutuyor.
Rojava’ya yönelmesinin nedenlerinden biri de petrol alanları üzerinde hakimiyet
kurma isteği oluşturuyor. Davranış kodları ve repertuvarı proto-devlet
özellikleri taşıyor. Şeriat kurullarını işleten IŞİD, egemenlik alanlarında iç
hukuka sahip ve bir toplumsal işleyişi inşa ediyor ve denetliyor.
Ortadoğu’nun
yeniden paylaşımı, emperyal hamleler ve içine girilen yüksek konjonktür,
Ortadoğu’da 20. yüzyıla damgasını vuran Sykes- Picot Anlaşması’nın sonunu
işaretledi. 1916’da imzalanan bu Anglo-Franch
anlaşma, bir petro- politik anlaşmasıydı ve Arap halklarının ve Kürt
halkının yüreğine sokulmuş hançerdi. Arap halkları bu anlaşmayla, parçalandı B.
Andersen’in ifadesiyle “Hayal edilen cemaatlere” bölündü. Emperyal yönelimlere,
kapitalist rasyonlara uygun, ulus devletler inşa edildi.
Kürdistan
yıkıma uğratıldı ve 4 ülkenin iç sömürgesine dönüştürüldü. Bu iç sömürgeler
üzerinden yeni ulus devletler inşa edildi. Kürt halkı köleleştirilmek istendi.
Şiddetli asimilasyona tabi tutuldu. Katliam ve tenkil, sistematik
diskriminasyon politikalarıyla yok edildi, yok sayıldı. Hatta TC dahil ulus
devletler, meşruiyetini bu sömürgeleştirme ve köleleştirme stratejileri
üzerinden sağlamaya çalıştı. Hayal edilmiş cemaatlerin “tutkalı” soykırım ve
sömürgeleştirme hamleleri oldu.
yüzyıldaki
Ortadoğu’daki bütün gel-gitleri, yıkım ve katliamları Sykes- Picot üzerinden
okumak olanaklıdır. Yeni süreç yeni bir emperyalist paylaşımı ve savaşımları
koşulluyor. Dünkü statükoların, buna ulus devletler dahil, yıkımına yol açan
süreç, sürekli savaş ve sürekli istikrarsızlık üzerinden yürütülüyor. Her
düzeyde yaratılan polarizasyon, mikro ya da proto-devletleşmeler ya da
kabilelere, aşiretlere dayalı savaş ağalığı sistemi gibi oluşumlar bu sürecin
bir sonucu oluyor. Ortadoğu, Libya ve ve Batı Afrika’daki gelişmeler buna
örnektir.
Ortadoğu
küresel karşı devrimci stratejilerin laboratuvarına dönüşüyor. Bir katastrof
odağı haline geliyor. Ortadoğu’da bir nevi “üçüncü dünya savaşı” yaşanıyor.
Emperyalist güçler ve bölgesel gerici güçler ve non-state aktörlerle katastrof
ve yıkım yayılıyor. Bu bir yanıyla da emperyalist hegemonyanın ve tahakkümün
yeniden tahsisi anlamına geliyor.
ROJAVA:
YENİ VİETNAM
Bölgede,
bu yıkıcı ve alt üst edici emperyalist politikaları bozan, bloke eden dinamik
Kürt Özgürlük Hareketidir. Kuzey Kürdistan’da çok boyutlu yürütülen mücadele ve
kendi özgünlüğünde ikili iktidarın yaşanması, Rojava Devrimi’yle taçlandı ve
boyutlandı.
Gelişmeler
TC’nin kurucu pradigmasını kıran boyuta geldi. Rojava Devrimi, Sykes Picot’un
işlevsizleştiğini ve çözülüşünü gösteren en önemli faktörlerden biri oldu.
Rojava’da
Kürt devrimi hakikâte dönüştü. Ortadoğu devriminin potansiyeli açığa çıktı.
Devrimin
yaşayan bir “şey” haline gelmesi, iradeleşmesi, alternatif yaşam ve kültürün
pratikleşmesi, devrimin halklaşması ve devrim içinde devrim olan kadın
devrimine dönüşmesi coğrafyada olağanüstü gelişmelerin önünü açtı.
Kuzey
Kürdistan’da 21. yüzyılın en diri ve en güçlü mücadelesinin gelişmesi ve yıkıcı
Rojava pratiği Ortadoğu topraklarını sarsıyor. Kürt Özgürlük Hareketi bir
Ortadoğu gücü haline geliyor. Özellikle Şengal pratiği hareketin ve insanlığın
ahlaki manifestosu oldu. Ezidi soykırımının engellenmesi tarihsel bir rolün
aktüelleşmesi ve erdemin vücut buluşuydu. Ardından gelen ve halen süren Kobané
direnişiyle, direniş sanatlarının (bir Barcelona, bir Stalingrad gibi) en güzel
örneği verildi. Ve direnişin manifestosu yazıldı. Kobanê tarihe” bir
başkaldırıydı ve tarihin halklar tarafından fethini simgeledi ve simgelemeye
devam ediyor.
Kobanê’ye
ve Rojava’ya küresel, bölgesel, yerel karşı devrimci güçlerin saldırması boşuna
değil. Devrimin yıkıcı gücünün sarsıntıları ve ezilenlerin şenliği, Ortadoğu
topraklarında özgürlük ateşini harladı. Kadın devriminin yarattığı olağanüstü
aura, Rojava’nın ve Kobanê’nin Ortadoğu’da devrimci, demokratik güçlere yol
göstermesi Rojava’ya duyulan kinin temel nedenidir.
PYD’nin
önderliğinde YPG ve YPJ güçleri, bugün ezilenlerin, “lanetlilerin” tarihsel
öfkesini harekete geçiriyor ve onların tarihini yazıyorlar.
Vietnam
1970’lerde, sömürge halkların kolektif öfkesini ve başkaldırısını simgeliyordu.
Muazzam bir güce karşı halkların isyan ve özgürlük ateşiydi. Emperyalizme karşı
tarihsel bir karşı duruş ve direniş savaşıydı. Aynı zamanda “dünyanın
lanetlilerinin” egemenlere, muktedirlere karşı muhteşem ayağa kalkışı ve
zaferiydi.
Rojava
Devrimi ve Kürt özgürlük savaşı, Vietnam Savaşının aktüelleşmiş halidir.
Gerillanın halklaşması, halkın gerillalaşması bugün Kürt halkının mücadelesinde
gerçekleşiyor. Rojava yeni Vietnam’dır. Rojava Devriminin direniş ve devrim
diyalektiği ve Rojava’nın bir kadın devrimi şeklinde derinleşmesi, tarihsel bir
birikimdir. Kobanê enternasyonal başkaldırının ön cephesi, küresel ve yerel
karşı devrimci güçlere karşı ihtilalci ruhun ayaklanması ve hayatın geleceği
fethetmesidir.
7- 8 EKİM
SERHİLDANLARI
TC bu
süreçte topyekün imha politikası
izliyor. IŞİD’i bir imha gücü ve aparatı gibi kullanmaya çalışıyor. Kobanê’de
direnişi kırarak, kendi özgünlüğünde bir Sri Lanka modelini hayata geçirmek
istedi.
Kürt
Özgürlük Hareketini enkazlaştıma ve iradesizleştirme stratejisinin parçası
olarak, IŞİD’e askeri, teknik, lojistik,
istihbari destek veriyor. Geri çekilme, yeniden toparlanma olanakları sunuyor.
Kürt Özgürlük Hareketinin Kobanê’den başlayacak imhasını, Kuzey Kürdistan’a
yaymayı amaçlıyor.
TC’nin
“restorasyon” süreci bir iç savaş stratejisi şeklinde gelişiyor. Kobanê
direnişinin, Kürt illerinde yarattığı serhildanlara ve Batı yakasındaki
kitlesel tepkilere karşı gösterilen refleks, izlenen yöntemler, bu yönde uzun bir hazırlık yapıldığını ve
kontr-gerilla ve paramiliter güçlerin yeniden yapılandırıldığını ortaya
koyuyor.
TC hem
Batı yakasında, hem de Kuzey Kürdistan’da sürekli karşı devrimci politikaları
hayata geçirmeye çalışıyor. Kürdistan’da Hizbul-kontranın legalleşmesi ve daha
rafine ve koordineli bir paramiliter güce dönüştürülmesi, TC’nin bir Kürt iç
savaşı hazırlığı içinde olduğunu ortaya koyuyor. Kürdistan topraklarında devlet
güçlerinin yanında, paramiliter güçlerin stratejik bir şekilde devreye
sokulması Kürt iç savaşının somut verileri olarak değerlendirilebilir.
Kobanê
direnişine destek serhildanlarını, TC iç savaş yöntemleriyle bastırmaya
çalıştı. TC yeni dönemdeki bu ilk provasıyla, önümüzdeki sürece nasıl
hazırlandığını ortaya koydu.
“Yeni”
Türkiye, hızlı militarizasyon süreci içinden inşa ediliyor. “Yeni”
Türkiye, TC’nin içerde polis devleti ve
dışarda (Şah dönemi İran ya da apartheid dönemi Güney Afrika gibi) bölgesel
karşı devrimci güç oluşunu simgeliyor. Her polis devletinin aynı zamanda bir iç
savaş devleti olduğu unutulmamalıdır.
Ortadoğu
bir bölgesel savaş coğrafyasına dönüşüyor. Bu savaşın her aktörü için bunun
anlamı, ülke içinde iç savaştır. Çünkü kırılan her fay hattından ortaya çıkacak
enerji, her aktörü altüst edici boyuttadır. Ayrıca artık bir Ortadoğu gücüne
dönüşmüş, Kürt özgürlük hareketinin yeni atılımları TC’nin bütün hamlelerini
boşa çıkarıyor. Onun kuruluş saiklerini sarsıyor. Özellikle Rojava devrimi, bu
yöndeki muazzam bir gelişme oldu. Rojava Devrimi, Ortadoğu halklarını özgürlük
ateşiyle sardı. Rojava Devrimi, yeni emperyal yıkım anlamına gelecek ikinci
Sykes-Picot’un tartışıldığı koşullarda, Ortadoğu halklarının toplumsal ve
ulusal kurtuluş mücadelesinde izlenecek yolu gösterdi.
Devrim
içinde devrim olan kadın devrimi ise Ortadoğu’da başka bir tarihin,
iktidarların tarihine karşı “lanetlenmiş” bir cinsin, aşağıdan kendi tarih
yapıcılığını ortaya koydu. İktidarların, erkek egemenlikle beslenen,
içselleşmiş yönüne karşı, kadının yüzyılları kapsayan öfkesini açığa çıkardı.
Bugünü kazanmanın ve geleceği fethetmenin yolunu gösterdi. Kadın devriminin
etkileri önümüzdeki dönem daha sarsıcı hissedilecektir. Kadın devrimi, Ortadoğu
devrimin en önemli ve en yıkıcı yönünü ve ruhunu oluşturuyor.
KOBANÊ,
DİYALEKTİĞİN TEZAHÜRÜ
Diyalektik
yıkıcı ve yaratıcı bir süreçtir. Çelişkilerle kendini dışa vurur. Çelişki,
diyalektiktir. Diyalektik çelişkinin ruhudur. Çelişkiler bütünselliğidir. Bazı
anlarda, yüksek konjonktürlerde küçük bir direniş, küçük bir barikat, küçük bir
şehir, bir coğrafyanın bütün çelişkilerini, “dengelerini” üzerinde toplar.
Çelişkiler düğümlenir, yoğunlaşır. Nesnel ve öznelin diyalektiği kristalize
olur. O direniş ya da şehir, bir nevi tarihsel eşiğe dönüşür. Diyalektik
gerilimin ya da döngünün nabzı orada atar. Katastrof ya da umut bıçak sırtı
gibi kendini orada gösterir. Yeni bir momente oradan geçilir.
Kobanê
direnişi gerçek bir diyalektiğe dönüştü. Bir moment oldu. Bu küçük şehir
erdemin, onurun, iradenin, boyuneğmezliğin simgesi haline geldi. Coğrafyadaki
bütün dengeleri alt üst etti.
Kobanê
direnişi Ortadoğu halklarının önüne özgürlük, onur ve erdemi koyuyor. Umudun ve
direnişin gücünü ve bu direnişte kadınların, YPJ’nin muazzam azmini,
yaratıcılığını, ayağa kalkışını gösteriyor. Kobane direnişi yani yıkılmış,
harap olmuş ama her köşesinde umudun silahlandığı ve ayaklandığı küçük bir
şehir, dünyayı özgürlüğün rüzgarlarıyla sarıyor ve dünyayı güzelleştiriyor.
Direniş
gücünü tarihten, tarihsel öfkeden, haklı olmadan alıyor. Kobanê bir anlamda
devrimle, küresel karşı devrimci güçlerin çarpıştığı coğrafyaya dönüştü.
Rojava’nın inancını, inadını, yaratıcılığını gösterdi. Aşağıdan devrimin ve
kadın devriminin sarsıcı gücünü ortaya koydu. Ve onun barikatı oldu.
Bu barikat
ve Rojava devrimi ve Kürt Özgürlük Hareketinin mücadelesi Ortadoğu’da başka bir
tarihi yazıyor. Ortadoğu devrimini besliyor, devrimi güncelleştiriyor. Diğer
tarafta ise halkların yeni boyunduruğu ve köleleştirilmesi anlamına gelen,
emperyalist hegemonyanın yeni tahsisi olacak ikinci Sykes-Picot var.
Yani
diyalektik işliyor. Ya katastrof, ya umut… Ya modern barbarlık, ya devrim.. Ya
kölelik, ya direniş… Ortadoğu giderek dünyanın “merkezi” haline geliyor.
No comments:
Post a Comment