18
Ekim 2014
Bizim gibi
uzaktan gelenler şaşırıyor bu düz, ağaçsız ve çoğunlukla susuz toprakları
görünce. Neden? diye kendimize soruyoruz. Neden direniyor insanlar bu
topraklarda, bu topraklar için? Utanıyor, kimseye çaktırmıyoruz. Belli ki
bizdeki sendeleme Suruç-Kobane’de yok çünkü. Tarihin çizdiği sınırları
direnişle yıkıyor, kelimelerin anlamlarını zorluyor bu iki yoldaş. Dayanışma,
direniş, mücadele… hiçbiri
yetmiyor. Hepsi başka zamanlara, yerlere
ait sanki. Daha başka şeylere ihtiyaç duyuyoruz yaşananları anlamak için.
Hepsini kucaklayan, daha büyük bir şeye… Berxwedan’a dokunuyoruz.
Kobane;
emperyalizmin “kötü” çocuğu IŞİD’le günlerdir amansızca savaşıyor. Hükümetin
“Kobane’de sivil yok” cümleleri aklımıza geliyor ve anında boşa düşüyor.
Genç-yaşlı, kadın-erkek, YPG-YPJ tüm güçleriyle, binbir engele rağmen bir halk
direniyor. Bizlerin bile “korkarım ki birkaç güne düşecek” dediğimiz küçük kent
tarihe meydan okuyor.
Suruç;
kucak açtığı binlerce Kobaneli ile birlikte imkânsızlıklara, soğuğa, hükümetin
göstermelik yardımlarına rağmen ayakta duruyor. Belediye, DBP ve gönüllüler
insanüstü çabalarla yenidünyalar kuruyor ve halk bütün varını yokunu ortaya
koyuyor yoldaş kentten gelen yoldaşları için. Üstelik sadece Kobane’den
gelenlere de değil. Bizler de ekmeklerine ve kaçak çaylarına ortak oluyoruz
Suruçluların. En ufak bir buruşma görmüyoruz yüzlerinde. “Biraz daha kopar
heval” diyorlar bizlere gözleriyle.
Günler
geçiyor, çadırkentlere, nöbet tutulan köylere, hastaneye, sınır yakınındaki
tepelere gidiyor, her seferinde yeni şeyler öğreniyoruz. Adeta “yıkıp yeniden
yapıyoruz” kendimizi her cephede. Çadırkentlerde acıyla ve dirençle yoğrulmuş yeniden
filizlenen hayatları görüyoruz. Çocuklar sarıyor dört bir yanımızı. Dil
barajına takılıyor, utancımızı zafer işaretleri ve gülümsemelerle örtüyoruz.
Sınırın hemen dibinde direniş mevziisi haline gelen köylere geçiyoruz daha
sonra. Gönüllü olarak nöbet tutanlarla sohbet ediyoruz. Xaltîlerle birlikte
sınırın karşı yanına bakıyoruz. Dürbün alışverişlerinde “haberler iyi geliyor”u
paylaşıyor, gülümsüyoruz.
Basın
kartımızla “cici çocuklar” olduğumuzu belgeleyerek polis noktalarını aşıyor,
sınırın yanı başındaki tepelere geçiyoruz. Anaakım basın tekellerinden önce bir
yer bulabildiysek mutlu oluyoruz. Karşımızda Kobane tüm varlığıyla direnirken
“Kobane düştü” diye yalan haber yapan El Cezire’yi arıyor halkımız, “umarız
bulurlar” diyip öfkelerini paylaşıyoruz. Kıt-kanaat bulduğumuz makinelerle
çekim yapmaya çalışıyor sonra vizörü bir yana bırakıp Kobane’yi izliyoruz.
Duman renklerinden nerenin vurulmuş olabileceğini, seslerden ise havan,
bombardıman ve doçkaları ayırt ediyoruz. Tüm tam zamanlı çalışan hantallığımızla
bile bir deparda karşıya geçebileceğimizi düşünüyor, yaşayış amacımızı
sorguluyoruz.
Geri
dönüyoruz. Dönüş yolunda tepelerdeki kocaman tankları görüp “muzaffer türk
ordusu”na en eril olmayanından dileklerimizi iletiyoruz 200 metre mesafeden.
Hastaneye
varıyoruz. Anlam dünyamız şaşıyor. Kayıplarının ardından tek damla gözyaşı
dökmeyen insanları görüyoruz. Detoneliğin d’si bile olmayan tek yürekten
sesleri işitiyoruz: Biji Berxwedana Kobane!
Üstelik
sadece hastanede de değil. Burada ağlayan yüzler görmüyoruz, muhtemelen en
ağlakları bizleriz tüm eğretiliğimizle. Bizde olmayan haklı bir gururu taşıyor
Kobane-Suruç halkı yüzlerinde. Kimisinin yakını, kızı, oğlu karşıda savaşıyor
kimisinin ise bir yakının savaşmasına bile ihtiyacı yok. Biziz! Biziz! Biziz!
diyorlar kazanacaklarına dair en ufak bir şüphe duymadan.
Neden?
sorusunun yanıtını tekrardan düşünüyor, göğe bakıyoruz hava kararınca. Adeta
tüm yüzünü bize dönmüş Ay’ı görüyoruz. 10 kilometre ötemizde aynı göğü aynı
Ay’ı paylaştıklarımızı düşünüyoruz. Kenarında kıyısında olsak da Kobane’de
yaşama dair güzel olan her şeyi savunanları düşünüyor, mahcup bir şekilde
gururlanıyoruz.
Ve biz tam
da bu haldeyken, Ay her şeye inat parlamaya Kobane de direnmeye devam ediyor.
Biji
Berxwedana Kobane!
Fotoğraf:
Diyar Saraçoğlu, Suruç
No comments:
Post a Comment