Daniele
Cascone
“Ödeşmiyorum
Seninle
sevgili yaşam,
uzlaşmıyorum da”[1]
İnsan, yaşamının en değerli servetini bir kumar nesnesi gibi tüm rest hakkını kullanarak nasıl ve nelerden dolayı masaya sürebilmektedir? Yüzyılların tozlanmış raflarında sürekli kendine dokunacak bir el bulabilen intihar, nasıl olup da insanın gerçekleştirdiği bir davranış olabilmektedir? Sanırım, cevabı verilemeden insanlığın sonuna kadar varoluş koşullarını sürdürecek bir soru… İntiharın ortaya çıkışını hangi sorularla açıklama çabasında olacağız ya da insan soyuna özgü sınırlılığımızı kabul edip, açıklamadan öncedir anlama diyerek haddimizi bilip, tercihe saygılı bir duruş mu sergileyeceğiz? Her şeyden önce, bu sorulara verilecek cevabın bizim anlama çabalarımıza dayanak yaptığımız kavramlarla ilişkili olduğu görülmektedir.
İnsan, yaşamının en değerli servetini bir kumar nesnesi gibi tüm rest hakkını kullanarak nasıl ve nelerden dolayı masaya sürebilmektedir? Yüzyılların tozlanmış raflarında sürekli kendine dokunacak bir el bulabilen intihar, nasıl olup da insanın gerçekleştirdiği bir davranış olabilmektedir? Sanırım, cevabı verilemeden insanlığın sonuna kadar varoluş koşullarını sürdürecek bir soru… İntiharın ortaya çıkışını hangi sorularla açıklama çabasında olacağız ya da insan soyuna özgü sınırlılığımızı kabul edip, açıklamadan öncedir anlama diyerek haddimizi bilip, tercihe saygılı bir duruş mu sergileyeceğiz? Her şeyden önce, bu sorulara verilecek cevabın bizim anlama çabalarımıza dayanak yaptığımız kavramlarla ilişkili olduğu görülmektedir.
Bilim
tarihine bakıldığında, intihar, edimi gerçekleştiren kişinin niyetine göre
anlaşılamamaktadır; çünkü bu durumda, çok önemli bir konu olduğu halde, en
azından gözlemlenmesi kolay olmadığı için kolayca tanınamayan bir özellikle
tanımlanmış olmaktadır. Ayrıca, intihar edeni nelerin etkilediği ve kararı
almış olduğu zamanda istediği şeyin ölüm mü, yoksa ulaşılmak istenen başka bir
amaç mı olduğunu bilenemeyecektir. Kişinin niyetini anlamaya çalışmak
ulaşılması olanaksız bir durum konusunda kaba tahminler yürütmekten başka bir
şey olamayacaktır. Bunun nedeni ise, niyeti hakkında bilgi verecek kişinin
artık yaşamamasıdır. Bunun yanında, kişi yaşıyor olsa bile, bu konu hakkında
net cevaplar alınması tam anlamıyla mümkün olamamaktadır çünkü, bir çok basit
davranışın büyük ülkülere bağlanarak akla uygun hale getirilmesi konusunda
insanlık tarihi önümüze çok fazla belge sunmaktadır.[2] Tüm bunlara ek olarak,
bir davranış onu yapanın amacına bağlı olarak anlamlandırılamamaktadır.[3] O
halde intiharı nasıl tanımlamak gerekmektedir?
“İntihar
kuşkusuz günlük dildeki biçimiyle, her şeyden önce artık yaşamaya önem vermeyen
bir insanın umutsuzca bir edimidir. Ama gerçekte intihara girişen kişi yaşamı
bıraktığı anda hala ona bağlı bulunuyor diye yaşamaktan vazgeçmemiş sayılamaz;
bir canlı varlığın, sahip olduğu şeyler içinde en değerlisini terk etmesine yol
açan bütün edimleri arasında, kuşkusuz temel önem taşıyan ortak özellikler
vardır. Bu karara yol açmış olabilen güdülerin türlülüğü ise ancak ikincil
önemde farklar doğurabilir. Öyleyse kesin olarak şunu söylüyoruz: Ölen kişi
tarafından ölümle sonuçlanacağı bilinerek yapılan olumlu ya da olumsuz bir
edimin doğrudan ya da dolaylı sonucu olan her ölüm olayına intihar denir.
İntihar girişimi ise, bu biçimde tanımlanan, ama ölüm sonucu doğmadan
durdurulan edime denir”.[4]
Bu tanımdan
yola çıkıldığı durumda, anlama çabalarının bireyin toplumsal varlığına
yoğunlaştırılması kaçınılmaz olmaktadır. Bu toplumsal varlık bireyin doğumundan
intihar kararı verdiği ana kadar gerçekleşen kişilik gelişiminin (ki çağımızda
kişilik gelişimi de yabancılaş-tırıl-mayı içermektedir) incelenmesini gerekli
kılmaktadır. Kesin olarak intiharın nedenleri hala açıklanamıyor olsa da,
politik psikolojik bakış açısı konuya biraz daha tatmin edici cevaplar
verebilmektedir.
Acaba, bir
çocuk doğumundan sonra ne gibi olaylarla karşılaşmakta ve yaşamının erken ya da
geç bir döneminde böyle bir kararı almaktadır? Yaşam nasıl bir şekilde bireyin
belki de kullanabileceği son insani tercihini yapmayı bireye dayatmakta ve
yaşamdan çekip gitmesine neden olmaktadır? Dahası, intiharı bir kaçış, karşı
duruş, yeni bir yaşama başlama, vazgeçiş vb. hangi kavramla adlandırabiliriz?
Politik
psikolojik olarak, politik toplumsallaşma sürecini (kişilik gelişimini) kesin
bir ayrım yapmadan, birincil ve ikincil toplumsallaştırma süreçleri olarak iki
alt kümeye ayırarak irdelemek konuyu daha anlaşılır kılacaktır. Ancak, burada
vurgulanan ‘politik toplumsallaştırma’ kavramını birebir kelime karşılığı
olarak almamak ve bireyin gelişim sürecinin yoğun bir politik eğitimden
geçirilmesi olarak değerlendirmemek gerekmektedir. Burada altı çizilen olgu,
çocuğun aile içinde başlayan eğitim süreci (birincil politik toplumsallaşma)
boyunca öğrendiği-özümlediği (özümletildiği) normlar, değerler vb. ile
özdeşleştirilmeye çalışıldığı kişilikler, oluşturması istenilen insanlar-arası
ilişkiler sistemi ve ilerde bunun üzerine kurulacak ve politik tercihleri
içerecek (ikincil politik toplumsallaşma), açık, çıplak ya da gizil politik
davranışlarını etkileyecek sürecin tamamıdır.
Temel politik
kişiliği-karakteri büyük oranda belirleyen ‘birincil politik toplumsallaştırma
süreci’, erken çocukluk döneminin en, ilk biçimlenme günlerine kadar uzanmakta
ve birincil politik toplumsallaştırma sürecinin özünü-temelini aile-içi eğitim oluşturmaktadır.
Burada çocuk çok kez, sadece duygusal-ruhsal yanıyla değil, tüm ayrıntılarıyla
(fiziksel ve biyolojik boyutlarıyla da) şiddeti (zorbalığı) öğrenmekte
tanımaktadır. Dahası, gene aynı zaman dilimleri içinde, % 30-40’lara varan
oranlarda, çocuklar bizzat en yakın akrabalarının cinsel tecavüzüyle -ki bu
veri Virginia Woolf’ü intihara kadar götüren melankolisini ve depresyonunu
düşünmeye zorlar bizi. Çünkü, henüz 6 yaşında üvey kardeşlerinden birinin
tecavüzüne uğramıştır bir diğer üvey kardeşinin ise cinsel saldırılarına maruz
kalmıştır. 13 yaşında artık yeterince acı çekmediğinden korkmuştur- karşı
karşıya kalmaktadır.[7] Ayrıca, ailedeki otorite figürleri (özellikle de baba)
ile aralarındaki güç dengesizliği, onlara karşı duydukları bağlılık-bağımlılık,
kandırılma ve çok kez görüldüğü gibi, çıplak tehdit ve şiddet vb. nedenlerden,
çocuklar böylesi davranışlara boyun eğmeye zorlanmaktadır.
Buna benzer
durumlar sonucu ortaya çıkan ruhsal-toplumsal yaralanmalar çeşitli kümelerde
toparlanabilmektedir. Çocuklarda hemen ya da kısa zaman içinde ortaya çıkan
başlıca belirtiler arasında, ağrılar, kanamalar, cinsel bölge yırtılmaları,
hekim, hastane tedavisini gerektiren bedensel yaralanmalar ile, şaşkınlık, düş
kırıklığı, kendine ve çevresine güvensizlik, aktivite kaybı, toplumsal-ruhsal
geri çekilme, kişiliğin kendi içinde kapsülleşme-matlaşma eğilimi, okul
başarılarında azalma ya da tümüyle okulu terk etmeler; aile üyelerinden ve
özellikle de anne-babadan kaçma istemi, giderek artan oranlarda yoğunlaşan
intihar düşüncesi ve intihar girişimleri. Ancak, sonraki yıllarda ortaya çıkan
ruhsal-davranış bozuklukları çok daha ciddi boyutlar varmaktadır. Böylesi bir
ruhsal-bedensel travma hemen hemen tüm çocuklarda, ilk cinsel duygusal
deneyimlerin getirdiği bu yıkım, yaşamları boyunca süren bir cinsel soğukluk,
cinsel kişilik matlaşması oluşturmakta, kişiliğin gelişiminde ciddi bozukluklar
ortaya çıkarmaktadır. Ağır nörotik şikayetler, kronikleşme eğilimi gösteren
depresyonlar sıklıkla görülmektedir. Ki kimi depresif dönemlerin intiharla
sonuçlanması karşılaşmaya alışık olmadığımız bir gerçek değildir.[8]
Bu yapı
kurulduktan sonraki zaman dilimleri içinde, toplum yönetim biçimlerinin,
otoriter, totaliter ya da çoğulcu parlamenter olması kişiliğin özündeki otoriteryan-antidemokratik
niteliği (çok küçük istisnalar dışında, yazgı belirleyici boyutlarda) pek
değiştirmemektedir. Yani, oluşan bu kişilik yetişkinlik yıllarında da sürer ve
hatta ikincil kişiliğin içinde pekişmekte ve yetişkin bireyin açık politik
tavrı-davranışları ortaya çıkmaktadır.
‘İkincil
politik toplumsallaştırma süreci’, birincil politik kişilik üzerine gencin
kesin politik tavırlarını belirleyecek politik davranışlar oluşmaya başlamasını
içermektedir. Birincil politik toplumsallaşma bu dönemdeki politik davranışları
kesin olarak belirlemese de ön yapılanmayı koşullamaktadır. İçinde yaşanılan
topluma özgü politik durum üzerinden, kitle kültürü, kitle iletişim araçlarının
etkisi vb. aracılığı ile birincil politik toplumsallaştırma ön yapılanması üzerinde
oluşmaya başlamaktadır. Burada, kültürel durum, eğitim, meslek, yaş, sosyal
konum, işsizlik vb. önemli rol oynamaktadır. Ayrıca, içinde yaşanılan tarihsel
dönemin/çağın bölgesel ve evrensel konumu kriz ya da barış, ekonomik bunalım
vb. tüm yapıyı olumlu ya da olumsuz yönde etkilemektedir. Bütün bunların
sonucunda, ben-özdeşleşmesi ile politik özdeşleşme hem nedeni hem de sonucu
olarak ortaya çıkmaktadır. Bu sürecin tamamında yaşanan deneyimlerden sonra,
çocuk-genç olgunlaşmakta ve otoriteye boyun eğmeyi, disiplini ve özellikle de
iki yüzlü bir ahlakı özümlemektedir. Böylece, toplum çocuğun
yabancılaş-tırıl-ması yolunda büyük bir başarı kaydetmektedir.
Mario
Grobenski - Psychodaddy
Bireyin,
yabancılaşma sonucu verdiği tepkiler içinde, özellikle, yaşadığı ortam (doğa,
dış dünya, çevre) ile kendi öz arasındaki uyumun bozulması ve giderek
aralarındaki etkileşimin ve bilgilenmenin azalması, bireyin dış dünyayı, içinde
yaşadığı ortamı algılamasının matlaşması, donuklaşması, ayrıntıların silinmesi
sayılabilir.
Sonuçta,
yabancılaşmış bir bireyin kendine korkunç gelen tablo karşısında tek seçeneği,
omuzlarını kaldırıp “ne yapabilirim?” demek olmaktadır. Bir kesimi,
tinsel-bedensel gücün artık tümüyle tükendiği bir anda ve bütünsel bir
reddedişle, elinde kalan son özgürlük olanağını ve hakkını kullanmakta ve kendi
kendini bile yadsımakta, yok etmektedir çünkü, intihar eden bireylerden bir
çoğu “kaybeden kişinin bir zamanlar kazanmaya çalışan kişi” olduğunu da
bilmektedirler.[9] İşte, yabancılaşmanın gündelik yaşamdaki dışavurumu olan bu
söz intihar öncesinde bireylerin bıraktıkları belgelerde görülebilmektedir.
Martin Eden’ınkine benzer bir ömrü kendi elleriyle noktalayan Jack London
“Martin Eden için neden biraz üzülmeyeyim? Martin Eden bendim, Martin Eden bir
bireyci idi, bense bir sosyalist. İşte bu nedenden ben yaşamaya devam ediyorum
ve işte bu nedenden Martin Eden öldü… Hayalleri kaybolduğunda, uğrunda
yaşayacağı hiçbir şey kalmaz.” demiştir.[10] Buna ek olarak, “Yeni bir şey
değil ölüp gitmek bu yaşamdan/ ama yaşamak da daha yeni değil kuşkusuz.” Sergey
Yesenin.[11] “…Anneciğim, bacılarım, yoldaşlarım; bağışlayın beni, iş değil bu
(kimseye de salık vermem), ama başka bir çıkar yol da kalmamıştı benim
için… İş
işten geçmiş ola/ derler ya hani,/ günlük yaşamın akıntısına çarparak/
parçalandı aşk teknesi de./ Yaşamaktan alacağım ne kaldı ki,/ artık anımsamak
boş/ acıları,/ felaketleri,/ karşılıklı haksızlıkları,/ sizler mutlu yaşayın
yeter.” Vladimir Mayakovski.[12] “Hayatın neresinden dönülse kârdır!” Nilgün
Marmara.[13] “…Ama mademki yaşamda kalmaya kendimi ikna edemiyordum, o zaman
bir tarih belirlemeliydim… Ama şimdi yaşamımın bu ayrım noktasında hiçbir yerde
huzur bulamadığıma göre bu tarihi belirleyecek gücüm kalmadı… Yerleşik
yabancıydım her yere Metin abi… Daha ne kadar dayanabilirdim, herkesin bir
başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama?…” Zafer E. Karabay[14] diye
adları geçen yazar ve şairlerden alıntılanan -ve adları bu yazının kapsamını
kat be kat aşacak olduğundan dolayı alıntılanmayan- pek çok söz bu dünyaya
bırakılan son belgeler olarak dikkati çekmektedir.
Böylece,
insanı kendi akılcı yöntemleriyle, düşünmekten, özgürlükten, karar verme
zorunluluğundan kurtaran otoriter-faşizan yönetimlerin, ‘ortalama birey’ için
psikolojik düzeyde önemli bir çekim alanı oluşturduğu açıkça görülmektedir.
Bireyin toplumsallaştırılması sırasında elinden alınan özneliği, ortalamanın
içinde kalamayan bireyler, özellikle de şairler, yazarlar için daha zor
durumlara yol açmaktadır. Gün gelip, bu bireyler yaşamlarının son tercihini
-varoluş aşamaların bir noktası- yapmak zorunda kalabilmektedir.[15] Yani,
yaşam boyunca açığa vurulamayan özne yaşam içgüdüsünü bile yerle bir ederek son
tercihin gerçekleştirilmesi yükümlülüğünü üzerine almaktadır.
Sonuçta,
insanlık tarihini yabancılaşmanın tarihi olarak aldığımız durumda -ki içinde
yaşadığımız postmodern dönemdeki bireylerin açmazlarının modernite dönemindeki
bireylerin açmazlarını kat be kat aşmış olduğu görülmektedir.- intihar, bireyin
özneliğine nereden geldiğini bile anlayamadığı saldırılardan -her ne kadar
intiharlarını saygıyla karşıladığımız bu bireyler intiharı kimseye salık
vermeseler de,[16] yeni bir yaşama başlamak olarak görseler de[17]- bütüncül
bir kaçış olarak kendini ortaya koymaktadır. Fakat, konuya tümüyle karamsar bir
bakış açısıyla bakıldığında, bireyin özneliğinin yok edildiği bir durumda da bu
kaçış, intihar edimine ahlakçı bir bakış açısını da kabul etmemekte ve toplum
yapısının bütünsel bir eleştirisini gerekli kılmaktadır.*
[1] Ahmet
Oktay, (2002), Toplu Şiirler, (2. Baskı), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, ss.
300.
[2] Emile
Durkheim, İntihar, Çev. Özer Ozankaya, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara: 1992,
s.24,25.
[3]
Vissarion Grigoryeviç Belinski, Yazılar: Edebiyat, Sanat, Kültür, Tarih,
Felsefe Üzerine, Çev. Mazlum Beyhan, Yön Yayıncılık, İstanbul: 1989.
[4] Emile
Durkheim, age, s.24,25.
[5] Özcan
Köknel, Kişilik: Kaygıdan Mutluluğa, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul: 1995.
[6] Karl
Marx, 1844 Elyazmaları, (Çev. Kenan Somer), Sol Yayınları, Ankara: 1993, s.317.
[7] Gérard
de Contanze, “Batı Edebiyatında Depresyon ve Yaratıcılık: Vırgınıa Woolf”, Çev.
Filiz Nayır Deniztekin, Varlık, s. 1140,
s. 20.
[8] Orhan
Öztürk, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği, Ankara: 1997.
[9]
Gülenay C., “Zafer Ekin Karabay: Erk, ancak üzerine kurulabilecek birileri
varsa mümkündür”, Kül-Edebiyat, Sanat ve Düşünce Seçkisi, S. 29, s. 22-24.
[10] Jack
London, Martin Eden, Çev. Gülen Aktaş, İstanbul: 1995, Oda Yayınları.
[11]
Sergey Yesenin, Lirikler, Çev. Azer Yaran, Ankara: 1982, Ayça, s.94.
[12]
Vladimir Mayakovski, Şiirler, Çev. Sait Maden, Çekirdek Yayınlar, İstanbul:
1997, s.142.
[13]
Nilgün Marmara, Kırmızı Kahverengi Defter, Telos Yayıncılık, İstanbul: 2000,
s.34.
[14] Zafer
Ekin Karabay, “Aslında Bütün Mesele Neydi”, Kül-Edebiyat, Sanat ve Düşünce
Seçkisi, S. 29, s.26,27.
[15]
Hüseyin Ferhad, Sadık Yaşar, Hilmi Haşal, “Günümüzde Genç Şiir Genç İntihar,”
Yom Sanat, S. 9, s. 33,34.
[16]
Vladimir Mayakovski, age, s.142.
[17]
Günseli İnal, “Siluet İntegra”, Varlık,
s. 1143, s. 41,42.
*Yazının
kuramsal temelinin kurulmasında ‘Serol Teber, (1990), Politik Psikoloji
Notları, (1. Basım), İstanbul: Ara Yayıncılık’tan yararlanılmıştır.
Ersun
Çıplak, Yom Sanat (ocak-şubat 2003)
No comments:
Post a Comment