Siyasetinizi
Sünni-Şii çatışması üzerine oturtursanız, sırf bu inat uğruna akrabaları
sınırın hemen dibinde katliam tehdidi yaşayan Kürtler’in yardım çığlıklarına
kulak tıkarsanız, laik kesime sürekli hakaret ederseniz, cumhurbaşkanlığı
makamını bir parti lideri koltuğuna çevirip toplumun güveneceği tek bir makam
bile bırakmazsanız, Amerika’ya siyaset dayatmaya çalışırsanız olacağı budur.
Türkiye’de
tanık olduğumuz son olaylar, aslında bir gecede Suriye’ye dönme riskimizin ne
kadar yüksek olduğunu ortaya koydu. Güvenlik güçleriyle birlikte sokağa dökülen
İslamcı Kürtler, Ülkücüler ve bölgede yaşananları ellerini ovuşturarak izleyen
Kemalistler bu toplumu bir arada tutan bağların kopma noktasına geldiğini bütün
açıklığıyla ortaya koydu.
Toplumları
bir arada tutan ortak hikâyeleridir. Türkiye’nin hikâyesini sadece Sünnilik
üzerine kurmaya çalışan AKP, sadece ülkeyi Ortadoğu’nun bitmek tükenmek
bilmeyen mezhep çatışmasına sürüklemekle kalmadı, ortak hikâyeye de noktayı
koydu. Mevcut iktidar, Kürtler’in taleplerine kulak tıkayarak İŞİD’e son ana
kadar kapıları açık tutarak, kapalı kapılar arkasında pazarlık yaparak hikâyeye
ağır bir darbe indirdi.
Davutoğlu
kendini başbakan zannedip ‘‘Kimse İŞİD’e yardım ettiğimizi ispatlayamaz’’
diyor. MİT’in durdurulan TIR’larının kime gittiğini ve ne taşıdığını bir türlü
açıklayamıyor ama…
Amerika
Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı Biden, basına açık konuşmasında
Türkiye’yi Suudi Arabistan ve Katar ile aynı kefeye koyup Şii-Sünni savaşının
destekçisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyor. Siz arkadan gelen özüre
bakmayın, Amerika’nın devlet aklına Türkiye’deki iktidarın hızla Batı
ittifakından koptuğu ve müttefik olma özelliğini kaybetmediği yavaş yavaş
işleniyor.
Bütün
bunlar dünyanın belirsiz bir ekonomik ortama sürüklendiği bir dönemde
yaşanıyor. Turizmden ihracata gelirlerin azalacağı, enflasyon ve faizin
yükseleceği ve büyük bir ihtimalle korkan sermayenin yerli-yabancı demeden
ülkeyi terk edeceği bir döneme giriyoruz. AKP’nin korkup sermaye hareketlerine
kısıtlama getirmesi kimseyi şaşırtmamalı.
Türkiye’nin
yardım için parmağını kımıldatmadığı Kobanê’nin yardımına Amerika koşuyorsa,
bölge halkından size inanmalarını, sizinle aynı hikâyeyi paylaşmalarını
bekleyemezsiniz.
Batılılara,
‘‘Suriye’de 300 bin kişi öldü, Kobanê’deki 3-5 bin kişi için niye kıyamet
koparıyorsunuz’’ dediğiniz an, bunun kapalı kapılar arkasında kalmasını
düşünemezsiniz.
Barış
süreci diye çıktığınız yolda vardığınız nokta, sokağa çıkma yasağı ilan edip
sokaklara tankları, zırhlı araçları koymak olur. Silahlı Kuvvetlerinizi bir
işgal ordusu konumuna düşürüverirsiniz.
İnsanların
eli sopalı, satırlı güruhlar tarafından linç edildiği bir ülkede hukuk düzeni
işlemez hale gelmiş demektir. Yolsuzluklarınızı örtbas etmek için hallaç pamuğu
gibi attığınız emniyet teşkilatınız ve yargı düzeninizin hali ortada.
Bunun
üzerine dönüp, Gezi’de olduğu gibi, orada ölen insanlara en küçük bir empati göstermiyorsunuz.
Barış
umudu olarak elinizde kala kala Abdullah Öcalan kaldı. Onu da öyle kötü
yönlendiriyorsunuz ki, bir süre sonra ondan da beklediğiniz faydayı
sağlayamayacak hale geleceksiniz.
Kötü
aldığınız sistemi batırma noktasına getirdiniz. Sırrınız, Avrupa Birliği
trenine binmeniz ve Amerika’nın parasal genişleme politikasından yararlanmaktan
ibaretmiş.
Avrupa
ve demokrasi treninden indiniz, ABD’nin para politikası devri de bitti.
Elinizde kala kala mezhepçilik kartı kaldı. Sınırın dibindeki olası bir
katliama seyirci kalmanızın temel nedeni de bu. Birleşmiş Milletler yönetimi
bile size Kürtlere yardım için bir koridor açmanızı söylüyor ama kulaklarınız
ve vicdanlarınız sağır olmuş duymuyorsunuz.
Kobane’yi
doğru okuyamamanızın bedelini bütün bir toplum olarak çok ağır bir şekilde
ödeyeceğiz. Son bir haftada tanık olduklarımız, yaşayacaklarımızın yanında
küçük bir prova olarak kalabilir haberiniz olsun…
Ergun
Babahan
No comments:
Post a Comment