Gustav Klimt ve Kedisi Katze
Ernest Hemingway’in altı parmaklı kedilerinin torunları
olan yaklaşık 60 kedi bugün hâlâ onun Key West’teki sahil evinde yaşıyor.
William Burroughs, “kedilerimle ilişkim beni ölümcül ve amansız bir cehaletten
kurtardı” diye yazıyor; ve 1997 yılına ait bir fotoğrafta, ölüm döşeğindeki Burroughs’a
kendine özgü anlaşılmaz bir merasimle veda etmekte olan kürklü yoldaşı
görülüyor. 20. yüzyılın önde gelen kimi yazarlarının kedileriyle samimi
pozlarda görüntülendikleri yığınla fotoğraf bir yana, şiirden romana ve
denemeye kadar, dünya edebiyatı, köpeklerle kıyas kabul etmeyecek kadar çok
kedi karakteriyle ve kedi sembolizmiyle doludur. Colette, Mark Twain, Sylvia
Plath, Françoise Sagan, Raymond Chandler, Bernard Shaw, Ray Bradbury: hepsi
kedi sevdalısıdır ve kediler hakkında yazarlar. Bu konuda daha yığınla örnek
verilebilir, bu nedenle yazarların hiç tartışmasız “kedici” olduklarını
söylesek kâfi. Peki edebiyat eleştirisinin göz ardı ettiği bu olgudan ne
çıkarabiliriz? Yazarların kedilere olan doğal eğilimini anlamak, dil
hâkimiyetinin oluşmasında payı olan bir unsura da ışık tutabilir mi?
Ernest Hemingway ve Kedisi Snowball
İşin edebî kısmına girmeden önce, yazar ile kedi
arasındaki dinamiği anlamlandırmamızı sağlayacak çok bariz iki pragmatik
gözlemde bulunabiliriz. Bir kere kediler, ergonomik açıdan, yazma işine
köpeklere göre çok daha iyi uyum sağlarlar. Küçük, sessiz, kucağa sığacak
boyutlardaki kedi, işi gereği uzun saatler yalnız başına sandalyede oturmak
zorunda olan biri için biçilmiş kaftandır. İkincisi, Kedi ile Yazar’ın kişilik
özelliği kümeleri arasında hatırı sayılır bir kesişme söz konusudur, bu da son
derece verimli, neredeyse simbiyotik denebilecek bir ortak yaşam düzeni
oluşturur. Genelleme yapmak gerekirse, (iyi) yazarlar da kediler de meraklı ve
gözlemci olurlar, ve büyük ölçüde kendi dünyalarında yaşarlar. Bu durum, iki
tarafın da ihtiyaçları göz önüne alındığında, birbirini tamamlayıcı bir hayat
düzeni yaratır. İkisi de, düşüncelere dalması için diğerini seve seve yalnız
bırakır, ama kedi yazarın ne zaman ara vermeye ihtiyacı olduğunu ya da su
kabını doldurması gerektiğini bilir, o zaman ev arkadaşının bacaklarına
sürtünerek bunu bildiğini belli eder.
Köpeklerin oynak haleti ruhiyelerine ve başkasının
rutinine bağımlı olmalarına karşılık, kediler ve yazarlar –en yaramaz ve
dağınıkları bile– karmaşık ve nevi şahsına münhasır ihtiyaçları ve kişilik
özellikleri doğrultusunda asla şaşmayan bir rutin yaratırlar. Yazarın en
verimli çalıştığı saatler geceyarısından sabah altıya kadarsa, bu saatlerde
çalışacaktır. Kedinin, tam ters zamanlarda avlanmaya veya uyumaya ihtiyacı
varsa, o da bu saatlerde bunu yapacaktır. Bu iki tuhaf mahluk, olağanüstü bir
sabır ve halihazırdaki iş (yazma ve avlanma) üzerinde olağanüstü bir
yoğunlaşmayla, aralarında incelikli, ama aynı zamanda son derece anlaşılır jestlerden
oluşan bir dil geliştirir ve birbirlerini anlamada eşsiz bir hüner sergilerler.
Ama kendimizi kandırmayalım, bu ilişkiden her iki tarafın
eşit biçimde kârlı çıktığı söylenemez. Bu ortak özelliklerin (esrar, merak,
disiplin, yaratıcılık, kendi kendine yetme) tümünde, kedinin insandan üstün
olduğu ve yazarın yoldaşlığı olmadan da gayet rahat yaşayacağı şüphesizdir.
Kedilere düşkünlüğüyle bilinen Mark Twain şöyle der: “Tanrı’nın yarattıkları
arasında kırbaçla dize gelmeyecek tek bir mahluk vardır. O da kedidir. İnsan
kediyle melezlenebilseydi bu insanın hayrına olur, kediyse bu işten zararlı
çıkardı.” Belki de en kapsayıcı genelleme, ikisinin de sürü hayvanı olmaması,
“daha az geçilmiş yoldan yürümeleri”dir, ama Twain haklıdır: kedi o yolda
insandan daha iyi yürür. Nitekim Robert Frost da kedisine gıpta eder. Kedinin
esrarlılıkta insana üstünlüğü, viskinin ya da afyonun desteği olmadan algı
kapılarını açabilme becerisi, onu uyumlu bir ev hayvanı olmaktan çıkarıp büyük
bir ilhama dönüştürür. Edgar Allan Poe durumu gayet iyi özetlemiştir: “Keşke
bir kedi kadar esrarlı yazabilsem.”
İlham perisi olarak kedi fikri, kediler hakkında yazmanın
tarihi üzerine düşünmek için iyi bir başlangıç noktası olabilir. Yazar kedide
bir tür yaratıcılık ideali görüyorsa, bu idealleştirme uygarlığın gelgitleri
içinde nasıl şekillenmiştir?
Tarih boyunca kedi sembolizminin kuruluşuna baktığımızda,
Doğu ile Batı’nın kediye bakışlarında ciddi bir karşıtlık olduğunu görüyoruz.
Bu iki karşıt bakışı baştan beri birleştiren unsur, bu sembolizmdeki anlamı
üretenlerin çoğunlukla yazarlar, veya en azından hikâye anlatıcıları olmasıdır.
Köpekler, koruma güdüleri ve avlanmada insana yardımcı olmalarından ötürü 12
bin yıl öncesinden itibaren insanlar nezdinde hayli istikrarlı bir anlama sahip
olmuşlardır. Pratikte (fare avlamaları haricinde) pek faydaları olmayan ve
köpek gibi eğitilmeleri de mümkün olmayan kedilerin insanla ilişkisi çok daha
sonraları, Mısır’da ikinci hanedanlık döneminde başlar; Mısır’ın Sümerlerden
kalan bazı yazı sistemlerini devralıp tarihin ilk karmaşık yazılı dilini
oluşturduğu dönemdir bu.
Bu noktadan itibaren kedi Mısır’da çok önemli bir dinî
figür haline gelir – önce kedi-tanrıça Mafdet’in suretinde, ardından adaletin,
bilgeliğin, doğurganlığın ve zarafetin sembolü olarak. Burada ilginç olan,
kadim Mısır’da evcil bir hayvandan ziyade tanrı olarak saygı duyulan kedilerin
neredeyse sadece din adamlarının –yani esasen ilk yazarların– bakımında
olmalarıdır. MS 390’da kediye tapınmak yasaklanır, ama kısmetin sembolü olarak
kedi figürü, Japonya’da çeşitli efsanelerde ve bazı Murakami öykülerinde
rastlanan Maneki Neko, yani “talih kedisi” başta olmak üzere, Doğu inanç
sistemlerinde çoğalmaya başlar.
Solda Kedi Tutmoses’in Lahiti, Sağda Anne Kedi Bastet
Gel gelelim, antik Yunan’da kediler çok daha karanlık bir
mitolojinin parçasıdırlar: Ezop onların aldatıcı ve kuşku uyandırıcı
niteliklerini ilk kaydedenlerdir. Asırlar sonra, 14. yüzyılda Kara Ölüm’ün
sorumlusu ilan edilmeleri de kediler için hayırlı olmaz (tabii bugünden bakıldığında,
kedilerin topluca yakılmaları, Avrupa’nın fare nüfusundaki muazzam artışla
sonuçlandığı için hiç de akıllıca bir karar olmamıştır). 17. yüzyıla
gelindiğinde kediler artık Şeytan’ın ve cadıların sağ kolu olarak
görülmektedirler. O tarihten itibaren Avrupa folklorunda kedi neredeyse sadece
bebek katili ve cadı dostu olarak, en iyi ihtimalle Poe’nun “Kara
Kedi”sindekine benzer biçimde, korku ve endişe kaynağı olarak boy gösterir.
Doğu’nun ve Batı’nın kediye bakışlarına damgasını vuran
bu taban tabana zıt anlamları nasıl açıklamalıyız? Bu durum, kedinin Hıristiyan
değer sistemiyle bağdaşmayan bağımsız bir ruha sahip olmasıyla ilgili olabilir.
Kedi toplumsal açıdan ayrıksıdır. Evcilleştirilebilse bile, asla insana hizmet
etmek üzere eğitilemez. Kültürünüzün kozmolojisi, hayvanın insana, insanın da
Tanrı’ya hizmet ettiği büyük bir Varlık Zinciri hiyerarşisine dayanıyorsa,
insanları takmayan bu yegâne bağımsız ruhlu mahlukat sınıfına kuşkuyla
bakabilirsiniz. Daha az geçilmiş yoldan yürümeyi tercih etmelerinde, masumiyeti
bozan bir kötücüllüğün izlerini görebilirsiniz. Kedinin dokuz canı,
Hıristiyan’ın bir hamlede cennete giden tek sıkımlık canıyla alay eder.
Kesin bir tarih veya yer belirlemek zor, ama göründüğü
kadarıyla bu çifte anlamlar, 19. yüzyıl ortalarında romantik hareket sırasında
edebiyatın dikkatini çekmiştir. Edebiyatın tekinsizliğe ve özgürlüğe karşı
ilgisinin –hatta düşkünlüğünün– arttığı, hikâyelerde gerçek ile bilinmezin iç
içe geçirildiği dönemde, modern yazarlar
kedilerle özdeşleşmeye başlarlar. Bu özdeşleşme bir yandan bir ikiliğin,
Hıristiyanlığın çözülüşüyle şekillenmiş bir anlayışın gelişiminin ifadesidir.
Öte yandan, kedileri andıran özelliklere saygı duyulmaya, hatta gıpta edilmeye
başlanır – sezgilerini gizemli, çoğunlukla da iyicil olmayan bir tanrıdan alan,
benzersiz deha olarak sanatçı fikri, romantizme özgü yeni bir fikirdir.
Baudelaire “Kediler”de şöyle yazar: “cehennem onlara ölüleri taşıyacak atlar
niyetine koşum takabilir, ama bereketli kasıklarında ışıltılı bir büyü
gizlidir.”
19. yüzyılda, iç içe geçmiş anlamlarla edebiyatta bol bol
boy gösteren kedi, daha sonraki edebiyatın şekillenmesinde ve yazarlar
hakkındaki klişeler üzerinde de çok etkili olur. Bu noktada Derridavari bir
analoji kurmaya çalışmak yerine, sözü, çağdaş yazarın kedilere ilgisini çok
güzel özetleyen Joyce Carol Oates’a bırakıyorum: “Yazarda, her sanatçıda olduğu
gibi, bilinemez ve kestirilemez bir öz vardır ki biz bunu genelde ‘hayal gücü’
ya da ‘bilinçdışı’ diye adlandırırız – sanki adlandırmak, denetlemeyi bırakın,
bilmekle eşdeğermiş gibi; işte Felis catus’un [ev kedisi] ulaşılabilirliğinde,
Felis sylvestris’in [dağ kedisi] gizli, şeytanî, tamamen ulaşılmaz varlığını
duyumsarız. Çünkü benzerler benzerlerini çağırır – türler arasındaki uçurumun
ötesinden bile.”
Bu makalede ki fotoğraflar internet kaynaklarından
derlenmiş, yazıların bir kısmı ise e-Skop.com adresinden alıntılanmıştır.
İşte Ünlü İsimler ve Onların Kedileri
Bütün hayvanlar arasında yalnızca kedidir yaşamı
seyreden. Varolmanın döner dolabını mesafeli bir konumdan izler. Kedide
sempatik olma kaygısı yoktur. Yalnızca yaşar, uzak, dingin ve bilge. (Andrew
Lang)
Aldous Huxley ve Kedisi
İnsanlar hakkında psikolojik romanlar yazmak istiyorsanız
yapacağınız en iyi şey bir çift kedi edinmektir. (Aldous Huxley)
Allen Ginsberg
Bilge Karasu
Jorge Luis Borges
Charles Bukowski
Charles Bukowski
Frida Kahlo
Colette
French Author
Sidonie Gabrielle Colette with Cat
Doris Lessing
Ernest
Hemingway ve Kedisi Snowball
Ernest Hemingway ve Kedisi Snowball
Kediler duyguları konusunda dürüsttürler. İnsanlar ise duygularını
gizlerler. (Ernest Hemingway)
Herman Hesse
Julio Cortazar
Neil Gaiman
Robert Owen Butler
Samuel Beckett
Jean Paul Sartre ve Kedisi Nothing
William S.
Burroughs
Bir kedinin
öfkesi muhteşemdir; saf kedi aleviyle yanar, bütün tüyleri dimdik olur ve
herbiri cızırdayan mavi kıvılcımlar saçar. Gözleri ise içinin aleviyle ışıl
ışıldır. (William S. Burroughs)
William S. Burroughss
William Faulkner
Faulkner Sylvia Plath ve Kedisi Daddy
Minicik bir
kedi yavrusu bir sanat şaheseridir. (Leonardo da Vinci)
Ahmet Hamdi
Tanpınar
Albert Camus
Jorge Luis Borges ve Kedisi Beppo
Françoise Sagan
George
Bernard Shaw ve Kedisi Pygmalion
Herman Hesse
Mark Twain’in
kedilerinin uyurken ve uyanıkken görüntülendiği bu fotoğraflar 1887 yılında
çekilmiş.
Mark Twain
Pablo Picasso
ve Kedisi
Stephen King
(Hayvan Mezarlığını Düşününce?)
Tomris Uyar
Tove Jansson
Birçok
filozof ve kedi tanıdım, kedilerin bilgeliği daha üstündü (Hippolyte Taine)
Jacques Villon, Marcel Duchamp, and Raymond Duchamp-Villon and their cats
Artist Henri
Matisse and his cat Minouche
Boris Vian ve Kedisi
Jacques Derrida
Edgar Allan
Poe ve Kedisinin Tasviri
Edgar Allan Poe
Edith Södergran
Eduard Gorey
Ezra Pound
Michel Foucault

George Orwell
Georges Perec
Haruki Murakami
Jack Kerouac
with Williams cat
Jack Kerouac
Jean Cocteau
John Fante ve Kedisi
Julio Cortazar
Gustav Klimt
ve Kedi Tasviri
Kediler
doğanın başyapıtıdır. (Leonardo da Vinci)
Gustav Klimt
ve Kedisi Katze
Philip K.
Dick
Raymond Chandler
Salvador Dalí
ve Babou
Stephen King
1997
Truman Capote
W.H. Auden
Werner Aspenstrom
William
Carlos Williams
William S.
Burroughs
Zelda Fitzgerald
Kedileri
seviyorum çünkü evimi seviyorum ve kediler de yavaş yavaş evimin gözle görünür
bir ruhu oluyorlar.(Fransız şair, ressam, yazar, yönetmen John Cocteau)
No comments:
Post a Comment