Carlos Latuff
20/10/2014 19:19
Fransa’nın gazetelerinden
Le Monde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘haddini aşan kibir, aşırı boyutlarda
güven ve belirgin otoriterlik’ gibi belirtileri olan, kibir anlamına gelen
‘hubris’ adındaki bir hastalıktan muzdarip olabileceğine dair bir başyazı
yayınladı.
‘Hubris kendi
kendini imhaya varır’
‘Cumhurbaşkanı
Erdoğan ve bir nöropsikiyatri uzmanının dedikleri’ başlığıyla Alain Frachon’un
kaleme aldığı yazıda, hastalıkla ilgili, “Günlük dilde buna iktidar sarhoşluğu
denir, bitmez tükenmez siyasî fâciaların kaynağıdır” deniliyor.
Bu
hastalığının etkilerinin AKP’nin Kobani ve IŞİD politikalarında görüldüğünü ve
çözüm sürecinin de riske girdiğini savunan Frachon, analizine “Erdoğan
Kobani’de büyük projelerinden bazılarını da çökertiyor: Hubris kendi kendini
imha etmeye varır, diye koymuştu teşhisi David Owen” diyerek son verdi.
‘Sınırsız bir
kadirimutlaklık duygusu’
Frachon’nun
17 Ekim tarihinde yayınlanan başyazısının tam metni şöyle:
Büyük
Britanya Dışişleri Bakanlığı’nın eski sekreteri ve eski bir nöropsikiyatri
uzmanı olan Britanyalı James Owen, siyasi yöneticilere sık sık musallat olduğu
görülen bir illetin, hubris’in (ölçüsüzlük) incelenmesi için 2009’da bir vakıf
kurmuştu. Yunanca bir kelime olan hubris, bir bireyin haddini aşan kibir, aşırı
boyutlara varan bir kendine güven, sınırsız bir kadirimutlaklık duygusu,
belirgin otoriterlik gibi bazı ego sapmalarına olan güçlü eğilimine işaret
eder. Günlük dilde buna iktidar sarhoşluğu denir, bitmez tükenmez siyasi
faciaların kaynağıdır.
‘Çoğu zaman
sonu kötü olur’
Paris’in
kamusal alanında yabancısı olduğumuz bir dert değil bu. Fakat göründüğü
kadarıyla bugün, özellikle yakın bir komşumuzun, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ı etkiliyor. Bunun da, Kobani Kürtleri, Ortadoğu ve
Türkiye için feci sonuçları oluyor. Financial Times’tan meslektaşımız Gillian Tett,
hayırsever Doktor Owen’ın vakfı The Daedalus Trust tarafından bazı
belirtilerinin dökümü çıkarılan bu hastalığı ay başında hatırlatıyordu.
Hubris
genellikle başlangıçta danışmanlarının görüşüne karşı çıkarak kendi hanesine
kaydettiği bir dizi başarıyla yükselmiş bir öznede tezahür eder. O zaman özne,
normallik görünümü altında, marazi bir kendine güven geliştirir; bu da
tehlikeli bir tutumla kendini gösterir: Çevresini dinlemeyi reddeder, hatta
onları hor gördüğünü açığa vurur; herkesin haksız, bir tek kendinin haklı
olduğunu düşünür ve devasa projelere istidat gösterir. Çoğu zaman da sonu kötü
olur.
Bu durumda,
Ankara’nın aylardır IŞİD’in “kara gömleklileri” tarafından kuşatılmış olan
küçük Kürt kenti Kobani nazarında sergilediği husumetin açıklaması, Erdoğan’ın
hırs yaptığı üç konudadır. Hem Türkiye Kürtlerini zayıflatmak, hem de sonunda
Şam’da Beşar Esad’ı iktidardan kovmak amacıyla ABD’nin Suriye politikasını
köklü bir biçimde değiştirmek. Büyük program.
Kobani’nin
işkencesi
Bu işin
kişisel bir veçhesi de var. Eskilerde İslamcı akımın takipçisi olan Erdoğan,
başbakan olduğu yıllarda (2003-2014) Esad’la bağları sıkılaştırmış ve iki
ülkeyi yakınlaştırmıştı. 2011 ayaklanması başladığında Erdoğan, haklı olarak,
Şam’ın efendisine bir şiddet patlamasından kaçınmak için muhalifleriyle
pazarlık etmeyi salık vermişti. Sözü dinlenmedi. Geçen üç yıl ve 230 bin ölü
olgusunun ne yazık ki haklı çıkardığı Erdoğan, bununla da güçlenen acımasız bir
intikam duygusu besliyor.
ABD’ye şantaj
yapılıyor
Türkiye, –13
Ekim pazartesi günü İstanbul’daki Boğaziçi Enstitüsü’nün yıllık seminerinde
sunulduğu haliyle– Kobani’de yaşanan işkence karşısındaki pasifliğini savunmak
için, stratejik ambalajlı bir gerekçe ileri sürüyor. Öncelik IŞİD’e karşı
mücadelede değil, Şam rejimine karşı mücadeledeymiş. Bu rejimin canavarlığı
IŞİD’i üretmekteymiş. Bu da hava bombardımanlarıyla yenilmeyecekmiş.
Dolayısıyla Ankara, ABD’nin elini taşın altına daha çok sokmasını ve Suriye
topraklarında, Amerikan hava kuvvetlerinin koruması altında bir tampon-bölge
oluşturulmasını tavsiye ediyor. Bu bölge, Türkiye’deki bir buçuk milyon
Suriyeli mültecinin bir kısmını ve Şam rejimine karşı ‘ılımlı’ isyancıların
talim merkezlerini barındırabilecekmiş.
Washington’a
yapılan şantaj: Demek ki Türkiye, ancak Barack Obama’nın bu koşulları kabul
etmesi şartıyla IŞİD’e karşı mücadeleye etkin bir biçimde katılacaktır. Bu
aradaki bedeli Kobani ödeyecektir. Bu küçük şehre birkaç yüz metrede sınıra
yığılmış bulunan Türk tankları, IŞİD kuvvetlerine tek bir atış yapmamıştır —
ilerleyişlerini kolaylaştırmanın bir yoludur bu.
PKK’yı IŞİD’e
benzetmek dürüst değil
Fakat bu
tavır başka hedefleri maskeliyor. Kobani, PYD’nin Suriyeli Kürt milisleri
tarafından kahramanca savunuluyor. Bu oluşumun doğrudan bir kolu olduğu PKK ile
Erdoğan arasında, ülke içindeki 30 yıllık savaşa bir son vermek için on aydır
müzakere yürütülüyor. Türkiye Cumhurbaşkanı, PYD’nin yenilmesini temin ederek
görüşme masasında zayıf konumda görmek istediği PKK’ya ciddi bir darbe vuruyor.
IŞİD’in
Kobani’de zaferini kolaylaştırarak, PYD’nin Türk sınırı boyunca, Türkiye
Kürtlerine model ve destek üssü hizmeti görebilecek özerk bir Kürt bölgesi
geliştirmesini engelliyor. Erdoğan, kendi gözünde IŞİD’le PKK’nın aynı şey
olduğunu, Türkiye için aynı cinsten bir tehlikeyi teşkil ettiklerini söylüyor.
Bu önerme olgusal açıdan dürüst değil. Her ne kadar PKK silahlı mücadeleye
ilaveten terörizm uygulamış da olsa, hiçbir zaman, kafa kesmeler, çarmıha
germeler, şu veya bu azınlığı soykırıma uğratma eğilimi, tecavüzler ve kitle
katliamları, vb. uygulayan IŞİD gibi davranmamıştır.
Çok şey
kaybedebilir
Hubris sözcüğü
Yunanca’dan gelir ve bazı ego sapmalarına olan güçlü eğilime işaret eder…
Türkiye Cumhurbaşkanı bu işte çok şey kaybedebilir. Kobani’nin düşmesinin
Kürtler üzerinde muazzam bir siyasal-simgesel sonucu olacaktır. PKK ile
görüşmelerin kesilme tehlikesi vardır; ki bu da Türkiye’yi tekrar içeride
savaşa gark edebilecektir.
Böylelikle,
kargaşaya yazgılı bir Ortadoğu’da, ülkenin sahip olduğu istikrar ve başarı
imajını bozabilecektir. Erdoğan’ın IŞİD’e karşı bir taahhüde girmeyi reddetmesi
ABD’yi çileden çıkarıyor: Obama’nın anti-İslamcı koalisyonuna üye olan bir NATO
müttefikine yakışmayan bir tutum, deniyor Washington’da. Ankara’nın tutumu
Avrupa kamuoyunu da sarsıyor: Avrupa Birliği’ne üyelik görüşmeleri yürüten bir
ülkeye uymayan bir tutum, deniyor Brüksel’de. Erdoğan Kobani’de büyük
projelerinden bazılarını da çökertiyor: Hubris kendi kendini imha etmeye varır,
diye koymuştu teşhisi David Owen.
(Çeviri:
Haldun Bayrı)
No comments:
Post a Comment