Uruguay
Başkanı Mujica’nın görev süresi doluyor.
Yasa gereği tekrar seçilemeyecek. Ama, tüm yaşamını mücadeleye adamış bu
beyaz ama gür saçlı adamın sesi yankılanmayı sürdürecek: Hayat mücadelesi,
yalnızca bir köşede tüfekle ya da kahramanca bir davranışla verilmez. Her
saniye, her dakika, an be an da verilir; kendi yaşamlarımızı başkalarının
sorunlarına adayarak da... Çağımızın devrimci davranışı böyle olmalıdır...
Çıldırabilirdi…
Durmadan kurbağalarla, böceklerle konuşuyordu. Karıncaların çığlık attığını da
hücre cezasını çektiği bu karanlık, izbe kuyuda öğrenmişti. Akıl almaz
işkenceler görmüş, iki yıl boyunca hiç yıkanmamış, kitap okuması bile
yasaklanmıştı. Hapisten çıktığında sanrıları nedeniyle kendisine ilaç öneren
ruh doktoruna “Bana kitap verin” diyecekti.
Özgürlüğüne
kavuşalı yirmi beş yılı geçti, artık seksenine yaklaşıyor. Altı kez polis
kurşunuyla yaralanan, iki kez içeriden kaçan, mücadelesinin kutsal izleri
bakışlarından okunan, beyaz ama gür saçlı direngen bir adam: Jose Mujica!
Uruguay’ın;
Guarani dilinde Boyalı Kuşlar Ülkesi’nin devlet başkanı.
Başkanlık
sarayında değil derme-çatma bir çiftlik evinde basit, sıradan bir yaşam
sürüyor. Maaşının nerdeyse tamamını yoksullara bağışlamış. Mavi renkli, 1987
model bir Volkswagen’den, traktöründen, birkaç dönüm araziden başka mülkiyeti
yok. Kasımpatı çiçekleri yetiştiriyor, sebze ekiyor, suyunu bahçesindeki
kuyudan çıkarıyor. Toplu taşıma araçlarını kullanmaktan, sırt çantasıyla
dolaşmaktan hiç de rahatsız değil. Günlük giysileri, buruşuk bir pantolon ve
fermuarlı bir monttan ibaret; resmi görüşmelerinde bile kravat takmıyor. Kapısında
yalnızca iki polis memuru var. Ziyaretine giderseniz sizi topal köpeği Manuela
ile karşılayacaktır. Ancak, dünyanın en yoksul başkanı olarak tanımlanmasına
karşı çıkıyor. Kendisi “Ben yoksul değil, kanaatkâr bir insanım” diyor:
“Asıl
yoksullar, yaşamdan sürekli talepleri olan, elde ettikleriyle yetinmeyen
insanlardır. Kanaatkârlık, bir yaşam felsefesidir. (…) Daha fazla talep, daha
az özgürlük anlamına gelir…”
Sonra mate
çayından bir yudum daha alıp devam ediyor:
“İnsanların
geceleri yatacak bir saçak altı bile bulamadıkları bir dünyada başkalarının beş
yüz metrekarelik malikânelerde yaşamasını anlamıyorum. Evsizler için ev, suyu
olmayanlar için su, ekmek lazım. Sen böyle bir dünyada özel uçağım olsun
diyorsun! Herkes daha fazlasını isterse bir gün kimseye bir şey kalmayacak…”
Jose Mujica,
Tupamaro geleneğinden geliyor. 1960’lı yılların başında Raul Sendic ve
arkadaşları tarafından kurulan, son İnka kralı Tupac Amaru’nun sömürgeci
İspanyollara karşı giriştiği mücadeleden esinlenen Tupamarolar, bir şehir
gerillası örgütü. 1972’ye gelindiğinde örgüt on binden fazla militanıyla güç
içinde bir başka güç olmuştu. Robin Hood tarzı eylemleri ise hayranlık ve
sempati uyandırıyordu; tiyatrolarda, kahvehanelerde, gece kulüplerinde
propaganda yapmak, sinemaları basıp seyircilere liberal demokrasinin
adaletsizliğini gösteren filmler izletmek, silahlı çatışmaya girmeden hükümet
kurumlarına pankartlar asmak, yakalanan arkadaşlarının serbest bırakılması için
yabancı devlet yetkililerini kaçırmak, banka soygunlarından elde ettikleri
paraları halka vermek, yiyecek yüklü kamyonları durdurup yiyecekleri yoksullara
paylaştırmak… “Sözcükler bizi böler, eylem birleştirir” savsözünü benimseyen
örgüt, kendini Ulusal Kurtuluş Hareketi olarak adlandırıyordu.
Mujica, halk
arasındaki adıyla Pepe, 1972’de yakalanıp ikinci kez hapse atılır. On dört yıl
sonra, 1985’te anayasal demokrasiye geçişle birlikte özgürlüğüne kavuşur.
Dışarıda onları bekleyen binlerce insanla kucaklaşmadan önce altı telli bir
gitarla hep bir ağızdan cielito lindo halk şarkısını söyleyeceklerdir:
“… Ay, ay,
ay, ay,
Ağlama, şarkı
söyle
Şarkılar
sevindirir bilirsin
Tatlı
sevgilim benim, yürekleri…”
Birkaç yıl
sonra Mujica ve diğer Tupamarolar Halkın Katılımı Hareketi partisini kurmak
için bir araya gelir. Parti, Geniş Cephe
koalisyonu içinde güçlü bir şekilde temsil edilir. 1994’de ilk kez milletvekili
seçilen Mujica, Vespa marka motosikletiyle başkent Montevideo’daki parlamento
binasına geldiğinde otopark görevlisi kendisine sorar:
-Burada fazla
kalacak mısınız?
-Evet,
kesinlikle!
Mujica’nın
cevabı, yıllar sonra üstleneceği en üst düzey görevin önsezisi gibidir. 2010’da
devlet başkanı olan Mujica, kendi yaşam tarzını değiştirmese de geniş yankılar
uyandıracak yasal değişimler yapar. Esrar, eşcinsel evlilik ve kürtaj serbest
bırakılır. Ona göre, kürtaj dünya kadar eski, eşcinsellik ise insanlık tarihi
boyunca Julius Ceasar’ın, Büyük İskender’in bile yaşadığı nesnel bir
gerçekliktir. Esrar kullanımına gelince, yasa, özendirmek için değil,
uyuşturucu kaçakçılığını kontrol etmek amacıyla çıkarılmıştır. Sigara dâhil
hiçbir kötü alışkanlığı olmayan Mujica, özgürleşmek için esrar içenlere
“Özgürlük beynimizdedir, onu küçük kavanozlar içinde satın alamazsınız”
diyecektir.
Jose Alberto
Mujica Cordano, 20 Mayıs 1935’de Montevideo’da doğdu. Babası İspanyol, annesi
İtalyan’dı. Dört yaşında yetim kaldı. Yoksulluk içinde büyüdü. Orta öğrenime
devam edemedi. On üç yaşından itibaren çeşitli partilerde görev yaptı. Ulusal
Parti’de Enrique Erro ile birlikte çalıştı. Sosyalist Parti’nin gençlik
örgütünde liderlik yaptı. Yirmili yaşlarında komünist dünyayı; Moskova, Pekin
ve Havana’yı gezdi. Fidel Castro ve Che Guevara ile tanıştı.
Mujica’nın
Polonya kökenli eşi Lucia Topolansky de eski bir Tapamaro militanı. Halkın
Katılımı Hareketi’nde yıllarca mücadele etmiş. Hapisten birlikte çıkmışlar,
siyasi çalışmaları birlikte yürütmüşler ve evlenmişler. Topolansky, Uruguay
Parlamentosu’nda senatör. Halkının mutluluğu uğruna sarı saçlarını çoktan ağartmış.
Mujica ve Topolansky’nin çocukları yok. İkisi de vejetaryen.
Tupamarolar,
1970 Ağustos’unda, CIA ajanı, sözde Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma
Bürosu yöneticisi Dan Mitrione’yi kaçırırlar, talepleri kabul edilmeyince idam
ederler. İşkenceyi bir sanat dalı olarak gören Mitrione, Uruguay polisine
işkence yöntemleri, kontrgerilla ve darbeler konusunda dersler vermiştir.
Mitrione’nin idamını Toni Mas gerçekleştirir. Olayın ardından üç yüz gerilla
öldürülür, üç bine yakını ise Punta Carretas Hapishanesi’ne gönderilir. 1971’de
kaçarlar; ancak bir yıl sonra yeniden yakalanacaklardır. Toni Mas’ın yaşamını
ve Tupamaros hareketini anlatan Sürgün Durumu adlı bir belgesel var; yapımcısı
Javier Gonzales.
Sürgün
Durumu’nda şunları söylüyor Jose Mujica:
“Hayat
mücadelesi, yalnızca bir köşede tüfekle ya da kahramanca bir davranışla
verilmez. Her saniye, her dakika, an be an da verilir; kendi yaşamlarımızı
başkalarının sorunlarına adayarak da... Çağımızın devrimci davranışı böyle
olmalıdır.”
Siyasi
çizgisi, başkanlık göreviyle birlikte radikallikten pragmatist bir anlayışa
çekilse de; yani sosyalizm beklentilerini yerine getiremese de halkın Mujica’ya
desteği ve sevgisi devam ediyor. Ancak, 26 Ekim 2014’de yapılacak genel
seçimlerde yasa gereği yeniden aday olamayacak. Mujica, insanların kapitalizme
rağmen yaşamaları için mücadele ettiklerini, fantastik bir solu değil, gerçeğin
solunu savunduklarını iddia ediyor.
Aslında, onu
sevmek için başka nedenler de var; korkusuz bir devrimci, protokol kuralları
tanımayan bir siyasetçi, başkanlık konukevini Suriyeli yetim çocuklara açan,
Guantanamo mahkûmlarını mülteci olarak ülkesine kabul eden bir hümanist,
parada, pulda, modada, tüketimde gözü olmayan bir derviş, tarlasını ekip biçen
bir emekçi, banka hesabı bile olmayan; ama enerjinin, zamanın ve kaynakların
boşa harcanmasına karşı çıkan bir tasarrufçu, inançlara saygılı bir ateist,
esrarı, kürtajı, eşcinselliği yasallaştıran bir özgürlükçü…
Evet,
çıldırabilirdi… Kurbağalarla, böceklerle konuştu; bir de yan hücrelerdeki
arkadaşlarıyla; Mauricio Rosencof’la, Fernandez Huidobro’yla… Parmaklarını
farklı ritim ve tonlamalarla duvarlarda tıklatarak Mors alfabesine benzer bir
iletişim dili geliştirmişlerdi:
“Eğer bu
son şiirim
olsaydı benim
akıl almaz ve
hüzünlü,
aşınmış ama
bütün,
yalnızca bir
sözcük yazardım: Yoldaş…”
(Yoldaş,
Mauricio Rosencof)
Jose Mujica,
duyarlı bir yoldaştır; diğer Tupamarolar gibi... Bu, onu sevmenin en önemli
nedenidir. Karanlık, kapkaranlık bir hücrede yan duvardan gelen hangi tınının hangi
parmaktan çıktığını iyi bilir. Başparmak tınıları biraz daha sabır demektir
belki, orta parmak tınıları işkence başlayacak, serçe parmak tınıları dışarıda
yağmur var, yüzük parmağı tınıları seni seviyorum…
İşaret
parmağı tınıları mı? Mujica’nın tınıları olmalı; uzun mesafelere dayanıklı
Criollo atlarının nal sesleri gibi…
- Özgürlük,
işte orada!
İLYAS TUNÇ
No comments:
Post a Comment