Sunday 26 October 2014

Tınılar ve nal sesleri I İlyas Tunç


Uruguay Başkanı Mujica’nın görev süresi doluyor.  Yasa gereği tekrar seçilemeyecek. Ama, tüm yaşamını mücadeleye adamış bu beyaz ama gür saçlı adamın sesi yankılanmayı sürdürecek: Hayat mücadelesi, yalnızca bir köşede tüfekle ya da kahramanca bir davranışla verilmez. Her saniye, her dakika, an be an da verilir; kendi yaşamlarımızı başkalarının sorunlarına adayarak da... Çağımızın devrimci davranışı böyle olmalıdır...

Çıldırabilirdi… Durmadan kurbağalarla, böceklerle konuşuyordu. Karıncaların çığlık attığını da hücre cezasını çektiği bu karanlık, izbe kuyuda öğrenmişti. Akıl almaz işkenceler görmüş, iki yıl boyunca hiç yıkanmamış, kitap okuması bile yasaklanmıştı. Hapisten çıktığında sanrıları nedeniyle kendisine ilaç öneren ruh doktoruna “Bana kitap verin” diyecekti.

Özgürlüğüne kavuşalı yirmi beş yılı geçti, artık seksenine yaklaşıyor. Altı kez polis kurşunuyla yaralanan, iki kez içeriden kaçan, mücadelesinin kutsal izleri bakışlarından okunan, beyaz ama gür saçlı direngen bir adam: Jose Mujica!

Uruguay’ın; Guarani dilinde Boyalı Kuşlar Ülkesi’nin devlet başkanı.

Başkanlık sarayında değil derme-çatma bir çiftlik evinde basit, sıradan bir yaşam sürüyor. Maaşının nerdeyse tamamını yoksullara bağışlamış. Mavi renkli, 1987 model bir Volkswagen’den, traktöründen, birkaç dönüm araziden başka mülkiyeti yok. Kasımpatı çiçekleri yetiştiriyor, sebze ekiyor, suyunu bahçesindeki kuyudan çıkarıyor. Toplu taşıma araçlarını kullanmaktan, sırt çantasıyla dolaşmaktan hiç de rahatsız değil. Günlük giysileri, buruşuk bir pantolon ve fermuarlı bir monttan ibaret; resmi görüşmelerinde bile kravat takmıyor. Kapısında yalnızca iki polis memuru var. Ziyaretine giderseniz sizi topal köpeği Manuela ile karşılayacaktır. Ancak, dünyanın en yoksul başkanı olarak tanımlanmasına karşı çıkıyor. Kendisi “Ben yoksul değil, kanaatkâr bir insanım” diyor:

“Asıl yoksullar, yaşamdan sürekli talepleri olan, elde ettikleriyle yetinmeyen insanlardır. Kanaatkârlık, bir yaşam felsefesidir. (…) Daha fazla talep, daha az özgürlük anlamına gelir…”

Sonra mate çayından bir yudum daha alıp devam ediyor:

“İnsanların geceleri yatacak bir saçak altı bile bulamadıkları bir dünyada başkalarının beş yüz metrekarelik malikânelerde yaşamasını anlamıyorum. Evsizler için ev, suyu olmayanlar için su, ekmek lazım. Sen böyle bir dünyada özel uçağım olsun diyorsun! Herkes daha fazlasını isterse bir gün kimseye bir şey kalmayacak…”

Jose Mujica, Tupamaro geleneğinden geliyor. 1960’lı yılların başında Raul Sendic ve arkadaşları tarafından kurulan, son İnka kralı Tupac Amaru’nun sömürgeci İspanyollara karşı giriştiği mücadeleden esinlenen Tupamarolar, bir şehir gerillası örgütü. 1972’ye gelindiğinde örgüt on binden fazla militanıyla güç içinde bir başka güç olmuştu. Robin Hood tarzı eylemleri ise hayranlık ve sempati uyandırıyordu; tiyatrolarda, kahvehanelerde, gece kulüplerinde propaganda yapmak, sinemaları basıp seyircilere liberal demokrasinin adaletsizliğini gösteren filmler izletmek, silahlı çatışmaya girmeden hükümet kurumlarına pankartlar asmak, yakalanan arkadaşlarının serbest bırakılması için yabancı devlet yetkililerini kaçırmak, banka soygunlarından elde ettikleri paraları halka vermek, yiyecek yüklü kamyonları durdurup yiyecekleri yoksullara paylaştırmak… “Sözcükler bizi böler, eylem birleştirir” savsözünü benimseyen örgüt, kendini Ulusal Kurtuluş Hareketi olarak adlandırıyordu.

Mujica, halk arasındaki adıyla Pepe, 1972’de yakalanıp ikinci kez hapse atılır. On dört yıl sonra, 1985’te anayasal demokrasiye geçişle birlikte özgürlüğüne kavuşur. Dışarıda onları bekleyen binlerce insanla kucaklaşmadan önce altı telli bir gitarla hep bir ağızdan cielito lindo halk şarkısını söyleyeceklerdir:

“… Ay, ay, ay, ay,

Ağlama, şarkı söyle

Şarkılar sevindirir bilirsin

Tatlı sevgilim benim, yürekleri…”

Birkaç yıl sonra Mujica ve diğer Tupamarolar Halkın Katılımı Hareketi partisini kurmak için bir araya gelir.  Parti, Geniş Cephe koalisyonu içinde güçlü bir şekilde temsil edilir. 1994’de ilk kez milletvekili seçilen Mujica, Vespa marka motosikletiyle başkent Montevideo’daki parlamento binasına geldiğinde otopark görevlisi kendisine sorar:

-Burada fazla kalacak mısınız?

-Evet, kesinlikle!

Mujica’nın cevabı, yıllar sonra üstleneceği en üst düzey görevin önsezisi gibidir. 2010’da devlet başkanı olan Mujica, kendi yaşam tarzını değiştirmese de geniş yankılar uyandıracak yasal değişimler yapar. Esrar, eşcinsel evlilik ve kürtaj serbest bırakılır. Ona göre, kürtaj dünya kadar eski, eşcinsellik ise insanlık tarihi boyunca Julius Ceasar’ın, Büyük İskender’in bile yaşadığı nesnel bir gerçekliktir. Esrar kullanımına gelince, yasa, özendirmek için değil, uyuşturucu kaçakçılığını kontrol etmek amacıyla çıkarılmıştır. Sigara dâhil hiçbir kötü alışkanlığı olmayan Mujica, özgürleşmek için esrar içenlere “Özgürlük beynimizdedir, onu küçük kavanozlar içinde satın alamazsınız” diyecektir.

Jose Alberto Mujica Cordano, 20 Mayıs 1935’de Montevideo’da doğdu. Babası İspanyol, annesi İtalyan’dı. Dört yaşında yetim kaldı. Yoksulluk içinde büyüdü. Orta öğrenime devam edemedi. On üç yaşından itibaren çeşitli partilerde görev yaptı. Ulusal Parti’de Enrique Erro ile birlikte çalıştı. Sosyalist Parti’nin gençlik örgütünde liderlik yaptı. Yirmili yaşlarında komünist dünyayı; Moskova, Pekin ve Havana’yı gezdi. Fidel Castro ve Che Guevara ile tanıştı.

Mujica’nın Polonya kökenli eşi Lucia Topolansky de eski bir Tapamaro militanı. Halkın Katılımı Hareketi’nde yıllarca mücadele etmiş. Hapisten birlikte çıkmışlar, siyasi çalışmaları birlikte yürütmüşler ve evlenmişler. Topolansky, Uruguay Parlamentosu’nda senatör. Halkının mutluluğu uğruna sarı saçlarını çoktan ağartmış. Mujica ve Topolansky’nin çocukları yok. İkisi de vejetaryen.

Tupamarolar, 1970 Ağustos’unda, CIA ajanı, sözde Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Bürosu yöneticisi Dan Mitrione’yi kaçırırlar, talepleri kabul edilmeyince idam ederler. İşkenceyi bir sanat dalı olarak gören Mitrione, Uruguay polisine işkence yöntemleri, kontrgerilla ve darbeler konusunda dersler vermiştir. Mitrione’nin idamını Toni Mas gerçekleştirir. Olayın ardından üç yüz gerilla öldürülür, üç bine yakını ise Punta Carretas Hapishanesi’ne gönderilir. 1971’de kaçarlar; ancak bir yıl sonra yeniden yakalanacaklardır. Toni Mas’ın yaşamını ve Tupamaros hareketini anlatan Sürgün Durumu adlı bir belgesel var; yapımcısı Javier Gonzales.

Sürgün Durumu’nda şunları söylüyor Jose Mujica:

“Hayat mücadelesi, yalnızca bir köşede tüfekle ya da kahramanca bir davranışla verilmez. Her saniye, her dakika, an be an da verilir; kendi yaşamlarımızı başkalarının sorunlarına adayarak da... Çağımızın devrimci davranışı böyle olmalıdır.”

Siyasi çizgisi, başkanlık göreviyle birlikte radikallikten pragmatist bir anlayışa çekilse de; yani sosyalizm beklentilerini yerine getiremese de halkın Mujica’ya desteği ve sevgisi devam ediyor. Ancak, 26 Ekim 2014’de yapılacak genel seçimlerde yasa gereği yeniden aday olamayacak. Mujica, insanların kapitalizme rağmen yaşamaları için mücadele ettiklerini, fantastik bir solu değil, gerçeğin solunu savunduklarını iddia ediyor.

Aslında, onu sevmek için başka nedenler de var; korkusuz bir devrimci, protokol kuralları tanımayan bir siyasetçi, başkanlık konukevini Suriyeli yetim çocuklara açan, Guantanamo mahkûmlarını mülteci olarak ülkesine kabul eden bir hümanist, parada, pulda, modada, tüketimde gözü olmayan bir derviş, tarlasını ekip biçen bir emekçi, banka hesabı bile olmayan; ama enerjinin, zamanın ve kaynakların boşa harcanmasına karşı çıkan bir tasarrufçu, inançlara saygılı bir ateist, esrarı, kürtajı, eşcinselliği yasallaştıran bir özgürlükçü…

Evet, çıldırabilirdi… Kurbağalarla, böceklerle konuştu; bir de yan hücrelerdeki arkadaşlarıyla; Mauricio Rosencof’la, Fernandez Huidobro’yla… Parmaklarını farklı ritim ve tonlamalarla duvarlarda tıklatarak Mors alfabesine benzer bir iletişim dili geliştirmişlerdi: 

“Eğer bu

son şiirim olsaydı benim

akıl almaz ve hüzünlü,
aşınmış ama bütün,

yalnızca bir sözcük yazardım: Yoldaş…”

(Yoldaş, Mauricio Rosencof)

Jose Mujica, duyarlı bir yoldaştır; diğer Tupamarolar gibi... Bu, onu sevmenin en önemli nedenidir. Karanlık, kapkaranlık bir hücrede yan duvardan gelen hangi tınının hangi parmaktan çıktığını iyi bilir. Başparmak tınıları biraz daha sabır demektir belki, orta parmak tınıları işkence başlayacak, serçe parmak tınıları dışarıda yağmur var, yüzük parmağı tınıları seni seviyorum…

İşaret parmağı tınıları mı? Mujica’nın tınıları olmalı; uzun mesafelere dayanıklı Criollo atlarının nal sesleri gibi…


- Özgürlük, işte orada!

İLYAS TUNÇ

No comments:

Post a Comment