Çok açık
ki aslında birbirimize güvenmiyoruz. Güvenmeye ihtiyacımız olduğunu biliyoruz
ama güvenmiyoruz.
Çok açık
ki aslında birbirimize inanmıyoruz. İnanmaya ihtiyacımız olduğunu biliyoruz ama
inanmıyoruz. Bunu aşabilmek için bir
araya gelmemiz gerektiğini fark ediyoruz ama kabul edelim tedirginlikle
birlikte korkuyoruz da.
Olağan
ırkçılıklarımız ve faşizmlerimizden ise bahsetmeye gerek bile yok.
O kadar
derinlerde bir yerlerde yenildik ki gerçek anlamıyla açığa bile vuramıyoruz. Ev
dediğimiz inlerimizde ve işyeri dediğimiz kölelik merkezlerinde yaşamı
sürdürmek her şeye rağmen daha mantıklı geliyor. Onurumuz ve gururumuz inciniyor
belki, ama… rahatız işte. En azından kendi dertlerimizle ilgileniyoruz
başkasının kahrını çekmiyoruz. Mu? Ya da… kıyıda köşede görüştüğümüz bir şeyler
yapmaya çalışan insanlar var, eh biz de bir ucundan tutuyoruz, daha ne olsun!
Mu?
Acıların
ayrışması bazen kötü bazen de iyidir… Empati yeteneğinin kaybolduğunu ya da
artık iyice yitmeye başladığını ya da yittiğini gösterir. Kötüdür. Ama aynı
zamanda iyidir de, canınızın asıl nereden yandığını öğrenmeye, anlamaya
başlarsınız. Yardım aranırsınız, destek aranırsınız. Büyük ihtimal bulduğunuz
yerin başkalığına değil umduğunuz yere hayıflanırsınız…
Acının
ayrışması kötüdeki iyidir öyleyse. Canı
yananı anlamaya başlarsınız. Ne hissettiğini ne düşündüğünü nasıl
kahrolduğunu… Duygularınız birbirine
karışır… Bazen acıyı çektireni değil de
acınıza göz yumanı daha çok suçlarsınız. Sonra zaman geçer. Acı iyi kötü
dağlanır. İlk anlardaki öfke ve kızgınlık derinlere iner, gündelik hayatın
olağanlığında işinize gücünüze bakarsınız, unuttuğunuzu geride bıraktığınızı
düşünürsünüz ama yaşadıklarınız sızı olarak kanınızda akmaya başlar.
Bilinçaltınızda dolanır durur. Baktığınız gördüğünüz her şeye sinmeye başlar.
Bundan sonrasında nasıl davranacağınız tüm karakter biçimlerinize bağlı olarak
değişir.
Toplumsal
karakter, siyasal karakter, finansal karakter ve belki de en sonuncusu siz
olduğunuzu düşündüğünüz bireysel karakteriniz… Acı çekeni anlamaya
başlamışsınızdır ama daha nasıl tepki vermek gerektiğini öğrenmemiş olma
ihtimaliniz yüksektir… Bundan sonrası daha çok toplumsal gelişmişlikle,
toplumsal olanın egemenlerin karşısındaki örgütlenebilme kapasitesiyle
ilgilidir…
Acıları
ortaklaştırmayı öğrenmişseniz korkan olmaktan çıkar saldırgan tarafı korkutan
haline dönüşürsünüz…
Korku
duvarı bir kez topluca yıkıldığında artık aynı sağlamlıkla onarılması mümkün
değildir… Yeniden inşa edilen korku duvarlarının harcında sizden bir parça
vardır ve parçanızı tanırsınız, hissedersiniz. Onun zayıf noktasını bilirsiniz.
Psişik bir bilgidir. Sınıfsal bir bilgidir. Tarihsel bir bilgidir. Her yönüyle
bir bilgidir ve siz artık ona sahipsinizdir.
Duvarın nasıl çözüleceği düşüncenizin ve eyleminizin kendisindedir.
Ortaklaşabilmek
için bir yerlerde ayrışmış olmak gerekir. Ortaklaşma bir ihtiyaçtır. Baş edemediğimizle mücadele edebilmek için…
Ortaklaşma öncelerde bir yerlerden kopmaktır… Gezi bir kopuş ve ortaklaşmaydı,
ağaçların gövdesine sarılanların köklerini koruma çabasıydı. Bir süreliğine de
olsa birlikte başkaldırmanın onuruna ve acı çekmenin duygudaşlığına eriştik.[1].
Nasıl Gezi’den önce ve sonra diye algılanan bir Türk kamuoyu varsa, şimdi de
Kobanê’den önce ve sonra oluşacak son, evet son, bir Kürt kamuoyu var.
İŞİD/DAİŞ
dediğiniz AKP, AKP dediğiniz neoliberalizm ve 12 Eylül faşizminden başka bir
şey değildir. Katliamı alkışlayanların ya da sessiz kalanların tarafı bellidir;
kölelik düzeninde köle olmaktan memnun olmak… “Ama onlar devletimize… ülkemize…
devrimimize… sosyalizmimize şöyle şöyle yapıyorlar”… ırkçılığınıza ve
faşizminize, kıçınızı sağlama alıp, atıp-tuttuğunuz sosyal medya
duyarlılıklarınıza insanlığınızı yem etmeyin.
[1]Yeri
gelmişken, siyasal bilinç bu aralıktan beslenmektedir ve Gezi toplumsal
başkaldırı potansiyeli kadar Kemalist-ulusalcı muhafazakarlığın ve gericiliğin
de yeniden özgürleşme ve eskiye dönme umudunu birlikte içermekteydi.-Özgür ve
eşit bir cumhuriyet taraftarı olan Kemalistleri ayrı tutmaktan yanayım- )
No comments:
Post a Comment