Yaşlarından
çok büyük kavgaların ortasında kalıp ölüyorlar çocuklar... Ve büyüyemeyen o
çocuklar sadece birer istatistik bilgisi oluyor, tabii ki büyük travmalar
yaratarak kalplerde ve zihinlerde...
“Bu
korkunç savaş bir gün mutlaka bitecek, biz de yalnız Yahudi değil, insanlar
olacağız!” diye yazmıştı günlüğüne ailesiyle saklandığı depoda ele geçirilip
toplama kampına gönderilen Anne Frank.
2. Dünya
Savaşı bittiğinde ölüydü.
Asla
yaşamdan aradığını bulamamış, travmalarını atlatamamış, kırıklarını
yapıştıramamış yetişkin bir insan olamadan tifüsten öldü bir toplama kampında.
Yaşayanlar
bilir, sıraya uymamış bir ölüm, ölümden daha büyük acılara gebedir.
Çocuk
ölüler
Haklılık,
haksızlık, vatanseverlik, savaş, yurt savunması, akrabalık ve büyük büyük
laflardan büyük bir liste oluştu son birkaç günde.
Ve büyük
listenin arasında, küçük, arada kalmış, küçüklerin ölüm listesi.
Sinan
Toprak, o ölü çocuklardan biri.
16 yaşında,
Dargeçit’te, kalabalığın arasında, kör bir kurşunla veda etti.
Daha neyin
kökeninin nereden kaynaklandığını bilmeden, yaşından çok daha büyük bir
kavganın ortasında kalıvermişti.
Sonradan
partileşen bir örgütün “meşru savunma hakkı” diyerek ateşlediği silahla
ölüverdi.
Öldüğünde
artık sadece istatistikti.
Yusuf
Çelik, o ölü çocuklardan biri.
Binalara
hassas memleketin binalarının birinin camlarından biri kırılınca Siirt
Kurtalan’da, binadan çıkanlarca taranıverdi.
Aynı gün
ölen babasının yanına gömdüler.
Yaşı daha
on yediydi.
Davut Nas
da Siirt’teydi.
Çatışmalara
silah sesleri karıştığında, bedenini buldu bir polis mermisi.
Birileri
19 dedi yaşına ama o da ailesine göre 17’sindeydi.
Hüseyin
Dakak da Yusuf Çelik gibi boyundan büyük bir kavgada, ama o safların diğer
tarafında, ölüverdi.
Büyük
büyük davaların küçük “şehitleri”.
Beşir
Remezan Arif’in yaşı henüz 8’ti.
Sınırın
diğer tarafından, bu tarafına yürümekti dileği.
Dileği
dediysek, 8 yaş nedir ki?
Bir
büyüğünün ellerindeydi elleri.
Sınıra
yaklaşınca açılan ateşte oracıkta ölüverdi.
Önemsemeye
gerek yok, ne de olsa “bizden değildi”.
Birileri
onu ölümüne savunur, birileri ondan ölümüne nefret edebilirdi.
Gaziantep’te,
palalarla, silahlarla, bayraklarla yürüyen, nedense uyarılmayan, nedense
birilerinin yaptığı kırıp dökmek sayılırken, güvenlik güçlerince onların ki
hassasiyet sayılan kalabalık ateş açmaya başlar başlamaz, iki çocuk daha
dünyaya veda etti.
Sokakta
büyüyen ancak o sırada sokakta olmaması gereken Süleyman Balcı, sokakta, evinde
bir yaşındaki çocuğuna bakan, daha kendisi 18 olmadan anne olan Sevgi Alıcı,
oturduğu kanepede, bebeğinin anlamaz gözlerinin önünde can verdi.
Yaralı
çocuklar
Mardin’de,
gaz fişeğiyle kafasından vuruldu E.Ç., Suruç’ta ayağından 12’sindeki A.Y., 13
yaşındaki S.H, Batman’da açılan ateşle bir parti binasından.
İstanbul’da
gaz fişeğiyle yaralandı 15 yaşında bir başka çocuk. Bir çocuğun ölmekte olduğu
yazıldı, başından yaralanan.
100’ü
aşkın çocuk karakolla tanıştı, binlerce çocuk silahla.
Binlerce
çocuk geceleri uyuyamadı.
Binlerce
çocuk, öfkeli yüzlerin tavsiyeleriyle, kimliğini tanıdı.
Çok değil
5 gecede, onlarca yıl sürecek bir burukluk, ülkenin tam ortasına bırakıldı.
Uyuyamayan
çocuklar kâbuslarla kuşatıldı.
Öfkeli
çocuklar
Sınırın
bir yanında büyüyen çocuklar, terörist sayılırken şimdiden, diğer tarafında,
sınırı geçse savaşı unutup oyuna dalacak bir çocuk ölüverdi, çatışmaları bile
oyuncak sanırken. Ülkenin bir tarafında büyüyen çocuklar terörist sayılırken
şimdiden, onlara ölesiye kin duyan başka başka büyüklerin çocukları da içlerine
büyükçe bir nefret yerleştirdi o çocuklarla olağan şartlarda oynayacakken.
Olağan
olmayan şartlarda, olağan olmayan nefrette, olağan sayılmayan kimliklerde,
olağan sayılmayan dillerde, ölümü bile normal sayarak, ölümleri bu coğrafyanın
kaderi sanarak büyüyor kalanlar.
Yarın bir
başka mevzide, büyük niyetlerle mevziye sürülecek olanlar.
Onarılmayan
kırıklık
Şimdilerde,
bazılarının “Amma da uzattınız, 90’lar, 90’lar” diye sıkılıp da kenara attığı
karanlık yılların çocukları var ya.
Onların en
iyi durumdakinin bile kalbi kırıktır.
Birileri,
bir karanlıkta bir büstü kırdığında, alabildiğine “Bizim buralar, bizim” diye
bağırdığında, o onarılması mümkün olmayan kırıklık, biraz daha kırılır.
Bu yüzden,
bütün çatışmaların içinde çocuk olmak, aslında büyük bir kırıklıktır.
Bu yüzden
bu coğrafyadaki çocukların hepsi kırılır, bazıları ağır yaralanır, bazıları
ölür ve hep çocuk kalır.
Şimdi
yaşlar düzeltilir, kimi için “Çocuk değildi” denilir, kiminin yaptıkları
sıralanır, kimi için “ama”lı cümlelere bakılır.
Bakmayın.
Birkaç yaş
büyükse de çocuktur ve çocuk olsa da zaten büyük sayılır.
İsimleri
yoktur, sayıları tam bilinmez. Zira buralarda ölen çocukların çıkmamış
bıyıklarına, kemik yaşlarına, koltuk altlarına bakıldığından istatistikleri
bile karışıktır.
Buralarda
yaşayan çocuklar erken büyür, büyüyemeyen ise hep çocuk kalmıştır.
12
Ekim 2014, PazarKolektif Basın Merkezi
No comments:
Post a Comment