“Maske
takmak yasaklanacakmış!” Yolda kulağıma çalınan, siyasi bir kara komedinin,
‘absürd’ bir oyunun açılışını andıran bu cümle, yeni polis yasasıyla
ilgiliymiş! Maskeleri ustaca kullanan, her kavramı bir çırpıda takılıp
çıkarılan birer maskeye dönüştüren hükümetimiz adına, demokrasi oyunumuz adına
anlamlı bir final! Kürtler söz konusu olduğunda, ‘saçma’nın sınırlarının
aşılmasına, hak, hukuk, insanlık ve benzerinin rafa kaldırılmasına alıştık.
Makineli tüfek takılabilen düzinelerce TOMA’nın ısmarlanmasına, bir gösteriye
katılmaya 10 yıl ceza biçilmesine, yedi-sekiz bin kişi tutuklanırken, şiddetin
asıl nedeni şiddet karşıtı söylemlerdir, tarzı yazılara... Şiddetin asıl
nedeninin, onu doğuran ve büyüten, tekeline isteyen devlet, gerçekliği ve onu
kuşatan haleleriyle, aygıtları ve içselleştirilmesiyle devlet olduğunu
yinelemenin anlamı var mı? Bu ülkede devlet eliyle kurşunlananlar suçlu ilan
edildiği sürece...
Evet.
Bir köşe
yazarının kabusu: Geçen hafta, yazımı yolladıktan birkaç saat sonra olaylar
patladı, yedi gün içinde ateş sönse de, duman dağılmadı. Onlarca ölüm, yüzlerce
yaralı... Kurşunları kimin sıktığı, kayıplara ne olduğu gibi hayati sorular
henüz yanıtlanmadı. Okmeydanı’ndan yükselen dumanları gördüğümde, bizi de
yalayan savaş alevlerini ilk hissedişimde çaresizce ağladığımı yazarken,
utanmalı mıyım?
Patlama,
adı üstünde, kestirilemeyen, denetimden çıkan, bütünüyle çözümlenemeyecek bir
durum, mesele tasvip etmek ya da lanetlemek meselesi olmadığı gibi, ‘kime ne
faydası oldu’ gibi sorular da anlamsız. İnsan türü, bazen bir sınırı aşar, her
türlü kar-zarar hesabının ötesine, kutsal kabul edilen değerlerin ötesine
atlar, içinde kendini bile tanıyamayacağı bir varoluşa bürünür. Yok oluşa, bir
özgürleşme anı gibi yaşanan hiçliğe, her şeyi hiçleştiren alevlere doğru
atılır. Bireyler de topluluklar da... Kürtlerin bugün yaşadığı hayal
kırıklığının derinliğini tasavvur edebilmek için, büyük fedakarlıklarla
sürdürmeye çalıştıkları barış sürecinin ve Rojava’nın canlı tuttuğu umutları
anlamalı. Şeriat korkusuyla sokağa çıkanların, ilk tepki olarak cihatçılarla
saf tutmalarına gelince... Ellerinde olduğunu düşündükleri iktidarın, yalnızca
devletin değil, bin güçlükle bir arada tutulan bir ideolojinin, bir hayat
tarzının da ötesinde, ‘vatan’ kavramıyla kast edilen, özdeşleştirilen her şeyin
kayıp gitmesinin yol açtığı kaygının yer, biçim, hedef değiştirmesi. Devlet,
olağanüstü halden yargısız infaza, olağan refleksleriyle tepki verip 90’lara
dönme niyetini gösterse de Kürtlerin bugün ulaştığı siyasi bilinç ve
örgütlülüğün buna izin vermeyeceğini düşünüyorum. Siyaset, entelektüel bir
çaba, bir güç gösterisi değil, bir varoluş mücadelesi; barış, romantik bir
kavram değil, geleceğe açılan kapı... Daha apolitik görünen ‘batıda’ ise, hem
kendinin, hem ötekinin hakkını talep eden, bu talebi siyasi düzleme taşımakta
tıkandığında, yeni bir dil ,söylem kurmaya çalışan milyonlar var. STK’lere,
protestolara, internete, Berkin Elvan’ın cenazesine bir bakın! Devletin
zorbalığına direnecek milyonlarca kişiyiz ve GEZİ’de, yan yana
durabileceğimizi, ortak bir düşmana karşı değil, ortak baskıya karşı yan yana
durabileceğimizi gördük, gösterdik.
Kobanê
için yazdığım acil çağrı metninden birkaç cümle alıntılıyor, herkesi Kobanê’ye
doğru yola çıkmaya çağırıyorum.
Kobanê.
Görüş ayrılıkları, siyasi, kişisel çatışmalar hiç bitmez, tek sözcük üzerinden
yıllarca tartışabiliriz. Ama şimdi kuşatılmış durumdayız. Türk-Kürt,
Alevi-Sünni, İslamcı-laik gibi bize dayatılmış ayrımları, kurgulanmış sınırları
aşmadan, bir süreliğine bile olsa yan yana durmadan bu çemberi kıramayız.
KOBANÊ‘YE BİR KORİDOR AÇALIM. Tek başımıza, tekil vicdanlar olarak, dikenli
tellere doğru sessizce yürüyelim. Gerçek ya da temsili olarak, Kobanê’ye yola
çıkalım.
Aslı
Erdoğan, 15.10.2014
No comments:
Post a Comment