Diyarbakır’dan
İstanbul’a uçarken alıyorum bu notları.
Canım çok
sıkkın.
Karamsarlık
içindeyim.
Filmi
geriye sarıyoruz.
Türkiye’nin
önünde yine bir cehennem çukuru kazılıyor.
Amin
Maalouf’un çok sevdiğim bir romanı vardır:
Doğu’nun
Limanları.
Romanın
kahramanı, hayatta umduğunu bulamamış yaşlı bir baba, yıllar sonra kavuştuğu
kızına bir ömür boyu yaşamış olduğu hayal kırıklıklarını şöyle anlatır:
“Beklediğim
yarınlar dünde kaldı, hiç gelmediler.”
İlk
okuduğum zaman içimde duygu fırtınaları estirmişti bu cümle.
2002 yılı
sonuydu.
Kopenhag’da,
su kıyısındaki bir otelde kül rengi bir sabah vakti Kürtler kitabımı bitirirken
bu cümleyi aktarmış, sonra şu satırları yazmıştım:
Bu cümleyi
ilk okuduğumda, bilinmez bir geleceğin arayışı içinde insanların bazen
kendilerini nasıl tükettikleri kafama takılmıştı.
‘Kendimizi
hayat boyu hep hayallerde gezinerek mi avutacağız?’ diye düşünmüştüm.
Hayır,
karamsar değilim.
Türkiye’nin,
insanlığın önü açık.
Tekerlek
iyiye, güzele doğru dönüyor.
Ağır ağır
da olsa, arada bir tökezlese de öyle.
Evet, iyimserim.
Yaşamak
için ille de acı çekilmesi gerekmeyen bir geleceğe doğru yol alıyoruz hep
birlikte...
Kitabımın
sonundaki bu satırlar, 11 Aralık 2002 tarihli. O tarihte, Başbakan Gül ve AKP
Genel Başkanı Erdoğan’ın birlikte katıldıkları Avrupa Birliği zirvesini
izliyordum.
12 yıl
geçmiş.
Bugün o
iyimserliğim yok.
Maalesef
öyle.
Nedenlerine
gelince...
Erdoğan’ın
kendi değerleri
Karamsarlık
içindeyim. Filmi geriye sarıyoruz. Amin Maalouf’un Doğu’nun Limanları'ndaki
yaşlı baba, hayal kırıklıklarını şöyle anlatır: Beklediğim yarınlar dünde kaldı
1.
Gezi’den sonra Kobanê de çok açık gösterdi. Tayyip Erdoğan’ın dünyasında
farklılıklara, değişik renklere yer yok. O dünyada sadece kendi değerleri var,
başkalarının değerleri umurunda değil.
Erdoğan, kendi değerlerini savunmanın, Türkiye’yi kendi değerlerine göre
değiştirmenin peşinde. Hatta, yalnız Türkiye’ye değil Arap alemine de,
Ortadoğu’ya da bir zamanların Osmanlısı gibi neo-Osmanlı bir düzen
verebilecegine kendini inandırmış durumda...
Erdoğan’ın
kibiri ve doğruları
2. Erdoğan
doğrularına o kadar inanıyor ki, o kadar kibirli ve kendi kendisiyle dolu ki,
bu nedenle zaten genlerinde olmayan demokrasiydi, hukuktu, anayasaydı hiç
umurunda bile değil, tek adamlık hedefine dolu dizgin koşturuyor.
Kürt
sorunu ve Erdoğan’ın yüreği
3.
Demokrasi ve hukuk fukarası bir Erdoğan, Kürt sorunu konusunda nereye kadar
gidebilir, sorusu gündemden hiç inmedi. Kürt sorununu ne kadar anlayabildi, ne
kadar yüreğinde hissedebildi, soruları her zaman varlığını sürdürdü. Bu
açılardan Erdoğan hakkında bazen iyimser yazılar da yazdım, kendisini
destekledim. Ama bugün geldiği nokta tam bir hayal kırıklığı...
Erdoğan ve
nefret dili
4. Tayyip
Erdoğan, geçmişten hiç ders almadığına dair o kadar çok örnek vermeye başladı ki.
Dili tam anlamıyla nefret diline dönüşmeye başladı. 1980’lerin, 1990’ların
muktedirlerinden, siyasetçilerinden hiç farkı kalmadı. İhanet, vatan hainliği
sözcükleri ağzından hiç düşmüyor.
Erdoğan ve
geçmişten ders
5.
1980’ler, 1990’lar hep böyle geçti, olağanüstü hal ve ‘sopa’yla. Dağda PKK’yi
kovalamakla, devleti hukuk dışına çıkaran ‘faili meçhul cinayetler’le, Kürtleri
evinden barkından eden mecburi köy boşaltmalarıyla, hapisle, sürgünle,
işkenceyle geçti yıllar ama PKK bitmedi, aksine güçlendi. Kürt sorunu
çözülmedi, derinleşti. Dağlardan şehirlere inip yerleşen PKK ile Kürt sorunu
birbirine karıştı.
Başlangıçta
iyi okudu
6. Gelinen
bu noktayı Tayyip Erdoğan başlangıçta iyi okudu. “Barış ancak düşmanla yapılır”
anlayışıyla, Ankara-İmralı-Kandil üçgeninde bir diyalog yapısı oluşturdu, iyi
de yaptı. Neredeyse son iki yıldır dağlardan ölüm haberi gelmiyor, iki tarafça
da ciddiye alınan ateşkes sürüyor.
Erdoğan’ın
oyalama taktiği
12 yıl
önce Başbakan Gül ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın birlikte katıldıkları Avrupa
Birliği zirvesini izlerken duyduğum iyimserlik bugün yok
Paylaş
Paylaş
7. Ama aksayan birşey vardı. Erdoğan topu
ayağında tutmaya devam ediyordu. Bu durum, yalnız İmralı ve Kandil’de değil,
‘Kürt sokağı’nda da, bir seçimden ötekisine oyalama ve zaman kazanma taktiği
olarak algılanıyordu. “Erdoğan, çözüm sürecini seçim sandığında oya tahvil
etmek için kullanıyor, o kadar” yargısı her geçen gün güçleniyordu.
Erdoğan’ın
oyun planı
8. Ve her
geçen gün bir nokta beliginleşiyordu: Erdoğan’ın kafasındaki çözüm süreciyle
ilgili nihai oyun planı ile İmralı-Kandil’inki uyuşmuyordu. Erdoğan için çözüm
demek, Kürtlere birtakım bireysel haklar tanımak, sonra dağdan iniş, yani silah
bırakma ve af demekti. Ayrıca, Erdoğan’a göre artık bireysel haklar alanında
yapılacak bir şey kalmamıştı; yerel yönetimler de AB standartları çerçevesinde
şöyle bir güçlendirildikten sonra sıra silah bırakma ve affa gelir ve mesele
çözülmüş olurdu. Erdoğan’ın ‘nihai oyun planı’ böyle özetlenebilirdi.
İmralı-Kandil'in
oyun planı
9.
İmralı-Kandil ekseninde ise nihai oyun planı Erdoğan’ınkinden epeyce farklıydı.
İki taraf arasındaki makas farkı büyüktü. Kürt siyasal hareketi için bireysel
haklar ve af artık karın doyurmaktan uzaktı. Yolun ucunda, yeni bir vatandaşlık
tarifiyle anadilde eğitimi öngören, idari ve kültürel özerkliğe de kapı açan
bir yeni anayasa olmalıydı. İskoçya’daki referandumu ya da İspanya’nın
Katalonya’sında yaşananları televizyonlarda izleyen -dağdaki ve ovadaki-
Kürtler açısından, Erdoğan’ın çözüm planı bugün artık ikna edici olmaktan
uzaktı. Ve uzak kalmaya mahkûmdu.
Rojava
devrimi!
10. Uzak
kalmaya mahkûm derken, Kürtlerin ‘Rojava devrimi’ni hesaba katmak lazım. Rojava
Batı demek, Batı Kürdistan demek, yani Suriye’de Kürtlerin Türkiye sınırı
boyunca yaşadıkları bölge... Bu bölgeye, Suriye’deki iç savaş koşullarında
PYD-PKK hakim oldu. Rojava devrimi diye niteledikleri -ve ‘Öcalan felsefesi’ne
de uygun dedikleri- özerk bir yapıyla kendi kendilerini yönetmeye başladılar.
Şam’daki Esad rejimi de buna göz yumdu, çünkü Kürtler ‘Suriye muhalefeti’ne
katılarak kendisine karşı savaşa girmedi.
Erdoğan’la
Rojava
11.
Erdoğan’la İmralı-Kandil ilişkisinde zurnanın zırt dediği yer de bu Rojava
oldu. PYD-PKK’nın Rojava’ya 2012’de hakim olması ve özerk bir Kürt yönetimi
kurmaları Tayyip Erdoğan’la Mesud Barzani’yi şaşırttı. ‘Rojava devrimi’ni
yıkmak için işbirliğine koyuldular, hendek kazarak, duvar dikerek, ambargo
uygulayarak. Ankara bununla da yetinmedi, IŞİD ve El Nusra gibi radikal
örgütlerin PKK-PYD’nin üstüne sürülmesini destekledi. Bütün bunların açık
örneklerine geçen nisan ayında, Rojava’da dolaşırken tanık oldum.
Erdoğan ve
Rojova
12. Ve bir
noktayı sürekli vurguladım: Ankara, Rojava’da PYD-PKK’yi yok etmeye kalkışırsa,
bu gelir Türkiye’de çözüm sürecini, barışı dinamitler! Önce Şengal, şimdi de
Kobanê’yle gelinmiş olan nokta burasıdır. “IŞİD neyse PKK de odur! IŞİD,
Kobanê’yi PKK-PYD’den temizlerse, bu Türkiye’nin menfaatinedir” diye düşünen
Erdoğan’dan başkası değildir.
Erdoğan’ın
vahim hatası
13. Tayyip
Erdoğan’ın bu bakış açısındaki vahim hatadır, Güneydoğu başta olmak üzere
birçok merkezi dört gün boyunca bir anda
yangın yerine çeviren... Suriye ve Türkiye Kürtlerinin yakınlığını ve PKK
saflarında bugüne kadar 5 bin Suriye Kürdünün hayatını kaybettiği gerçeğini
yerli yerine oturtamayan Tayyip Erdoğan, bir zamanların Kuzey Irak
tecrübesinden de gerekli dersleri çıkartamayınca, ‘Kobanê serhildanı’nın baş
körükleyicisi oldu.
Erdoğan ve
Kuzey Irak
14. ‘Kuzey
Irak tecrübesi’ ne miydi? Ankara yıllar yılı Irak Kürtlerini yok saydı.
Türkiye’nin Irak’la ilgili kırmızı çizgileri öyleydi ki, Talabani ve Barzani
ancak kaymakamlarla, albaylarla muhatap olabildiler yıllar yılı. Kırmızı
çizgiler öyleydi ki, Irak’ta bir ‘federasyon’a bile karşıydı Ankara. Karşıydı
çünkü, Irak örneği Türkiye Kürtleri için de emsal oluştururdu. Sonuç malum:
‘Kuzey Irak’ta Kürtler kaç zamandır kendi kendilerini yönetiyorlar ve bir Kürt
devleti resmen olmasa fiilen kurulmuş durumda. Ayrıca, bu realite Türkiye tarafından
da çoktan kabullenildi.
Erdoğan’la
Kuzey Suriye
15. Tayyip Erdoğan şimdi bu ‘realite’ye ‘Kuzey
Suriye’de direnmekte. Rojava’da Kürtlerin, Türkiye’nin hemen dibinde, tıpkı bir
zamanlar Kuzey Irak’taki gibi özerk bir yapıya sahip olmalarının Türkiye Kürtleri
için de emsal oluşturmasını büyük bir tehlike olarak görüyor. Bu nedenle
PYD-PKK’yi Rojava’da etkisiz kılmak, onları IŞİD eliyle Kobane’den de
temizletmek istiyor. Böylece, bölgeye hakim olabileceğini, PYD-PKK’den
kurtulacağını, barış ve huzur getirebileceğini sanıyor. Erdoğan hayal görüyor.
Bu kafayla barış ve huzuru ‘Kuzey Suriye’de de yakalayamaz, Türkiye’de de. Bu
kafa, Türkiye’yi yangın yerine çevirir. Bunun ilk örneği ne yazık ki geçen
hafta yaşandı.
Erdoğan
nelerden vazgeçmeli
16. Tayyip
Erdoğan bir an önce PKK ile IŞİD’i aynı kaba koymaktan vazgeçmeli. Kobanê’ye
bir koridor açılmasına izin vermeli. Şu gerçeği de görmeli: PKK ile Türkiye
Kürtleri nasıl birbirinden ayrıştırılamazsa, aynı durum, Suriye Kürtleri’yle
PYD-PKK için de geçerlidir.
Erdoğan
planını gözden geçirsin
Neden
iyimser değilim? Erdoğan'ın kibiri, nefret dili, taktikleri ve oyun
planlarından geçerek 20 noktada toplanan bir cevabı var sorunun. Birkaç günde
kırka yakın ölüm hayra alamet değil
17. Erdoğan’ın
oyun planı eğer çözüm ve barış gerçekten isteniyorsa, mutlaka gözden
geçirilmeli. Sadece bireysel haklar ve afla sınırlı bir oyun planı dağdan
inişin ya da silahların gömülmesinin yolunu açmaz çünkü...
Erdoğan’ın
Öcalan oyunu
18.
Erdoğan saflarında bir tehlikeli oyun daha oynanıyor. Öcalan’la Kandil’in
arasını açmak diye özetlenebilir bu oyun. Çok tehlikeli bir oyun! Öcalan’ın
saygınlığı üzerinden bir oyun mu kurgulanmış durumda devletin iç odaklarında?
Akla bu soru takılıyor.
Öcalan’ın
mezar taşına...
19.
Gerçekten devletin içinde böyle bir oyun bilinçli olarak sahneleniyor mu?
Öcalan’la Kandil’in arasını açmak isteyen oyunun ne kadar tehlikeli olduğu,
nasıl oluk gibi kan akıtabileceği görülmüyor mu? Geçen hafta içinde DTK
Eşbaşkanı Hatip Dicle’yle konuşurken şöyle dedi: “Öcalan savunmasında, ‘Benim
mezar taşıma aldatmadı, aldatılamadı diye yazın’ der.” Kısacası, Kandil’le
İmralı’nın arasını açmak, bu ülkede barışı çok fena torpilleyecek tehlikeli bir
oyundur.
Cehennem
çukuru
20. Tayyip
Erdoğan’ın demokrasi ve hukukun üstünlüğünü hiçe sayan tek adamlık yönetimi
Türkiye’yi hızla çalkantılı sulara çekiyor. IŞİD’le PKK’yi aynı kaba koyan bu
kafayla ve yeni yasal düzenlemelerle daha da sertleştirileceği anlaşılan ‘polis
rejimi’yle Türkiye gitgide kutuplaşır ve şiddetin şiddeti doğuracağı bir
‘cehennem çukuru’na sürüklenir.
Bunun tüm
sinyalleri yanıp sönüyor.
Dört gün
içinde kırka yakın ölüm, şehirleri yangın yerine çeviren şiddet ve terör
eylemleri çok acıdır, hayra alamet değildir.
Hasan Cemal
Hasan Cemal
No comments:
Post a Comment