Barış Özer
Bu yazının
konusu ve muhatabı Kobane ‘de yaşanan vahşeti “iyi olmuş beter olsunlar”
diyenler ve PKK ile IŞID’i aynı kefeye koyup küfür edenler değildir. Bu yazının
muhatabı, kah sosyal medyada kah meydanlarda “Yaşasın halkların kardeşliği”
sloganını yıllardır boğazını yırtarcasına atan ama iş kardeşlik için adım
atmaya gelince sus pus olan ve hep bir ‘işi çıkan’ tüm milliyetten devrimciler,
solcular, sosyal demokratlardır…
Siyasi
tespit yapmak veya ahkam kesmek benim haddime değil. “Sen kim oluyorsun da akıl
veriyorsun” diyenlere peşin peşin söyleyeyim. Kimseye akıl vermiyorum sadece
sesli düşünüyorum ve biliyorum ki böyle düşünenler hiç de az değiliz.
Kobane’de
şiddetlenen çatışmalarla birlikte sosyal medyada “Kobane’de öldürülen
insanların bir ağaç kadar değeri yok mu” yorumları yapılmaya başlandı. Tam
olarak böyle olmasa da benzer yorumları Geverde de okumuştuk. Karşının taksisi
misali karşının solculuğunu yapıp yaşadığınız zulmü kendinizden menkul görmenin
zamanı ve mekanı Gezi ile birlikte bitmiştir demiştim. Aynı soru, sorun aradan
geçen bir yıldan sonra karşımızda bir kez daha bütün çıplaklığı ile duruyor.
Gezi
Direnişine katılan yüzbinlerce kişiye ne oldu?
Bu soru öncelikle 31 Mayıs gecesi ülkenin dört bir yanında sokaklara
çıkan insanların değil kendini sosyalist, komünist, devrimci vb. diye
tanımlayan yapıların ve insanların yanıtlaması gereken bir sorudur.
Gezi
eylemlerine katılan yüzbinlerce insanın bir isyanı vardı. Kimilerimiz bu isyana
“haysiyet isyanı” dedik, “Bıçağın kemiğe dayanması” dedik. Gezi, etek boyundan,
kürtajına, çocuk sayısından, uyku saatine iktidarın hayatın her alanında halkı
ablukaya almasına, dayatmasına karşı bir patlama, bir direnişti… Ve elbette çok
değerliydi… Ama o eylemlere katılan yüzbinlerce insanın bir iddiası yoktu. Oysa
kendini devrimci, sosyalist, komünist diye tanımlayan tüm yapıların doğal
olarak bir iddiası var. “Başka bir dünya mümkün” diyorlar. Gezi Direnişi ve sonrasını anlamak için bu
iddiaya yönelik ne yapıldığına ya da ne yapılmadığına bakmadan “bir ağaç için
sokağa çıkan” insanların neden üzerine bombalar yağan bir halk için sokağa
çıkmadığını sormak garip olur. Cumhurbaşkanı seçimine saygı duyduğunuzu
söylediğiniz bir halkı, Kobene’ye sırt çeviriyor diye aşağılarsanız kendinizle
çelişirsiniz.
Kobane’ye
destek vermiyor diye ülkenin bir kısım ve hatta çoğunlukta olan halkına kızmak
mümkün ve en kolay olanı. Ama her seçim sonrası “bu halk adam olmaz, oyunu
makarnaya sattı” söyleminden farklı değil. Artvin’deki Fadime teyzenin
topraklarına HES yapılırken ses çıkarmıyorsanız eliniz onun eline uzanmamışsa
onun elini beklemeniz de tuhaf kaçar. Hasan Ferit’in mahkemesine gitmezseniz
annesine kendinizi anlatamazsınız. Roboski’de öldürülen çocuklar için yas
tuttuğunuz gibi Berkin için tutmazsanız samimiyetiniz sorgulanır.
Öte yandan
Kobane’yi görmezden gelen, başka gündemleri olan ve kendini sosyalist, devrimci
diye tanımlayan insanların, örgütlerin yani koca koca iddiaların olduğu yerde
Konya’daki Kamil amcanın duyarsızlığına kızamazsınız. Trabzon’daki Ayşe teyzeye
ırkçı diyemezsiniz.
Kobane
haysiyet sınavıdır
Gezi bu
ülkenin örgütsüz ama duyarlı insanlarının haysiyet sınavıydı. Kobane ise bu
ülkenin iddia sahibi tüm yapılarının haysiyet sınavıdır. O yüzden “Kobane
düşerse hepimiz düşeriz” tespiti yerinde bir tespittir. Zulme karşı direnişin
milliyeti, mezhebi, kimliği olmadığını en iyi iddia sahipleri bilir. Ve yine en
iyi onlar bilir ki, zulme karşı sessiz kaldığınızda siz de kurtulamazsınız.
Belki ölenle birlikte siz de ölürsünüz ama asla yenilmezsiniz. Mahirlerin Denizler
için vuruşması bunun ispatıdır.
“Kimbilir
ne pazarlıklar yapılıyor?”, “Kürtler yarın bizi de arkamızdan vurur”, “Kürt
hareketi tüm yapıları tahakküm altına almak istiyor” vb yorum ve
değerlendirmeler yüzbinlerce insanın göç etmek zorunda kaldığı, kadınların uçurumdan atlayıp, çocukların
açlıktan susuzluktan öldüğü, bir kentin günlerdir bombalandığı yerde
hükümsüzdür. Çünkü iddia sahibi olmak tam da burada ezilenin, mazlum olanının
yanında olmayı gerektirir.
Bazen
‘politika’ hesaplarla, pazarlıklarla yapılıyor olabilir ama devrimcilik en çok
vicdanla yapılır. Bir halkın bombalar altında ölümüne değil ölüme direndiği
yerde siz izleyici rolündeyseniz devrimcilikle, demokratlıkla ilgili
iddialarınızda sıkıntı var demektir. Kobane’yi görmezden gelecekseniz ya
iddianızı ya da kimliğinizi değiştirmeniz gerekir.
Kobane
düşerse biz de düşeriz…
Kobane tüm
mazlum halkların kalbidir. Kobane düşerse biz de düşeriz. İddiamız düşer,
haysiyetimiz biter… Binlerce ölü çocuktan sonra yeni bir hayat kuramayız… Başka
bir dünyanın mümkün olduğuna kendimiz dahil kimseyi inandıramayız. Kalbimiz
durur…
Son sözüm
Gezi’de günlerce sokakları dövüp Kobane için kılını kıpırdatmayanlara; kendi yaşadığınız zulme başkaldırıyor ve
direnmeyi meşru görüyor fakat başka bir coğrafyadaki zulmü görmezlikten
geliyorsanız duyarlılığınızı Gezi Parkı’nda bırakmışsınız demektir.Toprağa
karışıp yok olmadan en kısa zamanda gidip geri alın…
Leyla Alp
No comments:
Post a Comment